• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

ÇATIŞMA

ÇATIŞMA

Çatışma, çeşitli alanlarda ve çeşitli biçimlerde yaşanabilir. Çatışma alanı, dış gerçeklik ve sosyal yaşamdan başlayarak (dışsal çatışma) bilinçdışının derinlerine doğru (içsel çatışma) kayabilir. Freud, zaman içinde nevrotik belirtilerin ortaya çıkmasında ruhsal çatışmaların etkisini ortaya çıkartmıştır. Önce çatışmanın temelinde bir travma olduğunu düşünmüştür. Eğer hastaların anlattıkları gerçek olarak ele alınırsa ebeveynler, arkadaşlar ve dış dünya sorunlu gözükmektedir. Bunun her zaman böyle olamayacağını anladıktan sonra kişinin dış dünyayı iç dünyasındaki çatışmaların yarattığı öznellik içinde değerlendirdiğini görmüştür. Ardından çatışmayı, bilinç ve bilinçdışı arasındaki ilişkide tanımlamıştır. Yasaklanmış ve bastırılmış dürtüler bilince çıkmaya çalışırken çatışma yaratmaktadırlar. Dürtülerin yok olmaması ve sürekli olarak doyum araması ise çatışmaların yinelenmesine neden olmaktadır. Yapısal kuramı geliştirince çatışmanın altbenlik ve benlik arasında olduğu, benlik ve üstbenlik arasında idealler ve yasaklarla ilgili çatışmalar olduğunu tanımlamıştır. Bu süreçte bilinçdışı ve çocuksu cinsellik, çatışmalardaki rolünü hiçbir zaman kaybetmemiştir. Seansta hastanın çağrışımları izlenirse her çatışmanın kaynağı ilk çocukluk yıllarına kadar gidebilmektedir. Çatışma oluşumunda ve çözümlenmesinde saldırganlık dürtüsü bir diğer önemli faktördür. Freud, yaşamının son yıllarında ölüm dürtüsü üzerinde çalışmıştır.

Psikoseksüel Gelişim Evrelerinde Çatışma

Bebeklikte çatışma salt gerçeklikte (iç ve dış olmadan) ve o anda yaşanırken benlik geliştikçe çatışma çeşitleri artmaktadır. Üç parçalı psişik yapı (altbenlik-benlik-üstbenlik) oluşmadan önce kaygı ve diğer duygular yaygın ve şiddetli algılanır. İç ve dış, çocuk ve anne, kendilik ve nesne preödipal dönemde iç içedir, sınırları tam oluşmamıştır. Ancak ödipal dönem sonrasında üç parçalı psişik yapı oluştuktan sonra sınırları belirli bir “içsel çatışma”dan söz edilebilir. Bu yönüyle çatışmalar, psikoseksüel gelişim aşamalarına göre ele alınabilirler. Oral dönemde içe alma dışarı atma, anal dönemde tutma bırakma, ödipal dönemde sevme ve rekabet etme arasındaki çatışmalar öne çıkarlar. Bu çatışmalar aynı zamanda birer nesne ilişkisi biçimidir. Oral dönemde çatışma; açlığı gideren, besleyen ve geliştirerek güven veren anne imgesi ile aç bırakan, dışlayan ve güven vermeyen anne imgeleri ve bebek kendilik arasındadır. Anal dönemde çatışma özerkliğe izin veren anne imgesi ile tutucu, denetleyici, zorlayıcı olan anne imgeleri ve çocuk kendilik arasında gelişir. Ödipal dönemde çatışma karşı cinse sevgi duyma ve hemcinsle rekabet etme ile yaşanır. Bu ilişki biçimleri kendilik ve nesne tasarımları olarak yerleşirlerken çifte değerlilik bu süreçte gelinen önemli bir aşamadır. Çifte değerlilik “iyi nesne”nin içselleştirildiğini, tasarımların kalıcılaşmaya başladığını, iyi ve kötünün bir arada tutulabildiğini ve çatışmaya katlanılabildiğini gösterir.

