• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

TRAVMATİK DURUMLARDA KAYNAŞMA VE KARIŞMA

TRAVMATİK DURUMLARDA KAYNAŞMA VE KARIŞMA

Travma konusunda kaynaşma ve karışma meseleleri psikanalitik yazında genellikle konfüzyon biçiminde tanımlanmıştır. Aşağıda göreceğiniz gibi travmanın neredeyse her ögesine bir karışıklık, kaynaşma ve iç içe geçme eşlik eder. Travmanın yarattığı psikopatoloji açsından da durum böyledir.

TDK sözlüğüne[1] göre kaynaşmak; ayrılmayacak bir biçimde birleşmek, füzyon, kalabalığın çok olduğu bir yerde kıpırdanma, hareketlilik, huzursuzluk, birbirine iyice uymak ve uyuşmak, yakın ilişki kurmak, derinleştirmek, iyi anlaşmak ve birleşmek anlamlarına gelmektedir. Füzyon olarak dilimizde de kullanılan “fusion” İngilizcede[2] ısıyla maddelerin eritilmesi ve sıvılaştırılması; farklı parçaların, görüşlerin, tekniklerin ve etnik geleneklerin eriyerek ya da birleşerek bir araya gelmesi; hafif atom çekirdeklerinin daha ağır çekirdekler oluşturmak için bir araya gelerek birleşmesi ve yüksek miktarda enerji çıkartması anlamlarında kullanılmaktadır.

Kaynaşmak Türkçede çifte değerlikli bir biçimde yer almaktadır. Olumlu anlamında yakınlaşmak, anlaşmak ve birleşmek, olumsuz anlamında huzursuzluk verici bir hareketlenme içerir. Huzursuzluk verici hareketlenme, suyun “hal”ini değiştirmede önce kaynamaya başlamasını andırır. İngilizcesinde fizikle ilgili anlamları öne çıkar. Kaynaşma kelimesi daha çok kendilik ve nesne ayrımının yapılamadığı zamanlara ve durumlara özgü kullanılmaktadır. Bu açılardan kaynaşmak, kendilik yapısı ve kendilik hissi ile bağlantılıdır ve oluşla, hal ile ilgili yönü ağırlıktadır.

Konfüzyon kelimesinin Türkçe karşılığını karışmak ve karışıklık olarak kullanacağım. TDK sözlüğüne[3] göre karışmak; iki veya ikiden çok şeyin bir araya gelip birbirinin içinde dağılması, birbirinin içine girmesi; düzensiz, dağınık, karışık olmak; duruluğunu yitirmek; bulanmak; açıklığını yitirmek; anlaşılması güçleşmek; bir araya gelmek, katılmak; karılmak; engellemek; araya girmek; müdahale etmek olarak tanımlanmıştır. İngilizcede “confusion[4]; zihnin karışması, bulanıklaşması, anlama yetisinin bozulması, bir olguyu karışık ve anlaşılmaz hale getirmek, açıklığın kaybedilmesi, ayrıştırmanın bozulması, farklılaşamaz halde karıştırmak, kaygı hali, zor duruma düşmek olarak tanımlanır.

Psikiyatrik açıdan konfüzyon, genellikle fiziksel sorunlara (metabolik bozukluklar, alkol ve uyuşturucu madde etkisi, deliryum, demans, vb.) ve ağır ruhsal bir travmaya bağlı olarak gelişen bilişsel yetilerde bozulmayı tanımlar. Kişinin; yer, zaman ve kişi yönelimi bozulur; sebep-sonuç ilişkilerini kuramaz; konuşmasındaki bütünlük kaybolur ve çağrışımlarda bir dağılma oluşur. Psikanalitik açıdan bu yetiler benliğin işlevleridir. Konfüzyon kelimesi, Türkçe karşılığında da görüldüğü gibi bir duruluğu, anlayışı ve ayrışıklığı yitirmek olarak kullanılır. “Kafa karışıklığı” olarak da kullanılan kelime, benliğin ayrıştırıcı ve tanımlayıcı gücünü kaybetmesine, dürtülerin egemenliği ele geçirmesine daha çok atıf yapar.

Kendilik ve nesnedeki birincil dağınıklığın ilk temsil öbekleri ve nesne parçaları biçiminde kaynaşmasının ardından ayrışma ve kaynaştırma süreçleri devam eder. Kaynaşmanın kendilik ve nesne sınırlarının daha geçirgen olduğu ve iki ögenin birbirinin içinde eridiği durumlarda mümkündür. Karışma ise bir ayrışma gerçekleştikten sonra ve iç içe geçen nesne partiküllerinin özelliğini kaybetmeden ortaya çıkması daha olasıdır. Bununla beraber kaynaşma, geçirgenlik, karışma ve ayrışma süreçleri dinamik, gelişli-gidişli, gerilemeli-ilerlemelidir. Benlik güçlendikçe, kendilik ve nesne temsilleri parçalar olarak ve iyi/kötü başlıkları altında bütünleştirmeye çalışır. Ruhsal gelişimi ve çeşitli kaynaşma durumlarını psikanalitik açıdan gözden geçirirsek, gelişim ile birlikte ortaya çıkan bazı ayrışmalar şöyledir: 

  • Düşlem ve gerçeğin;
  • Ölüm ve yaşam dürtülerinin;
  • Kendilik ve nesne temsillerinin;
  • Şefkatin ve cinsel tutkunun;
  • Şimdinin, geçmişin ve geleceğin;
  • Kuşakların;
  • Üçlü yapılanmanın;
  • Duyguların;
  • Eylem ve düşüncenin;
  • “Üçüncü”nün;
  • Kimliklerin ayrışması.

