• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BABANIN SESİ

BABANIN SESİ

Önce Freud’u dinlersek

Psikanalizde Freud’un sesi çokça işitilir. Yirmi ciltlik külliyatı ile hemen hemen her konuda söz söylemiştir. Günümüzde klasik psikanalitik yazarlar yazılarında Freud’un sözlerini anmadan makale yazmazlar. Sonuçta Freud’un sesi çokça duyulur.

Klein, Freud kadar çok yazmamıştır. Onun sesini önce Ernest Jones korumuş, sonra başta kadın takipçilerinden Susan Isaacs, Joan Riviere ve Hanna Segal olmak üzere Bion ve Rosenfeld dünyaya duyurmuştur. Anna Freud’ta babasının sesi, kendisini geride bırakacak kadar baskındır. Lacan, Freud’un sesini yeniden yükselten kişi olma rolünü benimsemiştir. Winnicott ise sanki şefkatli bir baba gibi çalışmış, annelerin dinlediği, annelere güven veren ve de anneliği analize sokan bir ses olmuştur.

Psikanalizin başında her olgu cinsellik ve libidinal yatırım üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Freud, benliğin cinsellik, libido ve gerçeklik ile ilişkilerini kavramsallaştırdığı “Benlik ve Altbenlik” makalesinin Benlik ve Altbenlik bölümünün sonuna şu çizimi koymuştur:[1]

1923'te çizdiği yukarıdaki şemada sol üste bir "acoustic cap" (ses şapkası) takmıştır. 1933'e ait aşağıdaki çizimde bu ses şapkası üstbenliğe dönüşmüştür.                                       

cortical homunculus

Ses, ruhsallıkta baştan beri varken, kelime tasarımları ve özellikle de üstbenlik sonradan eklenir. Kelime tasarımları oluşturmak benliği altbenlikten ayırır, onu kontrol altına almasını sağlar. Freud şöyle der:

Benliğin, altbenliğin dış dünyadan algı-bilinç sistemi aracılığıyla doğrudan etkilenmesiyle değişime uğrayan bir parçası olduğu kolayca görülebilir; bir anlamda, bu bir yüzey farklılaşmasının uzantısıdır. Dahası, benlik, dış dünyanın etkisini altbenliğin ve onun eğilimlerinin üzerine getirmeye çalışır ve altbenlikte sınırsızca hüküm süren haz ilkesinin yerine gerçeklik ilkesini koymaya gayret eder. Altbenlik için içgüdü hangi rolü oynuyorsa, benlik için de algı aynı rolü üstlenir. Benlik, akıl ve sağduyuyu temsil ederken, altbenlik tutkuları barındırır.

Freud daha sonra üstbenlik olarak kavramsallaştıracağı yapının bilinçdışı yönlerinin öncülü olarak saptadığı farkındalıklarını yazıya döker:

“Psikanalizlerimizde, kendini eleştirme ve vicdan gibi son derece yüksek zihinsel faaliyetlerin bilinçdışı olduğu ve bilinçdışı bir şekilde son derece önemli etkiler yarattığı bazı insanlar keşfediyoruz.” der ve ‘bilinçdışı suçluluk duygusu’na değinir.

“Birçok nevrozda bu türden bilinçdışı bir suçluluk duygusu belirleyici ekonomik bir rol oynamakta ve iyileşmenin önüne en güçlü engelleri koymaktadır. … Benliğin yalnızca en aşağı düzeydeki bileşenleri değil, aynı zamanda en yüksek zihinsel işlevleri de bilinçdışı olabilir.”[2]

Daha sonra Benlik ve Üstbenlik (Benlik İdeali) bölümüne başlar. Üstbenliğin gelişim sürecinde birincil baba tasarımının inkorpore edilmesine değindikten sonra özdeşleşme süreçlerini açıklar. Üstbenlikte baba ile özdeşimin iki yönüne vurgu yapar: “Onun gibi olmalısın.” ve “Onun gibi olamazsın.” Benlik idealini, babaya duyulan özlem olarak tanımlar ve dinlerin oluşumunun çekirdeği olarak görür. Üstbenliğin totemizm deneyiminden türediğini varsayar. Buna, çok önemli bulduğum şöyle bir ek yapmak isterim: İdeali belirleyen olarak hem lider hem de grup ile özdeşleşmek hatta kaynaşmak için müzik şarttır. Totemizmde; lider, müzisyen büyücü ve topluluk ayrılamaz üçlüdür. Dinde ise kabile lideri tanrı ve peygambere evrilmiş; müzisyen büyücü, din adamı ve ilahi söyleyen koroya ayrışmıştır. Kabile ise cemaat olmuştur.