Uzlaşma Oluşumu

Çatışmanın sonucunda; dürtü ketlenebilir ve engellenebilir, kısmen engellenebilir ve kısmen boşalır, bir belirti oluşabilir, dürtü bir boşalım yolu bulabilir ya da doyum sağlanabilir ve işlevsellik sürdürülebilir. Benlik işlevleri ve anne-babayla özdeşleşme geliştikçe anımsama ve yargılama güçlenir. Önceki yaşantıların bellekte kalıcılaşmasıyla birlikte hoşa gitmeyen duygulanımlar daha iyi anımsanır. Benlik savunmaları önceden harekete geçmeye başlar ve hoş olmayan duyguları ortaya çıkartan durumlar engellenir, azaltılır veya hafifletilir. Böylelikle dürtü boşalımı kontrol altına alınır, çatışma yönetilir ve özgüven artar.

Benlik, çatışmaları bir uzlaşma oluşturarak çözdüğünde engellenme yaşanmış, kabul edilmiş ve çözüme gidilmiş olur. Çatışmalar yaşandıkça ve çözümler oluşturuldukça benlik güçlenir. Benlik ne kadar güçsüzse engellenmeye tolerans o kadar az olacak, içsel çatışma riski artacaktır.

Uzlaşma oluşumunda savunma mekanizmaları belirleyici olurlar. Örneğin yer değiştirme ve yansıtma esneklik sağlarken bastırma tutarlılık sağlar. İnkâr uzlaşma yolları bulmak için zaman kazandırabilir. Disosiasyon çatışmayı bir kenarda bekletebilir.

Yineleme Zorlantısı

Haz ve gerçeklik ilkeleri farklı biçimlerde sürekli çatışırlar. Uzlaşmalar olsa da doyum tam olarak sağlanamaz ve bastırma olsa da bastırılanlar geri gelebilir. Yineleme zorlantısı[1] söze dökülemeyen ve bilince getirilemeyen bir çatışmayla bağlantılıdır. Freud “Anımsama, Yineleme ve Derinlemesine Çalışma”[2] makalesinde hastanın anımsamak yerine yinelemelere başvurduğunu belirtir ve şöyle der:

“Hasta unuttuğu ve bastırdığı hiçbir şeyi anımsayamamakta fakat eyleme dökmektedir. Bunu bir anı olarak değil bir eylem olarak oluşturur. Elbette ki bunu farkında olmaksızın yinelemektedir. Örneğin hasta, ebeveynlerinin otoritesine karşı eleştirici ve meydan okuyucu olduğunu anımsadığını söylemez bunun yerine doktora karşı bu şekilde davranır.”

Yani aynı çatışmalı ilişki yinelenirken geçmişle bağı anımsanmıyordur. Hatta anımsamaktan kaçınılır, çünkü analist ile ebeveyn arasındaki bağıntılarda rahatsız edici ögeler ortaya çıkacaktır. Böylelikle rahatsız edici çatışmalı ögeler sürekli bir bastırmaya maruz kalabilirken, bilinen ve uzun süreli belleğe kaydedilmiş ilişki biçimi yinelenmeye devam eder. Bu yineleme içinde bir özdeşleşmeyi ve umudu da barındırır.

Çatışmadan Bağımsız Alan

Yapısal Kuramın olgunlaşması sayesinde psikanalizin işleyiş biçimi daha iyi anlaşılmıştır. 1939’da Heinz Hartmann “Benlik Psikolojisi ve Uyum Sorununu[3] yayınlamıştır. Benlik güçlendikçe libido ve saldırganlık dürtülerinin nötralize olarak yansız bir enerji kaynağına dönüşebildiğini öne sürmüştür. Buna benliğin ikincil özerkleşmesi demiştir. Benliğin birincil özerk işlevlerinin çatışmadan bağımsız bir alanda etkin olduklarını belirtir. Bunlar; zekâ, düşünme, merak, algılama, yönelim, gerçekliği test etme, öğrenme, hareketi yönetme, sentezleme, konuşma gibi işlevlerdir. Benliğin “çatışmadan bağımsız alanı” kavramıyla Hartmann, benliğin altbenlikle çatışmadan uyum içinde geliştiği ayrı bir alan olduğunun altını çizmiştir.