Kendilik ve nesnedeki birincil dağınıklığın kaynaşıp bütünleşmesi

Winnicott, kaynaşmanın dağılmışlığa göre daha ileri bir düzey olduğunu ve annenin kucaklama işlevi ile dağılmış temsil parçalarının kaynaştığını belirtir. Kucaklayıcı bir çevre ile ilişki, dağınıklığı kaynaşmaya, kaynaşmayı bütünleşmeye, bütünleşmeyi farkındalığa, ayrıştırmaya ve güce dönüştürebilmektedir. Bu yüzden ruhsal açıdan kucaklayıcı örgütler ve kapsayıcı alanlar yaratılması travma yaşayanlar için bir gerekliliktir. Buradaki kaynaşma, kendiliğin bütünleşmesi ve özdeşleşmeler açısından gereken bir durumdur.

Winnicott 1968 Nisan'ında Londra'daki Matematik Öğretmenleri Birliği'nde yaptığı, “Toplamda, ben olmak”[5] başlıklı konuşmada “ben olma” halini anlatır. Matematik ile çocuğun ruhsal gelişimi arasında bağlar kurarak kendilik ve benlik gelişimini açıklar. Bu gelişimde bağımsızlaşmaya giden yoldaki kaygılardan söz eder. Korkularının çoğunu aklı ile alt etmeye çalışan çocuğun zorluğunu göstermeye çalışır. Bir kendilik temsili oluşamazsa benliğin anlama işlevi bozulmakta ya da çarpıklaşmaktadır. Bu sorun, ayrışma ve yas tutma süreçlerinde de krizler yaratır. Ayrışabilmek için kendilik parçalarının toplanıp bütünleşmesi, otoerotizm[6] ve çifte değerlilik[7] gelişebilmesi için içsel iyi anne/nesne temsilinin bütünleşmesi gerekir.

Winnicott; (1) birim olma aşamasına gelmiş çocukların matematiğe bir sayısından kolaylıkla başlayabildiğini, (2) birim olma aşamasına ulaşamamış çocuklar için bir sayısının bir şey ifade etmediğini, (3) bazı çocukların da kavramları kendi çıkarına kullandığını ve para birimlerinin sıradan kavramlarına tutunduğunu belirtmiştir. Winnicott ikinci ve üçüncü gruptaki çocuklarla nasıl ilgilenilmesi gerektiğini anlatır. Yaratıcı oyunları kullanarak zihinsel işlevlerle bedenin yeniden bütünleştirilmesini ve “ben olan”* birimin oluşturulmasını önerir.[8]

Annesel bakım ve aile bütünlüğü açısından yetersiz bir çevreyi içselleştiren kişilerin analizinde bu kişilerin anne parçalarından söz ettiğini ama bu parçaları birleştirip kaynaştıramadığını görürüz. Bu kişiler aynı zamanda dağıtıcı olan ve dağınık olduğu için içine alamayan çevre/anne ile kaynaşık haldedirler. Kendi kendilik parçalarını kaynaştırıp bütünleştiremezler. Eğer analist onların yerine anne ve kendilik parçalarını birleştirir ve kaynaştırırsa analistin yorumunu bozarak dağıtırlar. Bu durum kişide (gelişmemiş bir benlikte içe-dışarı atma aşamasına gelinememiş olabilir) anne parçalarını bedensel olarak içine alamama ve analistin yorumunu bedensel olarak dışarı atma olarak yaşanır. Böyle bir süreç tekrar tekrar yorumlanıp, aktarım üzerinden bir içe ve dışa yansıtma döngüsüne kavuşamazsa iyileşemez.[9] 

Şefkatin ve cinsel tutkunun karışması

Kaynaşma ve karışma konuları psikanalitik yazında çoğunlukla dürtülerin (libido ve saldırganlık) ve kendilik ve nesne ilişkisinin (bebek ve anne) kaynaşması ve karışması bağlamında değerlendirilmiştir. Karışma konusu Ferenczi’nin “Erişkinlerin ve çocuğun dilleri arasındaki karmaşa: Şefkat ve tutkunun dili”[10] makalesi bağlamında birçok makalede irdelenmiştir. Freud’tan yıllar sonra Ferenczi, çocukluktaki cinsel travmalara geri dönmüştür. Erişkinin, çocuksu şefkat arayışını erişkin cinselliği ile karıştırmasının etkilerini ortaya koymuştur. Çocuğun bir ebeveyn ararken cinsel tacizle saldırıya uğradığında ortaya çıkan karışıklığı Ferenczi şöyle özetler:

Çocuk böyle bir saldırıdan kurtulduğunda, kendini son derece aklı karışmış, hatta bölünmüş hisseder - aynı anda hem masum hem de suçludur - ve kendi duyularına olan güveni kırılır. Dahası, vicdan azabıyla acı çeken ve öfkelenen yetişkin partnerin sert davranışları, çocuğun kendi suçluluğunun daha da bilincine varmasına ve daha da utanmasına neden olur. Neredeyse her zaman fail hiçbir şey olmamış gibi davranır ve kendini şu düşünceyle teselli eder: “Ah, o sadece bir çocuk, hiçbir şey bilmiyor, hepsini unutacak.” Nadiren de olsa bu tür olaylardan sonra baştan çıkaran kişi aşırı ahlakçı ya da dindar olur ve çocuğun ruhunu daha sert ve ciddi olmak yoluyla kurtarmaya çalışır.[11]

Saldırgan tacizciden kendisini ayırabilen çocuğun yardım için başvurduğu ikinci yetişkin sıklıkla yaşadıklarına inanmaz ya da önemsemez, sessiz ve pasif kalır. Çocuk, tacizcisinin saldırganlığıyla özdeşleşir ve onu korumayan erişkin gibi kurbanla kaynaşır.[12] Bu travmada, erişkinin şefkat ve cinselliği kaynaştırması veya karıştırması, çocuğun şefkat, sevme ve özdeşleşme süreçlerini bozar. Çocuğun, büyümeden erişkin cinselliği ile karşılaşması travmatik olmakta ve cinselliği henüz kavrayamayan ve ayrıştıramayan aklını karıştırmaktadır. Zaten çocuk için birincil sahnenin ruhsallaştırılması çalışması başlı başına bir süreçtir.

Oedipus miti bir cinsel taciz ile başlar. Oedipus’un babası Laius, yanına sığındığı Kral Pelops’un oğlu Chrysippus’a aşık olmuş, onu baştan çıkartmış ve tecavüz etmiştir.[13] Chrysippus intihar etmiş ve Pelops Laius’u “Senin de bir oğlun olsun ve seni öldürerek intikamımı alsın.” diyerek lanetlemiştir. Laius, yaşadığı suçluluk ve taşıdığı lanet ile oğlunun onu öldürmesinden korkmuş ve bir çocuğa daha öldürme teşebbüsünde bulunmuştur. Mit bunun gibi birçok travma, karıştırma ve kaynaşma ile doludur. Suçluluk, kuşaklar arası bir kaynaşmaya ve aktarıma neden olmuştur.

Travmanın yarattığı yoğun duygular ve karışıklık, ortaya çıkan gerileme ile benliğin işlevlerini bozar. Zamanlar, yerler ve kişiler birbirinin içine geçer. Yukarıdaki tacizlerde kuşaklar arası fark ve büyük-küçük ayrımı yadsınmaktadır. Buralardaki iç içe geçişlerde yadsıma, olumsuzlama, görmezden gelme, disosiyasyon ve yansıtmalı özdeşleşmeler etkin rol oynar.

Düşlem ve gerçeğin kaynaşması

Freud, hastalarıyla seanslarında düşlem ve gerçeği ayırdığında 19. yy. bitiyordu. Bunun ardından benliğin kavramsallaştırılması yaklaşık 25 yıl, ardından kendiliğin kavramsallaştırılması bir 25 yıl daha almıştır. Yazılı tarihimizi dikkate alırsak bu aşamaya gelmek yaklaşık 6000 yıl sürmüştür. Düşlem ve gerçeğin kaynaşması psikanalizin başlangıcında Freud’un saptadığı önemli bir dönüm noktasıdır. Hastalarının anlattıklarının onların iç dünyasını yansıttığını yorumlayınca düşlem ve gerçek birbirinden ayrılmıştır. Zamanla bilinç-bilinçöncesi ve bilinçdışı, ardından altbenlik, benlik ve üstbenlik ayrıştırılmıştır. Analiz, çözümleme, parçaları ayrıştırma, kaynaşma ve karışıklıkları ortadan kaldırma zaman almaktadır. Bunun yapılması iyileştirici yapılamaması hastalandırıcı olabilmektedir. Diğer yandan psikanalizin çerçevesi ve tekniği, kontrollü bir biçimde kaynaşma ve karıştırmalara gerilemeyi ve gerileme içinde çalışmayı sağlar.

Düşlem ve gerçeğin kaynaşması kişiyi somut düşünceye yaklaştırınca ortaya çıkan durumu Segal[14], simgesel denklik kavramıyla açıklamıştır. Psikotik olan kemancı hastası, keman çalmayı mastürbasyonla, kemanı penisiyle denk tutunca eylem ve düşlem, beden parçası ve nesne aynı şeylermiş gibi olur. Winnicott[15] düşlem ve gerçeklik arasında bir ara alan olmasının dinamiğini ve yaratıcılığa evrilen etkisini açıklamıştır. Bu üçüncü alan aynı zamanda anne-çocuk ikilisine bir üçüncünün eklenebileceği alanı da açar.

Travmada düşlem ve gerçekliğin kaynaşmasına karşın ayrıştırma çabalarını şu örnek üzerinden değerlendirebiliriz:

Metin depremden sağ kurtulmuş, 6 saat enkazda kalmış. Yanındaki 4 arkadaşından birisi ölmüş, bir gün boyunca yaşam mücadelesi vermiştir. 1 hafta sonra geldiği seansta travma sonrası stres bozukluğuna yakalanmaktan korktuğunu ve bu yüzden kaygılarından kurtulmak için konuşmak istediğini söyler. Kendisini kötü görmediğini, kendisinden çok daha kötü şeyler yaşayanlar olduğunu, insanların parçalanmış ve iç organları dışarı çıkmış hallerini görmemiş olmasının iyi olduğunu anlatır. Göçükten çıkmaya çalışırken, deprem bölgesinin dışında yaşayan annesi ile sürekli telefonda konuşmuş ve güvende olduğunu anlatmıştır. Düşlerinde depremde yaşadıklarını görür, kaygılı olmadığını söyler ve yaşamda kalmaya odaklanmıştır.