Üstbenlik oluşumu ile ilgili olarak Freud şunları da ekler:

Üstbenliğin de benlik gibi kökenini işitilen şeylerden ayırt etmesi imkansızdır; çünkü üstbenlik, benliğin bir parçasıdır ve bilinç tarafından kelime temsilleri (kavramlar, soyutlamalar) aracılığıyla erişilebilir durumda kalır. Ancak, üstbenliğe yönelen enerji yüklenmesi, bu içeriklere işitsel algıdan (öğretim veya okumadan) değil, altbenliğin iç kaynaklarından ulaşır.

Freud’un “Ancak, üstbenliğe yönelen enerji yüklenmesi, bu içeriklere işitsel algıdan (öğretim veya okumadan) değil, altbenliğin iç kaynaklarından ulaşır.” cümlesi Freud burada müziği ve sessel iletimi düşünemediği için eksiktir. Müzik; üstbenliğe, benliğe ve altbenliğe enerji yükleyebilecek güce sahiptir. Dans da kendiliğe enerji yükler. Otoritenin buyrukları müzikle içselleştirilir.

Daha önce ertelediğimiz soruyu şu şekilde yeniden ele alabiliriz: Üstbenlik neden esas olarak suçluluk duygusu (ya da daha doğrusu eleştiri) biçiminde kendini gösterir? Dahası, üstbenlik neden benlik karşısında olağanüstü bir sertlik ve acımasızlık geliştirir?

Freud bu soruyu melankoli üzerinden yanıtlar. Bence yanıt tamamen melankolide değildir. Ama yanıt melankoli gibi derin regresyonlar, ilkel nitelikli ögelerde ve inkorpore edilerek yutulan tasarımlarda olabilir. Üstbenliğin regresif ve yaşamın başlarında inkorpore edilmiş parçaları, ki Freud Totem ve Tabu’da[3] babanın yenerek inkorporasyonu örneğini verir, Klein buna memenin inkorporasyonunu eklemiştir, altbenlikten gelen enerjinin kaynakları haline gelirler.

Prens Hamlet Kral Hamlet’in sözünü dinliyor

Bununla beraber preödipal dönemde inkorpore edilmiş anne-baba tasarımlarının sesleri üstbenliği oluştururlar. Bu içerikler bastırma öncesi yenmiş, yutulmuş, kaydedilmiş ve bilinçdışının kelime tasarımlarına dönüşememiş halidir. Çocuk henüz bir savunma geliştirmeden ebeveynleriyle ilgili çeşitli deneyimleri onların tasarımları olarak içselleştirir.

Depresif hastalarda üstbenliğin yamyamsı sadistik seslerinde bunu duyarız. Üstbenlik yiyici ve sömürücü bir biçimde konuşur. Üstbenlik, kişinin her türlü ihtiyacını, öfkeyi, açgözlülüğü, hasedi, cinselliği ve bunlara eşlik eden istekleri yanlış ve kötü görür yasaklar. İdeal benlik, genellikle daha arka planda kalır, cennet gibi ve ulaşılamaz bir mutluluk ve doyum amaçlar. Bu sert yasaklar ve yüksek hedefler tüm yaşananları değersizleştirir. Hiçbir şey bu amacı doyuramaz, iştah yasaklanmıştır. Sert üstbenlik, bunları yaşama geçmeden sınırlandırarak doyumu engeller. Sonuçta var olmanın yolu bulunamaz ve var olmak suçluluk nedenidir.

Klinikte bu hastaların sözüne pek yer yoktur, sessizleşirler. Ya babanın sesi siliktir ve çocuk anne tarafından yutulmuştur ya da baba anne ve çocuğu yutmuştur. En tipik hali üstbenlik öncülü olarak yutulup mideye oturmuş ebeveynin sesinin duyulmasıdır. Hasta değil ebeveyni konuşur.