Çatışmanın İçselleştirilmesi

Benliğin onaylanma ve sevgi istekleri önce dışarıdan, yani ebeveynlerden karşılanmaya çalışılır. Çocuk büyüdükçe onaylanma ve sevilme istekleri üstbenlikten karşılanır. Çocuk ve ebeveyn arasındaki çatışmalar ve onaylanmalar zamanla benlik ve üstbenlik olarak içselleştirilirler[4]. Ebeveynlerin ahlaki değerleri, engellemeleri ve idealleri üstbenliğe dönüşürler. Bu içselleştirilme sonrasında artık çatışma ve onaylanma içselleştirilmiş olur.

Benlik ve üstbenlik, benlik ve altbenlik arasındaki çatışmalara sistemler arası[5] çatışmalar denir. Altbenlikteki farklı dürtüsel eğilimler (homo ve heteroseksüellik), benlikteki farklı durumlar (etkinlik ve edilgenlik), üstbenlikteki farklı emirler (başarılı ya da onurlu olmak) arasındaki çatışmalara sistem içi[6] çatışmalar denir.

Çatışmanın Yansıtılması ve Dışsallaştırılması

Klein ise çatışmanın merkezine sevgi ve nefret arasındaki mücadeleyi koyar. Ödipal dönem öncesinde yansıtmalı özdeşim düzeneği devrededir. Çocuk henüz kötü ve korkutucu tasarımları içinde taşımakta zorlanıyordur. Bu zorlanma kötü olan tasarımları bölüp ayırarak dışarıya, annesine yansıtmasına neden olur. Anne, nefretin ve kötü tasarımların kapsayıcısı ve deposu haline gelir. Böylelikle içsel çatışmadan kurtulur ve annesi ile çatışır. Bu yolla çatışma çözümlenmiş olmaz ama yansıtılarak annenin benliğinin çözmesi sağlanır. Aynı zamanda çocuk bilinçdışındaki çatışmalarını oyuna yansıtarak tekrar tekrar çalışır.

Sevgi ve Nefretin Çatışması

Ödipal dönemin öncesinde daha baskın olan bu çatışmalar, dürtülerin yükleri henüz yansızlaştırılamadığı ve bastırılamadıkları için şiddetli ve yıkıcıdırlar. Preödipal dönemde ikili ilişkilerin dinamikleri sergilenir. İkili ilişkiler üçüncü kişinin varlığını kabul etmez. Duygulanımsal yük de ikilidir. İyilik, sevgi ve doyum öne çıktığında çocuk hem kendisini hem annesini böyle algılar. Çocuk kendini kötü, kızgın ya da aç hissettiğinde annesi de kötü olur. İyilik ve sevgi anlarında sanki hiç çatışma yok, kötülük anlarında ise çatışmadan çok bir toptan yıkım, nefret ve kirlenme var gibidir. Bu iki farklı kendilik hali arasındaki çatışma iyilik ve sevgi egemen olana kadar sürer. Bu çatışmada kötülüğün ve nefretin kazanmasından ve iyiliği yok etmesinden korkulması paranoid kaygıları besler, sevgi ve nefret yüklü kendilik tasarımlarının sürekli ayrı tutulmaya çalışılmasına neden olur.

Böyle, siyah-beyaz gibi keskin bir zıtlık ödipal dönemde çözümlenemezse “Ben kimim?” biçimindeki bir sorgulamaya ve çatışmaya neden olur. Eğer kişi bu çatışmasını inkâr etmeye ve dışa yansıtmaya devam ederse bu soruyu kendine sormaz, içine bakamaz. Bunun yerine kişinin farklı kendilik tasarımları ile karşılaşan insanlar “Bu kim?” sorusunu sorar ve çatışmayı dillendirirler. Bu durum benliğin, çatışmalı kendilik tasarımlarını bütünleştirecek bir yol bulamadığını gösterir.