Metin, düşlem ve gerçekliği ayrıştırıp tanımlayabilmektedir. Travmatik anının onu işgal etmesini engellemek için savunmalarını devreye sokmuş ve yaşam dürtüsüne sarılmıştır. Metin ile daha çok görüşülebilse; kaygıyla işgal edilmekten, içindeki parçalanmış dünyaya bakabilmekten ya da terapistin tanık olacaklarına dayanamamasından duyduğu korkunun kökenleri anlaşılabilir. Büyük olasılıkla bu ayrı tutuşa neden olan kaynaşık bir anne-çocuk ilişkisi, olumsuzluklara katlanamayan bir annesi, bu travmayla kaynaşan önceki bir travması ya da kuşaklar arası kaynaşma yaratan bir aktarım vardır. Metin’in travmatik kaygıdan uzak durarak güvende kalma çabası, depremin fiziksel zararlarından kaçabilmesini ve yaşamda kalmasını sağlamıştır. Bu açıdan çabası yaşamsaldır. Metin’in benliğinin; düşlem ve gerçeği ayrı tutabilme, bastırma gücü ilk seansta daha derindeki düşlemsel ögeleri anlamımızı engelleyebilmiştir.

Metin’in aksine, dış gerçekliğin gerçekliğini tam fark edemeyen ve düşlem ile gerçekliği ayırt edemeyen Onur, 8 yıl önce hastanede yatmış ve şizofreni tanısı almıştır. Antipsikotik ile remisyondadır. Onur, depremi yaşadıktan sonra güvenli bir yere taşınmış ve orada arkadaşları ile birlikte güvenli bir ortamda ve rahat koşullarda kalabilmiştir. Seansta, önce depremde yaşadığı travmatik zorlukları anlatır. Ardından taşındığı yerde ne kadar eğlenceli bir ortam olduğundan söz eder. Depremden 1 hafta geçmiş olmasına ve her yerde depremin etkileri konuşulmasına rağmen depremle ilgili sorunlar onun için bitmiş gibidir. Sadece daha güvenli bir yere geçmek ister. Onur’un anlatımında düşlem ve gerçeğin iç içeliği vardır. Yalnızca onun gerçekliği vardır ve dış dünyayı onun gerçekliği işgal etmiştir. Yaşam dürtüsüne tutunmuş olsa da bu, düşlemdedir. Dış dünyadaki yaşam ve ölüm mücadelesinden uzaktadır. Art arda anlattıklarının yaşam ve ölümle ilgili olduğunu ayrıştıramaz ve kavrayamaz.

Ölüm ve yaşam dürtülerinin kaynaşması

Kişinin; acı dolu, tehlikeli ve ölümcül deneyimleri yinelemesi, travma sonrası yineleyen düşler ve yineleyen çocuk oyunları gibi kendini olumsuz etkileyecek, yıkıcı düşlemleri ve eylemleri haz ilkesine karşıt gözükmüş ve Freud’a[16] ölüm dürtüsünün varlığını düşündürmüştür. Freud, yaşamın seyrini ölüm ve inorganik hale dönüş olarak yorumlamıştır. Organik maddeler zamanla yıkılarak ve dönüşerek inorganik ve yaşamsız bir hale gelmektedirler. Biyolojik açıdan ölüm ve yaşam dürtüleri birbirlerine karşıt olarak hareket edebildikleri gibi birbirleri ile kaynaşırlar. Freud, ölüm dürtüsünün türevi olan saldırganlığı; mazoşizm, olumsuz terapötik tepki ve bilinçdışı suçluluk ile bağlantılandırmıştır.

Cinsellik dürtüsü dalgalanmalar gösterse de ölüm dürtüsü zaman kavramına bağımlıdır ve zaman geçtikçe sürekli bir yıkım yaşanmaktadır[17]. Ölüm dürtüsü arka planda sessiz bir biçimde işlevini sürdürür. Freud, saldırganlık olarak dışa yönlendirildiğinde ölüm dürtüsünün farkına varılabildiğini belirtir. Dışa yansıtılan saldırganlık dozunun ve beraberindeki hazzın azlığı nesne ile ilişki kurulamamasıyla, yüksek dozlarda nesneye yöneltilen saldırganlık nesnenin öldürülmesiyle birlikte ölüm dürtüsüne hizmet eder. Mazoşizmde saldırganlık kişinin kendisine yönelir. Mazoşizm yoksa kişi yaşamda acı çekmeye katlanamadığından ya da mazoşizm çoksa bu defa da kendine eziyet etmekten yaşayamaz hale gelir.