Bu konuşmanın bir örneği Prens Hamlet’in durumudur. Kardeşi Cladius, Kral Hamlet’in kulağına zehir dökerek onu öldürmüştür. Shakespeare burada sözlerle Cladius’un herkesi zehirlemesini simgeleştirmiştir. Prens Hamlet de babası gibi Cladius’un zehriyle ölür. Oyunda otorite tasarımı ikiye bölük haldedir, Kral Hamlet güçlü ve cesur, Cladius sinsi ve korkak otoriteler. Prens Hamlet’in annesi ise aldatılabilen zayıf bir karakterdir. Bir ebeveynin baskın sesli, bir ebeveynin sessiz olduğu bu dinamik psikopatolojilerde sık görülür.

Melankoliye özgü olan ise ölen ideal baba Hamlet’in, oğul Hamlet’in içinde yaşıyor olması, sesinin duyulmasıdır. Bu aynı zamanda narsisistik bir nesne ilişkisidir. Narsisistik nesne ilişkileri yıkıldığında melankoli ortaya çıkar. Ölü babanın sesi, hak ve adalet arıyor gözükürken yaşamın değil ölümün hizmetindedir. Prens Hamlet’i olmak ya da olmamak meselesine hapseder. Hamlet, var oluşsal krizinden çıkamaz. Son sözleri, “Rest is silence.”dır. “Arta kalan sessizliktir.” ya da “Huzur sessizliktir.” “Huzur sessizliktir.”, öldüğünde artık babasının vicdan azabı yaratan sesinin de kesilmesini; “Arta kalan sessizliktir.”, babası ölünce geriye kalan sessizliği dile döker. Psikanalitik açıdan bunu şöyle yorumlamak gerekir: Kral Hamlet, Prens Hamlet'in iç dünyasını o kadar kaplamıştır ki Prens Hamlet'in iç dünyasında babasından arta kalan sessizliktir.[4]

Babanın ölmesi ve yasının tutulması, onun içsel bir sese dönüşmesini sağlar. Bu dönüşüm olmazsa babanın sesi, babanın karakterinin izlerini taşımaya devam eder ve içselleştirilse de özümsenemez. Çocuğun, babasını tanıması ve özümsemesinde annenin babayı tanıması temel bir rol oynar. Şimdi annenin güzel sesi ile babayı nasıl tanıttığına bir örnek veeceğim.

Bebek annesinin sesiyle babasını düşleyerek uyuyor

Salman Akthar’a[5] göre: 1) Anneyi koruyan, seven, uyumlu  baba, annenin çocuğa bakımını kolaylaştırmaktadır; 2) Babanın kendisini çocuğa yansız ve yeni bir nesne olarak sunması, yeniden bütünleşme/ayrışma evresinde çocuğa dayanak olur ve annesiyle girdiği çatışmalardan nefes alma olanağı sağlar; 3) Annenin sevgilisi olarak baba, çocuğun üçlü ilişkilere geçmesini ve bununla ilgili çatışmaları yaşamasını, bunlara katlanmasını ve bunlardan yararlanmasını sağlar; 4) Annenin hayranlık duyduğu bir kişi olarak baba, kızının ve oğlunun cinsel kimliklerinin gelişimini kolaylaştırır.

Şu dört mısralık ninnide tüm bu dört ögeyi hatta daha fazlasını görürüz:

Dandini dandini dastana

Danalar girmiş bostana

Kov bostancı danayı

Yemesin lahanayı

Ninnide, bostancı olarak baba, koruyan ve kollayandır. Anne tarafından dışarıda olduğu bildirilen, biraz yabancı ve müdahaleye çağırılandır. Annenin babayı istemesi ve hayranlığı bostancıyı çağırışında duyulur. Bostanın sahibi bostancıdır, sahiplenme vardır. Anne, bu tutumuyla baba ile bir çift oluştururken lahanalar ile kendi memelerini ve besleyiciliğini vurgular. Anne hem dış hem iç dünyadaki kötücül güçler için uyarısını yapmaktadır. Çocuğun açgözlülüğüne, “Dana gibi yersen bostancı gelir.” uyarısında bulunmaktadır. Burada bostancı babanın saldırganlığı hem içsel hem dışsal açıdan yapılandırıcı bir işlev görür. Bostan ve içindeki lahanalar oluşları ve içine alan bir alan olma haliyle dişilliği, bostancı yapışıyla ve alana girip çıkabilen oluşuyla erilliği simgeler. Aralarındaki birlikteliği de gösterir.