Preödipal sorunlar, kendilik sorunları ve saldırganlıktaki şiddet kişiyi çatışmaya eğilimli kılar. Preödipal sorunlar; ilkellikleri, şiddetleri, sertlikleri ve kaotik doğaları ile uzlaşma oluşumunu engeller ve çatışmalar yinelenir. Kendilikteki kırılganlık ve narsisistik sorunlar çatışmaya toleransı düşürür ve hassasiyeti artırır.

İçsel Çatışmalara Somut Çözüm Arama ve Eyleme Dökme

Benliğin çatışmalara çözüm bulması temelde düşünme ile olur ve soyuttur. Yukarıdaki çatışma biçimi yaşanıyorsa kişi dışarıda ve somut çözümler bulmaya çalışıyordur. Örneğin Demir, iç dünyasındaki sevgi ve nefret yüklü kendilik tasarımlarında çatışma olan ve iş arkadaşları ile sorunlar yaşayan birisidir. Demir, bazı arkadaşlarıyla çok iyi bazı arkadaşları ile çok kötüdür. Bu durumun kendisiyle değil iş arkadaşları ve iş yeri ile ilgili bir durum olduğuna inanır. Sevdiği ve nefret ettiği iş arkadaşları kendi aralarında konuştuklarında onun hakkında bir kanıya varamazlar. Sevdiği arkadaşları onu savunurken nefret ettiği arkadaşları onu suçlar ve yaptığı kötülükleri anlatır. Demir, içindeki çatışmayı dışsallaştırmış ve çatışmayı kendisi değil, ilişki kurduğu kişiler yaşamaya başlamıştır. Bir gün Demir nefret ettiği iş arkadaşları ile o kadar kötü kavga eder ve onları öyle bir kışkırtır ki sonunda patronu onu işten çıkarmak zorunda kalır. Olaylar bittiğinde Demir kendisini suçlu bulmaz kavga ettiği iş arkadaşlarına nefreti iyice artmıştır. Patronu kötülere uymuş ve onu dışlamışlardır. En iyisinin böyle kötü insanların olmadığı temiz bir işyeri bulmak olduğunu düşünür ve böyle bir yer aramaya başlar. Çatışma da çözüm de onun içinde değil dışındadır ve somuttur. Çatışmanın bu biçimde değerlendirilmesi benzer durumların yinelenmesine neden olur. İçsel bir çatışmaya sadece dışarıda çözümler bulunamaz. Çözüm gibi gözükenler geçici iyileşmeler getirir. İçgörü kazanmak zorlaşır, dışa yansıtma paranoya yaratır.

Çatışmalarını içselleştirmiş kişilerde çatışmalar daha uzun zaman aralıklarıyla ve daha işlenebilir düzeylerde ortaya çıkarlar. Suçluluk hissi vardır. Çatışmaların dışsallaştırılması ilişkilerde çatışmaların daha hızlı, daha sık ve şiddetli gündeme gelmesine, suçluluk ve sorumluluk duyulmamasına neden olur. Bu durum benlik güçsüzlüğü ile beraber olduğunda kişi çatışmalı duruma yaklaşırken şiddetli duygular yaşamaya başlar ve bunları söze dökmekte zorlanır. Yaşadıklarını sözle ifade edemeyince eyleme dökme gündeme gelir. Kişi nefretini saldırarak, sevgisini sevişerek ifade etmek ister.

Çatışma ve Bağımlılık

Winnicott’a göre anne, bebeğine yeterince iyi bir uyum sağlamışsa bebek ve anne ilk aylarda sanki tek vücutmuş gibi yaşarlar. Zamanla bebeğin benlik gücü arttıkça anneden ayrışır. Genellikle bu gelişime bebeğin bekleme kapasitesindeki artış eşlik eder. Bebek bir ihtiyaç hissettiğinde bunu ağlayarak iletir, anne bebeğinin ihtiyacını tahmin eder ve doyurur. Buradaki aksaklıklara çatışma denemez. Bunlar yoksun bırakılma, ihmal edilme ve uzun sürdüğünde çöküş ve yıkım olarak tanımlanabilir. Bebeğin anneye bağımlılığı azaldıkça ve benlik işlevleri geliştikten sonra çatışmadan söz edilebilir. Çocuk-ebeveyn ilişkisinde çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması-karşılanmaması sorunu çatışma olarak değil ihmal olarak görülebilir.