Akhtar[18], ölüm dürtüsünü sınırların kaldırılması ve kendiliğin varlığının kaynaşarak yok olması açısından değerlendirmiştir. Buna yönelik psikanalitik yazında şu temaların işlendiğini belirtir:

  1. Anne memesi ile preödipalde kaynaşma düşlemleri[19]
  2. Yeme, yutulma ve uyuma ile bağlantılı kaynaşma düşlemleri[20]
  3. Dönüşüm (metamorfoz) ile insani kimliğin kaybedilmesi düşlemi[21]
  4. Kaybedilmiş olan anne ile ilk birliğe dönüş düşlemleri[22]
  5. Tüm gereksinimlerin anında karşılandığı yenidoğan aşamasına dönme[23]
  6. İkilinin bir olduğu ayrışılmamış aşamaya dönme[24]
  7. Birlik arayışı[25]
  8. Salt birliğin olduğu rahim içi yaşama dönüş[26]
  9. “Birgün” ve “keşke” düşlemleri[27]
  10. “Her şey” ve “hiçbir şey” düşlemleri[28]

Görüldüğü gibi bu temalarda libido ve saldırganlık karışım halindedir, ayrışmamıştır ve tümdencidir. Kaynaşarak yok olma arzusu ölüm ile simgelenebilir. Libido ve saldırganlık ayrıştığında, libido birleşme ve yaşatma ile saldırganlık dışlama, atma ve öldürme ile kendini gösterir. Yukarıdaki listede sadistik eylemsel saldırganlık öne çıkmasa da sadistik eylemlerin kökeninde bu düşlemlerin farklı varyasyonları yer alabilir.[29]

Bu listenin ilk sekiz maddesi, kişinin babasal işlevlerle ne kadar özdeşleştiğini ve özdeşleşemediğini gösterebilir. Babasal işlevlerdeki ayrıştırıcılık; anne-bebek sembiyozunu bozar, dürtüsel kaynaşmalara müdahale edebilir ve farklı biçimlerdeki kaynaşmalara “Dur.” diyebilir, sansürleyebilir. Anne-çocuk ikilisine denge ve düzen getirebilen bir etki ile babasal işlev kaynaşma ve karıştırmaların patoloji yaratmasını engelleyebilir.

Ölüm ve yaşam dürtüleri, oral, anal ve genital erotojenik bölgeler üzerinden işlenirler. Oral dönemde severken yemek, anal dönemde severken acı çektirmek ve genital dönemde severken rakibi ekarte etmek üzerinden libido ve saldırganlık dürtüleri çalışılır. Yaşanan travma ile bu evrelere gerilenince bugün ile çocukluktaki saplanılan dönem arasında bir kaynaşma olabilir.

Kendilik ve nesne temsillerinin kaynaşması

Melankoli ve depresif nevroz, oralitenin egemen olduğu ve kaynaşmaların görülebileceği patolojilerdir. Çünkü oral dönem tüm kaynaşmaların normal olarak yaşandığı ve henüz benliğin ayrıştırma işlevinin çok yetersiz olduğu bir dönemdir.*

Sıradan bir oral dönemde kendilik ve nesne kaynaşmış haldedir ve yavaş yavaş ayrışır. Bu ayrışma sırasında iki durum aynı anda gelişir. Birincisi temsil adacıkları halinde olan ve henüz kaynaşmamış temsillerin öbekler halinde kaynaşması, yani dağınık içsel temsillerin toplanması, birbirine yapışması ve bütünleşmesidir. Bu sürecin genetik kökleri olabilir. İkincisi bu gelişim sırasında bebeğin anne temsiliyle ilişkisinde sürekli dışarından bir beslenme olmasıyla benliğin anneyi yemesi, içine almasıdır. Benlik, anne memesinden sütünü içerken nesne temsili büyür, güçlenir, bedensel olarak içe alınır (inkorporasyon).

Bu iki gelişim eksenini üstbenlik oluşumunda da görürüz. Klein bebekte, ödipal dönem öncesinde, üstbenlik çekirdeklerinin olduğunu kavramsallaştırmıştır. Büyük olasılıkla Klein, çocuklarla yaptığı analizlerde onların genetik köklerinden gelen üstbenlik çekirdeklerini gözlemlemiş olmalıdır. Bu üstbenlik çekirdekleri kaynaşıp bütünleşirken aynı anda çocuğun anne-baba temsillerini bedensel olarak içe almasıyla çocuğun üstbenliği gelişir. Üstbenliğin bedensel olarak içe alınmasını Freud, Totem ve Tabu’da[30] ilkel kabiledeki diktatör babanın yenmesi olarak tasarımlamıştır. Klein’ın aksine Freud, nevrotik hastalarla çalıştığı için üstbenliğin dışarıdan edinilen yönünü daha çok gözlemlemiş olmalıdır.

Bu süreçlerde sağlıklı bir bağımlılık, bakım ve kucaklama temsillerin bütünleşmesi için gereklidir. Eğer bu sırada narsisistik ve anaklitik bir yaralanma ya da kopma olursa bu durum bir travma olur. Kendilik ve nesnelerin var olmaya devam edişi ve bağlantılı kalışı hasarlanır ve sakatlanır.

Melankolide ya kendilik ve nesne temsili henüz ayrışmamıştır ya da yaşanan kaybın travmatik etkisi ile kendilik ve nesne temsillerinin kaynaştığı bir gerileme yaşanmıştır. Kendilik ve nesne temsilleri kaynaşmış olduğu ya da kendiliğin nesneye bağımlı olduğu bir durumda yaşanan ayrılık, benliği hazırlıksız yakalar, derin bir narsisistik yara oluşturur ve travmatiktir. Bu yaranın yarattığı acı, benliğin enerjisini soğurur. Patolojik yasta da durum budur.