Ninnide görüldüğü gibi anne, çocuğu için bir düzen ortaya koymaktadır. Annenin ninnisindeki sözcükler, müzik, kullanılış biçimi, yeri gibi ögeler onun icadı değildir. Bunlar, kültürden, annenin ait olduğu çoklu yapılı düzenden türetilmiştir ve bu sistemin parçasıdırlar. Annenin ait olduğu topluluğun var olagelen yapısı babasal bir koruyuculuk ve annesel bir içericilik taşır.

Bostancı babanın sahneye girişi; çocuksu, açgözlü ve hayvani (dana) kendiliğin yaşamaya ve var olmaya devam edebilmesi (going on being) için gerekli bir “müdahale”, dışlama ve kovmadır. Çünkü ancak böyle bir güce boyun eğerek çocuk erişkinlerin düzenine kabul edilebilir, çocuk bebeksi kendiliğinden ve o kendiliğin annesinden ayrılır.[6] Bollas, çocuğun gelecekte karşı karşıya kalacağı tüm zorlukları aşabilmesi için “engel olan baba” figürüyle karşılaşmaya ihtiyaç duyduğunu ve hem erkek hem kız çocuklarının, bilinçdışı bir şekilde, ilerideki yaşamlarını güvence altına almak adına bu istenmeyen figürle çatışmayı aradıklarını belirtir.

Psikanalitik literatürde Freud’tan itibaren babasal ses “hayır’ın oluşturduğu sansür” ile simgelenir. Kendiliğin dağılmaması ve benliğin duygusal ve dürtüsel taşmalar ile ketlenmemesi için çocuğun bu yapıyı özümsemeye ihtiyacı vardır. “Hayır” tonu içeren önemli bir söz, “yeter”dir. Winnicott, mükemmel anne yerine “yeterince iyi anne” kavramını koyarak tümden iyi anneye “yeter” demiş, anneyi tanımlamış ama kendi yaptığını tanımlamamıştır. Winnicott, “yeter” diyen babasal bir otorite olarak “anne”leri rahatlatmıştır. “Yeterince iyi anne” kavramının karşısında “yeterince iyi baba” değil “yeter diyen baba” vardır. “Hayır” toptan bir reddetme ve yasaklama iken “yeter” bir sınır koyma, alt-üst düzeyi, şiddeti belirleme işlevi ile benliğin önemli bir işlevini simgeler. Benlik, “yeter”li bir düzenleme yaparak kendiliğin dağılmasını, taşkınlık yaşamasını, tükenerek yetersizliğe düşmesini engeller.

Ruh (psyche), çift cinsiyetlidir. Benlik, gelişimle birlikte birbirinden ayrışan, eşit hareket eden, birbirinin yerine geçebilen ve etkileşimli işlev gören eril ve dişil ögeleri kullanır. İçsel anne veya anne düzeni; özdeşleşme, içine alma, gebe kalma, doğurma ve kucaklama (holding) gibi ruhsal işlevlerin yanı sıra sözsüz yollarla kurulan iletişim biçimlerini içerir. İçsel baba veya baba düzeni; nüfuz etme, içine girme, dölleme, koruyuculuk, karşı karşıya gelme, yasa koyma, uygulama ve yeter deme işlevlerini içerir.

Babanın sesi duyulmazsa düzen oluşamadığı kadar bütün de oluşamaz. Burada paradoksal gibi gözüken bir durum ruhsal sağlık açısından önemli bir işlev görür. Babanın dıştan (aslında bu yolla içsel olacaktır) gelen müdahalesiyle, anne-çocuğu ayırmasıyla ve gerçekliği dayatmasıyla birlikte çocuğun iç dünyasında oluşan disosiasyon içsel bir yapılanmaya evrilir. Bu süreçteki yeterince iyi anne ve yeter diyen baba birlikteliği, çocuğun gerçek ve sahte kendilik biçiminde kendiliğini disosiye ederek uyum sağlamasının önüne geçer. Bu, örneğin birisinin öldüğünü (babanın müdahalesini) kabul etmek ve etmemek gibidir. Benlik, ölüm haberini (babanın müdahalesini) duyduktan sonra bunu kabul edebilirse (anneyle birlikte) yas tutabilir, gerçeklikten kopmaz, bütünleşmeye devam eder. Ama benlik yas tutmazsa (babanın müdahalesini kabul etmezse) çeşitli disosiasyonlar görülür, bir parçası gerçeklikten kopar, bütünleşemez.