Açlığı ele alırsak, açlık bir ihtiyaç olarak karşılanmak zorundadır. Bu ihtiyacı çocuk da anne de hisseder. İhtiyaçların karşılanmasını değil, karşılanma biçimini çocuk ve ebeveyn farklı düşündüğünde çatışmaya yol açar. Örneğin anne çocuğunun daha çok yemesini isteyebilir ama çocuk doymuş olabilir, anne farklı besinlerle beslemek isteyebilir ama çocuk bu yeni besinleri beğenmeyebilir. Ama çocuk aç bırakılır ya da dengeli beslenmesi sağlanamazsa bu durumdaki yoksunluk ve ihmal gelişiminde kalıcı hasarlar yaratır. Eğer benlik bütünleşmeden önce annenin bakımında ciddi sorunlar varsa, ihmal ediyorsa veya yeterince iyi bakamıyorsa bebeğin ruhsallığında kalıcı hasarlar olur. Çocuk ruhsal açıdan sakatlanır ve psikanalitik bir terapiden geçmeden sakatlığı düzelemez.

Burada çocuğun ruhsal açıdan zarar görme düzeyi, yaşı ve bağımlılık derecesi ile ilişkilidir. Çocuk ne kadar küçük ve annesine ne kadar bağımlı ise annesinin bakım verme ile ilgili eksikliklerinden o kadar çok etkilenecektir, çünkü yoksunluklarını kendisi tamamlayamayacaktır.

Böyle bir sorunda çocuk için zorluk, ihtiyaç duyan kendilik tasarımı ile doyuran anne tasarımının bağlantıyı kaybetmesidir. Bu kopuş, ihtiyaç duyan ama doyuralamadığı için korkan, içe çekilen ve hoşnutsuzluk yaşayan bir kendilik tasarımını pekiştirir. Bu kendilik tasarımı, benliğin güçlenmesini engeller. Çatışmalara karşı çocuğun kendisini güçsüz hissetmesine, çatışma çözümlerinde altbenlikten yararlanamamaya neden olur. Winnicott eğer yeterince iyi bir anne ve bakım olmazsa bebeğin dürtüsel kaynaklarından koptuğunu sahte ve gerçek kendilik kavramları ile göstermiştir. Eğer annenin bakımında ihmaller ve yoksun bırakmalar varsa bebek bunlara uyum sağlamak için sahte bir kendilik geliştirir. Uyum sağlıyormuş gibi gözüken bu sahte kendilik dürtülerden ve ihtiyaçlarından kopuktur.

Bireyselleşme Çatışmaları

Çocuk bireyselleştikçe ve kendi tercihleri oluşmaya başladıkça ihtiyaçlarının karşılanma biçimleri çatışmaya dönüşebilir. Bu çatışmanın içinde bireyselleşme çabalarının etkisi de vardır. Çocuk hayır demeye başladıktan sonra annesi ile girdiği çatışmaları bireyselleşme ve kendine alan yaratma istekleri doğrultusunda kullanır. Anal döneme gelindiğinde özerklik isteği şiddetlenir ve “kimin dediği olacak” sorunu ön plana çıkar. Bu dönemde dürtülerin annenin mi çocuğun mu isteğine göre, boşaltılacağı ayrı bir çatışma konusudur. Çocuğunun istek ve ihtiyaçları ile uyumlu hareket etmekle beraber onun benlik işlevlerini geliştirme yönünde yollar bulabilen anneler bu dönemi daha az çatışarak atlatırlar. Ama anal döneme saplanmış titiz ve takıntılı ebeveynler ağır cezalarla, sert kurallarla, gereğinden fazla müdahalelerle çatışmayı inada bindirebilirler. Böylelikle çocuklarının da bu döneme saplanmalarına neden olurlar.

Ebeveynlerin içsel çatışmaları çocuklarını yetiştirme biçimlerine yansır. Oral dönem sorunları olan ebeveynler beslenme açısından, anal dönem sorunları olanlar titizlik açısından, ödipal dönem sorunları olanlar cinsel gelişim ve karşı cinsle ilişkiler açısından çocukları ile daha çok çatışma yaşayabilirler.