Freud[31], melankolikteki kendilik ve nesne kaynaşmasını şu sözlerle ortaya koyar:

“Klinik tablonun anahtarını bulduk: Kendini (selbst) suçlamaların sevilen bir nesneye karşı olup da oradan hastanın kendi benliğine (Ich) aktarılmış olan suçlamalar olduğunu kavradık.”

Hem klinik tabloda hem de Freud’un bu açıklamasında benlik ve kendilik kavramlarının birbirine çok yakınlaştığını ve ayrıştırmanın yapılamadığını yeniden görürüz. Melankolide kendiliğin ve benliğin kaynaşık halde olması, benlik işlevlerini ketler. “Suçlamalar nesneye karşı olup oradan kendiliğe aktarılmıştır.” denilebilseydi, görece daha yapılanmış ve ayrışmış bir ruhsallıktan söz edilebilirdi. Hasta, “Kendimi çok sert suçluyor olabilir miyim?” sorusu üzerinde düşünebilir ve benlik kendiliği ayrıştırıyor olacaktı.[32] Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: benlik ve kendilikteki kaynaşma, suçluluk gibi duyguları şiddetlendirmektedir.

Bunun yanında Freud’un; melankoliğin “Şikâyetleri aslında birinden şikâyetçi olmak anlamındadır.”[33]  saptaması, melankolik kişi kendisini yetersiz hissediyorsa tüm nesneler ile kaynaştığı için hepsinin yetersiz olduğunu gösterir. “Ben yetersizim.” derken aslında “Sen yetersizsin. Hepimiz yetersiziz.” imasının yapılması, nesne temsillerinin birbirinden ayrışmadığını ve kaynaşarak genelleştiğini gösterir. Bu hastalarla çalışırken hasta, yargılayıcı anne temsilini bedensel olarak içine aldığını ayrıştırmaya başladığında zihnindeki bulanıklığın azaldığını hisseder.

Kendilik ve nesne temsillerinin kaynaşması, yansıtmalı özdeşleşme süreçlerinde görülür. Kişi, taşıyamadığı olumlu ya da olumsuz ögeleri bir kaynaşma hissettiği karşısındaki kişiye yansıtır. Yansıtmalı özdeşleşme, patolojik durumlarda kaynaşmayı artırırken sağlıklı durumlarda içsel ögelerin ikili ilişki içinde işlenmesine olanak tanır. Yansıtmalı özdeşleşme ile birlikte tüm ilkel savunmalar kendilik ve nesnenin ayrışma süreçlerinin farklı etkiler yaratan ögeleridirler. Büyüsel düşüncenin egemenliği vardır.

Üçlü yapılanmadaki kaynaşma

Oral dönemdeki travmatik bir kopuş, benlik tarafından saldırı ya da yenme olarak algılanır. Kendilik, kurban edilmiş hisseder. Anne-baba temsilleri; vahşi, yiyici, kemirici ve saldırgan kalırlar. Melankolide benlik ve üstbenlik arasındaki kaynaşıklık, sert üstbenliğin benliği yemesi ve işlevsizleştirmesi ile sonuçlanır.

Melankolinin gelişiminde ve intihar olgularındaki “kurbanla kaynaşma” sürecini Orgel[34] tanımlamıştır. Anna Freud’un tanımladığı “saldırganla özdeşleşme” kavramının tamamlayıcısı olan bir kavramdır. Anna Freud, saldırganla özdeşleşmeyi üstbenlik gelişimindeki olağan bir aşama olarak tanımlar. Orgel, intihara meyilli edebiyatçılarda kurbanla kaynaşmanın sık olduğunu ve nesnelere yönelik saldırganlıklarını sürdüremediklerini saptamıştır. Saldırganlığın yansıtılamamasının; anne ve kendilik temsillerinin ayrıştırılamamasına ve saldırganla özdeşleşme yapılamamasına neden olduğunu belirtir. Ülküleştirilmiş nesne temsili düşlemdeki kurban rolünde kalır. Böylelikle nesneye saldırıp yıkma düşlemi gerçekleşmiş olunca benlik anne temsilini kurban etmiş, yemiş ve kendiliğin içine almış olur.

Orgel, çocuklardaki anaklitik depresyonda aynı dinamiğin etkin olduğunu belirtir. Bu çocuklar yavaş yavaş yıkıcılıklarını kendiliklerine yönlendirirler. Orgel; Spitz’in, kendiliğe zarar verici gerilemenin geri dönüşlü olabildiği bir ara evrenin var olduğunu saptadığını ve bunun ancak kendiliğin, yıkılmaya karşı bir bariyerle korunabilmesine bağlar. Buna benliğin kendiliği koruma işlevini gerçekleştirebilmesi diyebiliriz. Bu durumda ülküleştirilmiş ebeveyn imgesindeki saldırganlığın inkâr edildiğini ve İsa benzeri bir kurbanlığın yüceltildiğini vurgular.