Babanın sözünü dinliyormuş gibi yapma

Histerik babasının sesini duyuyormuş gibi yapar. Babanın sesini ekarte etmek için çeşitli yollar kullanır. Babanın sesini disosiye ederek onu insanlıktan uzak bir ideal yapabilir. Babanın sesini çok cinselleştirerek vahşileştirebilir ya da cinsellikten arındırarak kutsallaştırabilir. Ya da babasının sesini kolunda dövme, ayakkabısında sivri burun haline getirerek bedenselleştirebilir. Bollas, Histeri adlı kitabında histerik kişinin babası ile ilişkisine özel bir bölüm ayrışmıştır. Histeriğin, babasının sesini, yasaklayarak düzen kuran değil, beğenerek ona aşık olan bir ses olarak duyduğunu belirtir. Histerik, annesini babasına aşık olan değil, babası annesine aşık olduğu için ona da aşık olan bir baba olarak yaşar. Böylelikle, baba ve gerçeklik dışarıda kalırken histerik de çocuksu kalır.[7]

Histerik, babasını ayartabildiğine dair düşlemini korur. Bu düşlem onu korkutur ve kontrofobik bir yansıtma ile ayartanın baba olduğunu düşlemleyerek bunu eyleme döker. Bu dinamik, babası ile özdeşleşmesini engeller. Bu yüzden histeriklerin bazıları bir düzene uyamazlar, kuralları kolaylıkla ihlal ederler, çerçeveyi bozmayı bir sorun olarak algılamazlar. Histerik bir hasta terapiyi bitirmeye karar verdiğini söylemeden son seanslarda terapiden çok fayda gördüğünü anlatıp terapistini ayartıp bir anda artık gelmeyeceğini söyleyebilir.

Babanın sözünü dinliyormuş gibi yapma sadece histeriklere özgü değildir. Narsisistik ve antisosyal kişilik bozukluklarında, sınırda yapılanmalarda da görülebilir.

Celal Odağ’da hastanın iç dünyasını seslendirme

Odağ, yazılarındaki olgu örneklerinde ve olgu süpervizyonu çalışmalarında hastaların şikayetlerini ve dinamiklerini cümlelere dökme yöntemini kullanırdı. “Sadizm ve Mazoşizm: Freud’un Karşıt Çiftleri”[8] başlıklı yazısında bu yöntemine dair örnekler vardır.

Bir duygu, düşünce ya da eylemin anlamını söze döker:

Arayış; uyum, savunma, doyum amaçlıdır, “İyi olduğum zaman yalnızımdır, kötüleştiğim zamanlar annemle birlikte olurum.” mazoşistik çocuklara özgü bir düşünce/duygu kalıbıdır. … Acılarını, benliğe uyumlu (egosynton) yapabildiği oranda bir kontrol sağlar. “Ben annemin gaddar olarak yetiştirmeye çalıştığı kimseyim ve zevkle düş kırıklığına uğrarım.”

Kendini yaralayıcı davranışlarda eylem tümgüçlülüğün bir öğesidir. “Yaralanmaz bir kişiyim, acı bana vız gelir.” diyen bir haykırıştır.

Ruhsal yapılanmayı anlatırken, isteği söze dökerek ifade eder:

Biz ise daha derine iniyor, antisosyal kişilik bozukluğu olan hastanın nesneler evreninde iki kişinin varlığını sezinliyoruz. Bu iki kişiden biri sürekli isteyen, hazzı arayan, dürtüsel davranan, doyum peşinde, etik değerlerden, sağduyudan, ölçüden uzak; sürekli “bana ver” diyen bir çocuk gibi. Bunun üstündeki yaptıklarından utanan, pişman olduğunu, suçlandığını, utandığını zanneden ikinci kişinin inandırıcılığı yok; hastanın kendi oluşturduğu yapay bir kimlik görüntüsünde, kendi kendisini aldatmaya yarıyor.

Ruhsal ögenin sesini işitilir hale getirir:

Psikopat hastaların, bunalımlı dönemlerinde bu çekirdek bağımsızlaşır, eyleme vurumlarla sesini duyurur. “O kadar utanmıştım ki.”, “Öylesine suçlanmıştım ki.”, “Kendimden öylesine bir nefret etmiştim ki.”, “Öylesine değersizdim ki.” bu çekirdeğin işitilen tümcelerindendirler. Bu nedenle bu çekirdeğin şiddetle bastırılması, saklanması, iç evrenin karanlık bir bölgesinde gizlenmesi gerekir.

