• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILAN SALDIRGANLIK

KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILAN SALDIRGANLIK

Sorunun can alıcı noktalarından bir diğeri, kuşaktan kuşağa aktarılma özelliğidir. Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu, büyüdüklerinde şiddet uygulayan eşlere ya da ana babalara dönüşmeseler de, şiddet uygulayan yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma öyküsü saptanmıştır. Kuşaktan kuşağa aktarılan, her zaman basitçe şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan ruhsal yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı olabilmektedir.

Saldırganla özdeşim

Saldırganla özdeşim ve çeşitli durumlarda bu savunma düzeneğinin kullanılması, psikanalitik literatürde ayrıntılı olarak ve kapsamlı biçimde açıklanmıştır. Aile içi şiddetin kuşaktan kuşağa aktarılmasında yine aynı düzeneğin işlediği görülse de, yazının ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, bu görüngüyü yalnız bu düzenekle açıklamaya çalışmak, basite indirgemek olur. Son yıllarda, aile içi şiddet uygulayanların büyük bölümünün, kendisi doğrudan şiddet gören çocuklar arasından değil, ana babaları arasındaki şiddete tanık olanlardan çıktığı düşünülmektedir. Çocuk için özdeşim nesnesi olan biri (örneğin baba), aile içinden bir başkasına, yineleyici biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir.

Kuşaklararası saldırganlık döngüsü

Çocukluktaki fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın nasıl saldırganlığa yol açtığına dair Fonagy ve Target’ın (1995) öne sürdüğü bir model, hem saldırganlık döngüsünü, hem de şiddetin cinsiyete bağlı doğasını kısmen aydınlatmıştır. Fonagy ve Target (1995) fiziksel ve duygusal kötüye kullanıma uğrayan çocuklarda dört basamaklı bir olgudan söz ederler:

  1. “Psikolojik kendilik” gelişiminde bozukluk ve kendini güvende hissedememe,
  2. Saldırganlık,
  3. Kendini ifade etme ile saldırganlığın eş hale gelmesi,
  4. Saldırganlığın ketlenmesinde azalma.

Birinci basamak: Bu modele göre, bir çocuğun ‘zihin kuramı’ yani insan davranışının zihinsel altyapısını kavrayışı, ana babasının psikolojik dünyasını algılamasıyla bağlantılıdır. Ana baba çocuğun bağlandığı kişilerdir. Çocuk, onların psikolojik dünyasının farkına giderek daha çok varır. İşte normal psikolojik kendiliğin gelişmesi, böyle bir sürecin sonucunda olur. Buna paralel olarak, annenin (birincil bakıcının), çocuğu psikolojik bir varlık olarak kurgulayabilmesi ve bunu ona hissettirebilmesi gerekir. Yani çocuk annenin gözünde, düşünceleri, duyguları, inançları ve arzuları olan, davranışları bunlarla belirlenen bir varlık olabilmelidir. Çocuk büyüdükçe, giderek bunun daha çok farkına varacak ve bu durumu içselleştirecektir. Fiziksel ve duygusal kötüye kullanıma uğrayan çocuklarda ise, gelişim için gerekli olan bu nesneler arası öznel yaşantı (intersubjektif yaşantı) eksiktir. Bu eksiklik başka şeylerle doldurulur. Her çocuk, kendine göre bu eksikliği başka şeylerle doldurur, uyum sağlayabilmek için, kendine göre iç dünyalarında uzlaşmalar yapar. Psikolojik kendilik kırılgan kalır. Çünkü kendiliğin bu bölümüne zemin hazırlayan düşünceli olma, karşısındakinin duygu ve düşüncelerini dikkate alma süreci yetersizdir. Ana baba olarak tutarlı ve sürekli biçimde, düşünceli/anlayışlı bir tutum sergilemek bir yana, anne ya da babanın çocuk hakkındaki düşünceleri, sıklıkla iyi niyetten yoksundur, hatta dayak gibi kötü niyetler içermektedir. Çocuk, anne babasının kendi hakkında ne düşündüğünü kavramaya çalışırken, kendisini güvende hissetmemektedir. Bu durum tekrarlandıkça, çocuk insanlarla ilişkisinde kendisini güvende hissetmez olur. İleride bu duygular, yaşanılan zaman diliminin gerçeğine uymasa da, kolayca tetiklenecektir. İşte o zaman, geçmişe ait güvensizlik duyguları bugünün tepkilerini belirler.

İkinci basamak: İkinci adım saldırganlığın devreye girmesidir. Kırılgan psikolojik kendilik, nesnenin varsayılan düşmanlığına karşı kendisini korumak istemektedir.

Üçüncü basamak: Kendini ifade etme ve saldırganlık arasında patolojik bir birleşme oluşmasıdır. İkisi birbiriyle o kadar sık bağlantılandırılır ki, kendini ifade etme ile saldırganlık eş hale gelir.

Dördüncü basamak: Başkalarının duygu ve düşüncelerini dikkate alabilme ve eşduyum yapabilmedeki yetersizlik, saldırganlığın engellenmesini de azaltır. Çünkü artık kişi için kurban, düşünceden, duygudan ve gerçek acı çekme yetisinden yoksun biri haline gelmiştir. Kişi, en azından o sırada, karşısındakinin ruhsal durumunu kurgulayamamakta, göz önüne alamamakta, davranışını buna göre ayarlayamamaktadır. Böylece şiddetin kapısı açılır.

Burada tanımlanan saldırganlık türü, görüngüsel olarak sadizmden ayırt edilebilir. Sadizimde, haz duyabilmek için, karşıdakinin duygularını hayal edebilme yetisinin bulunması gerekir. Yukarıda tanımlanan türden saldırganlıkta ise, saldırgan hedef aldığı kişinin psikolojisini hesaba katmamaktadır. Bu bireyler (saldırganlar) aslında yakınlık aramakta, fakat sonra birdenbire kendilerini kötülük yapan, tehdit eden, saldırgan bir kişinin tuzağına düşmüş gibi hissetmektedirler.

Planlanmadan ortaya çıkan saldırganlığın belirli bazı özellikleri vardır.

  • Şiddetten hemen önce içeride tutulamayacak bir gerginlik hissedilir.
  • Öfke anlaşılmaz biçimde tırmanır.
  • Kurban, tehdit olarak algılanır.
  • Şiddet eylemi sırasında kontrol kaybı yaşanır.
  • Eylem, tehdidi azaltmaya ve içerdeki dengeyi yeniden kurmaya yöneliktir.


Dr. Işıl VAHİP’in Türk Psikiyatri Dergisi’nde (2002; 13(4): 312-319) yayınlanan “Evdeki Şiddet ve Gelişimsel Boyutu: Farklı Bir Açıdan Bakış” adlı yazısından uyarlanmıştır.