Orgel’e göre burada kurban olan ebeveynle bir kaynaşma[35] vardır. Edilgenlik etkinliğe dönüştürülemez, saldırganla özdeşleşme yerine saldırganlık kendiliğe yöneltilir. Ayrıştıramama ve saldırganlığın kendiliğe yöneltilmesi dürtüler baskı yarattığında benliğin gerilemesine neden olur.

Melankolik çöküşün tersine manik savunmalar baskınlaşırsa tümgüçlülüğe neden olan bir kaynaşma yaşanır; benlik ve benlik ideali kaynaşır. Bunu Freud[36] şu biçimde açıklar:

Benlik idealleri daha önce özel bir katılıkla yönetildikten sonra geçici olarak benliğin içinde çözülebilir. Benlik analizimize dayanarak, mani vakalarında benlik ve benlik idealinin birbiriyle kaynaştığından şüphe edilemez. Böylece kişi, zafer kazanmışlık hissiyle ve bir kendini tatmin etmişlik içinde, hiçbir özeleştiriden rahatsız olmadan, çekingenliklerinin, başkalarını düşünmenin ve kendini suçlamalarının ortadan kalkmasının keyfini çıkarabilir.

Görüldüğü gibi yukarıdaki durumlarda gerçekliği değerlendirme yetisi bozulmakta ve benlik işlevleri gerilemektedir. Benlik işlevlerinin gerilemesi kendiliğin çeşitli nesne temsilleriyle kaynaşmasına neden olmaktadır.

Kimlikteki kaynaşmalar

Kendilik ve nesne temsillerinin kendi içlerindeki iyi-kötü parçaların, farklı kendilik ve nesne ilişkilerinin, benzer kendilik ve nesne temsillerinin bütünleşmesiyle kimlik oluşur. Bu bütünleşme sağlanamadığı ve bölmenin ruhsallığa egemen olduğu sınır durumlarda ortaya çıkan tablo “kimlik dağılması”[37] olarak tanımlanmıştır. Kendilik ve nesne parçaları ve deneyimleri önce ayrıştırılıp sonra bütünleştirilemez ve kaynaşmış halde kalırlarsa bu aynı zamanda libido ve saldırganlık dürtülerinin ayrışmamış olduğunu da gösterir. Kendilik ve nesne temsillerindeki ve dürtülerdeki kaynaşmalar, kimlik dağılmasına neden olur. Kaynaşma, kendilik ve nesne sürekliliğini bozarken kimliğin temel özellikleri olan süreklilik ve aynılık hali oluşamaz. Bazı kişilik bozukluklarında kaynaşık temsillere karşı savunma olarak kimlik öne çıkartılır ve farklı kimlikler (ırk, cinsiyet, din, ulus, ideoloji) radikal bir biçimde savunulur. Bu yolla kimliklerin ayrı tutulması, ülküleştirilmesi ve aşağılanması ile kendilik ve nesne ilişkilerindeki dengesizlikler ve kaynaşmalar işlenmeye çalışılır.

Akthar[38], kimlik dağılmasının özelliklerini şöyle sıralar:

  1. Kendilik temsili ve hasta için önemli olan kişilerin (yani nesnelerin) temsilleri bütünleşmemiş bir biçimde anlatılır. Hastada temsiller ya iç içe geçer ya ayrıştırma yapılamaz ya parçalar halinde disosiyedir ya da bölme egemendir.
  2. Kendilikte sürekli bir boşluk duygusu ve nesnelerin sığ, renksiz, yoksullaşmış olarak algılanması vardır.
  3. Çelişkili kendilik algıları ve duygusal açıdan anlamlı bir biçimde bütünleştirilemeyen çelişkili davranışlar görülür.
  4. Zamansal ayrıştırma yapılamaz. Dün, bugün ve yarın iç içe geçmiştir.
  5. Ayrıştırılıp bütünleştirilemeyen kendilik, nesne, duygu, düşlem ve zaman temsilleri ruhsal ve duygusal derinliğin gelişmesini engelleyerek bir “içtenlik yokluğu” ve eşduyum yapamama ortaya çıkartır.
  6. Derin beden imgesi bozukluklarının varlığı kimlik yapılanmasını bozar. Normalde bazı kimlik özellikleri bedenle kaynaşık haldedir. Deri rengi, göz biçimi, cinsiyet, vb. özellikler genetik kimlik özelliklerini yansıtırlar.
  7. Cinsiyetten hoşnutsuzluk, erkeksi ve kadınsı ögelerin iç içe geçmesi, kaynaşması ve karışması ile oluşur. Birincil sahnenin travmatik etkileşimlerinde olduğu gibi erkek ve kadın arasındaki ilişkide sevme öne çıkamaz. Preödipal etkiler baskındır. Erkeksi ve kadınsı arasındaki ilişkide saldırganlığın etkin ve kaynaşık halde bulunması cinsiyetten ve cinsiyetler arası ilişkiden doyum alınmasını ketler.
  8. Aşırı etnik ve ahlaki tutarsızlık üstbenlik yapılanmasındaki ve üstbenlik için yolaklar sunacak kimlik örgütlenmelerindeki karmaşayı gösterir. Kimlikler arası ilişkiler yapılanamaz.