Terapistin çağrışımlarını da söze döker ve bu çağrışımları karşı aktarım aracılığıyla hastanın dinamiklerini anlamakta kullanır:

Eşe gelince: kocasının ardından görüşmeye yorgun, bitkin, sürüklenerek giren karısı terapistinde “on beş ton” çağrışımı uyandırıyor. Hasta görüşme odasına bu ağırlığı taşıyan ve bunun altında ezilen bir tavırla giriyor. Çaresizliği, çökkünlüğü bu görüntüyü tamamlıyor. Yavaş ve ağır konuşması, bitkinliği, bu yükün izlerini ele veriyor.

Hastanın belirtilerini de söze döker:

Ardından ağlıyor. Tek yaptığı ağlamak. Ama bu ağlama- dan çok bir sızlanma. Ağlaması, yardım isteğini iletmeden çok suçlayıcı. Sonu gelmeyen bir intikam aracı olma özelliğinde. Gözyaşları "Görün ne haldeyim, görün kocam bana neler yaptı, görün kocam ne kadar pis ve aşağılık birisi!" iletisi ile dolu. “Görün ve ondan intikam alışımı anlayın. Bana hak verin.” Ama gözyaşlarından kendisinin ne kadar temiz, değerli, özverili ne kadar yüce bir kişi olduğu iletisi de adeta fışkırıyor.

Bu tür seslendirmeler hem hastayı anlatırken hem anlarken hem hasta ile görüşürken çok yararlı olurlar. Bu yarar, seanslarda hastaların hızla verdiği tepkilerde, söyleneni çabucak anlamalarında kendini gösterir.

Son olarak Bollas’tan “Hastanın Müziği”

Freud, kavramsallaştırmasında müziği saf dışı bıraksa da klinik açıdan hastanın müziğine en önem veren kişi olmuştur. Hasta divana uzanınca serbest dalgalanan dikkat ile hastanın müziğini dinlemenin yolunu keşfetmiştir.

Bollas, Freudiyen An[9] adlı kitapta hastaların müziğini nasıl duyduğumuzu çok güzel anlatır. Oradan yaptığım özet alıntı şöyle:

Dil ve işitilen ses (sonic) kategorileri, her ne kadar birbirlerinden ayrı da olsalar, belki bir kelimenin sesbirimsel/phonemic sesinden ve hastanın kelimeyi nasıl seslendirdiğinden söz ettiğimizde birbirlerine çok yakındırlar. Ses kategorisinin, konuşanın özgün sesi için “ses”/voice adlı bir düzenlemesi olmalıdır.

Sesin sound’ına dönersek, alay etme, umutsuzluk, içe çekilme, beklenti gibi sesle ifade edilen/vocal belirteçlerin bir listesini yapabiliriz. Başka bir deyişle, zihinsel nitelikleri ya da zihnin hallerini simgeleyecek yollar aramaya başlarız.

Vurguyu/stress ele alalım. Konuşan her kişi, belli kelimelere ve hecelere vurgu yapar. Yanıltıcı bir biçimde basit gelebilir ama bir deyimde hangi kelimelere vurgu yaptığımız, kelimenin anlamının aktardığı anlamdan başka bir şeyler de söyler.

Ya da sesin perdesini/pitch düşünelim. Bu bir kişinin, ne kadar yüksek ya da düşük tonda konuştuğunu belirler ve vurguya yakın bir anlamı olsa da tüm seslerin belirli bir perdesi olduğu için kesin bir ölçek ile ölçülebilir. Sesin perdesi, psikosomatik iletişimin bir biçimidir.

Konuşan kişinin ilettiği titreşim, dinleyenin kulağını etkiler ve konuşan kişinin titreşimlerine göre dinleyen kendisini ayarlar.

Etki süresini/duration ele alalım. Kelimeler arasında geçen zamanlar da ifadenin bir parçasıdır. Genel olarak bilinçdışımız, bir analizanın vuruşlarıyla (beat) bilgilendirilir. Müzikte zamanın vuruşlarla (bir ölçüde üç vuruş gibi) ölçülmesi gibi zaman, ardışıklığın mantığına göre, seansın vuruşuna göre ilerler. Ölçüler iki vuruş biçimine göre gruplanır: güçlü ve zayıf vuruş.