Bireyselleşme çabaları ve bağımlılık gençliğe kadar sürer. Bu süreçte ergen hem ailesinden ayrışma hem çocukluktan ayrılma hem de dürtülerinin şiddetlenmesi açısından içsel çatışmalar yaşar. Ergenler çatışma yaratarak bağımsızlaşma isteklerini dile getirebilirler. Girdikleri çatışmalar bağımsızlaşmaya yönelik korkularını da gösterebilir.

Benlik ve Kendilik Arasındaki Çatışma

Benliğin ana işlevlerinden birisi kendiliği korumaktır. Freud[7] kendiliği korumayı bir benlik dürtüsü olarak tanımlamıştır. Benlik, dürtüsel yatırımını düzenlemeye çalışırken saldırganlık dürtüsünü kendiliğe yöneltirse bir çatışma ortaya çıkar. Kişi kendi kendisiyle bir mücadeleye girer. Psikiyatrik hastalıklar çeşitli düzeylerde böyle bir çatışma içerirler. Benlik, saldırganlığı kendiliğe yönelttikçe bu zararı algılayamaz hale gelir. Ölüm dürtüsü böyle bir süreci de içerir.

Üstbenliğin sertliği ve suçluluk duygusunun yoğunluğu benliğin kendiliği korumasını bozar. Klinikte bu durum benliğin kendiliğe saldırması halinde görülebilir. Eğer ebeveyn tasarımının etkisi ayrıştırılabilirse benlik üstbenliğe karşı kendisini savunmaya başlar ve kendiliği koruyabilir hale gelir.

Çatışmadan Kaçınma

Çatışmadan kaçınma işlevsel olmayan biçimlerde görüldüğünde psikopatoloji yaratabilir. Nevrotik bir kişide bu, yer değiştirme ve yansıtma ile fobik bir kaçınma yaratır. Sınırda kişilik yapılanmasında paranoid düşünceler kaçınma yaratabilir. İlkel savunma düzeneklerini kullanan şizoid kişiliklerde temel ihtiyaçlar inkâr edilerek ve her türlü insani ilişkiden uzak durularak sevginin yaratabileceği çatışma ihtimalinden kaçınılır. İlişki kurmak, çatışmanın ötesinde bir işgal edilme ve ele geçirilme korkuları yaratır. Yaşamın kendisi çatışma yüklüdür ve korunma ve güvenlik arayışı bir saklanma, içe kapanma haline dönüşür. Gerçeklikte çatışmasız alan bulamamak çocuğu iç dünyasında çatışmasız bir fantezi dünyası yaratıp dış dünya ile arasında kalın bir kabuk inşa etmesine neden olabilir. Guntrip[8] burada çatışmanın sevgi ve nefret arasında değil, sevgi ve korku arasında olduğunu belirtir. Bu kopuş benlik tam bütünleşmemişken olursa şizoid bir yapılanma yaratırken benlik bütünleştikten sonra olursa benliği zayıflatır. Benlik uzlaşma bulmaktan umudunu kaybederse çatışmadan uzak duracaktır. Bu, benliği güç kazanma kaynaklarından yoksun bırakır.

 


[1] 5. Dönem: Metapsikoloji bölümüne bakınız.

[2] S. Freud, “Remembering, Repeating and Working-Through (Further Recommendations on the Technique of Psycho-Analysis II)”. S.E., 1914, 12: s. 145-156.

[3] H. Hartmann, [1958] Ben Psikolojisi ve Uyum Sorunu, Çev. M. B. Büyükkal, Metis Yayınları, İstanbul, 2020.

[4] P. Tyson ve R. L. Tyson, Psychoanalytic Theories of Development: An Integration, Yale University Press, New Haven&London, 1990.

[5] İng. intersystemic

[6] İng. intrasystemic

[7] S. Freud, “Two Encyclopaedia Articles”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 1923, 18:233-260.

[8] H. Guntrip, “The Manic-Depressive Problem in the Light of the Schizoid Process”, International Journal of Psychoanalysis 1962, 43:98-112.