Ölçüler vuruş sayısına göre de belirlenir, ikilik ya da ikinin katları olabilir, üçlük ya da üçün katları olabilir ve bunlar ölçüyü oluşturur. Bir kişinin ölçü karakteri, onun bilinçdışı zamanlamasını dile döker. Bununla birlikte daha sık ve aynı zamanda daha karmaşık olarak, kişi seanstaki temposunu, değişen zihin durumlarına göre farklılaştıracaktır.

Bir de kişinin ses perdesinin niteliğini tanımlayan tını (timbre) vardır. İnce bir farklılıktır ama örneğin bir piyano ya da kemanın farklı ses niteliklerini belirtir. Kişilerin farklı ses tınıları vardır. Ayrıca, zihinlerindeki konuya göre ses perdelerini çeşitlendirirler.

Yukarıdakilerin tümünü –vurgu, ses perdesi, vuruş, tını, etki süresi- birlikte ele alırsak, sesin dokusunun bazı içeriklerini elde etmiş oluruz. Psikanalizde, bir hastanın yoğun bir dokuyla konuşup konuşmadığını belirtmek zor değildir. Açık olarak belirli olmasa da sessizlik bile anlamla dolu olabilir. Eğer yoğunlukta algılanabilir bir düşüş varsa bunun, düşünülenlere karşı bir direnç olma olasılığı yüksektir. Ya da bu, belirli bir düşünce çizgisinden geri çekilen yatırımı gösterebilir. Hastanın aklına başka bir düşünce geldiği için diğerini bıraktığını gösteren geçici bir sessizlik de olabilir.

Sonuç

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki seans sırasında hastanın müziği ile çalışmaktayız ve bu müziği değerlendirmekteyiz. Ama hastanın müziği ile ilgili çok az şeyi kaydedip yazmaktayız.

Hastanın seansa getirdiği ve seslendirdiği orkestranın; odası, başlatıp bitireni, yani çerçevesi olan, müdahaleler ile müziğin derinleşmesine ya da biçimlenmesine neden olan terapist söyledikleri ile babasal bir rol üstlenir. Alıcılığı ile annesel bir rol.

 


[1] Freud, S. (1923) The Ego and the Id. The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 19, s. 25.

[2] A.g.e. s. 27-29

[3] Freud, S. (1913) Totem and Taboo: Some Points of Agreement between the Mental Lives of Savages and Neurotics (1913 [1912-13]). The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 13: s. 141.

[4] Babayı aldatan annenin öldürülmesi üzerinden işlenen ruhsal süreç Oresteia Tragedyasında anlatılır. Annesini öldüren Orestes delirir. Delirtici suçluluğun ve annesel vicdanın seslerini intikam tanrıçaları Erinyeler temsil eder. Orestes deli gibi Yunanistan’da dolanırken sonunda Athena bir mahkeme kurarak onu affeder ve ailenin kutsallığını yüceltir. Adalet arayışında Orestes daha şanslıdır. Agamemnon Troya’da savaşırken karısı Clytemnestra onu kuzeni Aegistis ile aldatır. Agamemnon savaşa giderken rüzgar esmeyince kızı İphigenia’yı kurban etmiş, Clytemnestra o zamandan beri ona kinlenmiştir. Agamemnon savaştan dönünce onu ve yanında getirdiği metresi Cassandra’yı öldürür. Oğlları Orestes ve kızları Elektra bu duruma katlanamaz. Orestes annesini ve sevgilisini öldürür. Öldürür ama annesini öldürmek onu delirtir. Delirtici suçluluğun seslerini intikam tanrıçaları Erinyeler temsil eder. Orestes deli gibi Yunanistanda dolanırken sonunda Athena bir mahkeme kurarak onu affeder ve ailenin kutsallığını yüceltir.

[5] Akhtar, S. (1995). Quest for Answers: A Primer to Understanding and Treating Severe Personality Disorders. Northvale, NJ: Jason Aronson.

[6] Bollas, C. (2000). Hysteria, Taylor & Frances/Routledge.

[7] Bollas, C. (2000). Hysteria, Taylor & Frances/Routledge.

[8] Odağ, C.  (2012) “Sadizm ve Mazoşizm: Freud’un Karşıt Çiftleri”, Nevrozlar 3, Odağ Yayınları, İzmir.

[9] Bollas, C. (2012), “Bilinçdışının Seslenmesi”, Freudiyen An, Bağlam Yay. İstanbul.