Bleger: Sembiyoz ve Muğlaklık

Yukarıdaki süreçlerde yaşanan kaynaşma ve karışma hali bir belirsizlik ve muğlaklık yaratır. Bu belirsizliği tanımlayarak hastanın benliğini destekleyecek olan kişi analisttir. Bleger, “Sembiyoz ve Muğlaklık: Psikanalitik Bir İnceleme”[39] adlı kitabında kaynaşma ve karışma hallerini çok açık ve detaylı bir biçimde kavramsallaştırır. Bu durumların anlaşılması için mutlaka okunması gereken çok değerli bir yapıttır. Bleger psikanalitik çerçeve üzerinden, kaynaşmayı ve karıştırmayı gözler önüne serer:

Analist, hastanın getirdiği… çerçeveyi kabul etmelidir çünkü çözülmemiş ilkel sembiyozun özü burada bulunur. Ancak aynı zamanda şunu belirtmemiz gerekir ki, hastanın meta-benliğini (çerçevesini) kabul etmek, terapistin kendininkinden vazgeçmesi demek değildir; süreci ve sürece dönüştürüldüğü zaman çerçevenin kendisini analiz etmek, terapistin çerçevesi sayesinde mümkün olacaktır… Özetle diyebiliriz ki hastanın çerçevesi, annesinin bedeniyle olan en ilkel kaynaşıklığıdır; psikanalistin çerçevesi ise başlangıçtaki sembiyozu yeniden tesis etmeye hizmet etmeli fakat onu değiştirmeye yönelik olmalıdır. Çerçevenin hem bozulması hem de ideal veya normal biçimiyle korunması teknik ve kuramsal meselelerdir; fakat tedavinin tamamlanma olanağını alt üst eden şey, psikanalistin çerçeveyi bozması veya çerçevenin bozulmasını kabul etmesidir. Çerçeve, ancak çerçeve içinde analiz edilebilir; başka bir deyişle, hastanın bağımlılığı ve en ilkel ruhsal örgütlenmesi, ancak analistin çerçevesi içerisinde analiz edilebilir. Bu çerçeve ne muğlak ne değişken olmalı, ne de değiştirilmelidir.[40]

Bleger, sembiyotik aktarım ilişkisini, bu ilişkide hastanın kaynaşma isteklerini, analisti bir depoya dönüştürüp kontrol edişini anlatır. Savaşçının İstirahati adlı romandaki karakterler aracılığıyla sembiyotik bir ilişkinin öyküsünü çözümler. Öyküde görüleceği gibi sembiyotik ilişkideki kaynaşma ve ayrışma çabaları baştan sona travmatik ögeler içerir. “Yapışık çekirdek konumu” ile kendilik ve nesnenin ayrışmadığı ve paranoid şizoid konumdan önceye konumlandırdığı bir konum tanımlar. Yapışık çekirdek kaynaşma halini ve kişiliğin psikotik parçasının varlığını sürdürmesini sağlar. Bleger bu durumun psikanalizde nasıl çalışılacağını detaylarıyla ve klinik örneklerle anlatır. Yapışık çekirdeğin doğası muğlaktır ve bu muğlaklık işlenemez, çifte değerlilikten, çelişkiden, ikiye bölünmeden, disosiyasyondan ve konfüzyondan ayrı tutulur. Bleger, ayrışmamışlığın yarattığı karışıkları şöyle açıklar:

Açgözlülüğünü ve hasedini kapsüllenmiş ve bir ölçüde kontrol altında tutan şey, kişiliğin bu psikotik düzeyidir (yapışık çekirdek) ve bunlar Oedipus karmaşasının en ilkel (kaynaşmış, ayrışmamış çiftin bulunduğu) düzeyleriyle ve bunun beraberinde benliğinin ayrıştırılmamış kısımlarıyla yakından bağlantılıdır. Babasından ve annesinden söz ettiğinde ve birini diğeriyle karıştırdığında ortaya çıkan konfüzyon, esasında ebeveyn çiftine ve benlik kısımlarına dair ilkel bir kaynaşmışlığın ortaya çıkışıdır.[41],*

Travmaların yarattığı belirsizlikleri ortakyaşamsal kaynaşmalar ile çözmek ve travmatik durumlara karşı kalıcı örgütlenmeler yaratamamak travmanın yinelenmesine neden olmaktadır. Kişi böylelikle ayrışma korkularıyla ve yıkıcılığıyla karşılaşmıyor gibidir ama muğlak bir çevre yaratır.

Kaynaşma ve karışmaların kaynağı olarak travmadaki gerileme

Sağlıklı bir kişide kimlik duygusu ile ilgili derin sorgulamalar ve çatışmalarla, üçlü ruhsal yapının, kendilik ve nesne temsillerinin kaynaşmasıyla karşılaşmak, gerileme yaşanan durumlarda mümkündür. Gerileme, benliğin yönetiminde ve bir farkındalık ile olursa kişi süreci bir ilerleme, bütünleşme ya da gevşeyip rahatlama niyetiyle yaşayabilir. Benlik bunu analizde bir psikanalist ya da terapist eşliğinde yapar. Travmatik durumlar, farklı düzey ve biçimlerde gerilemeler yaratır. Travma yaşamış kişinin ilişkileri ve bir terapistle görüşüp görüşmemesi belirleyici rol oynar.

6 Şubat 2023 Depreminde; yardım ihtiyacı olanlara ulaşılamaması, kaosun uzun sürmesi, büyük kayıplar yaşanması, otoritedeki zayıflık, lidersiz kalma ve ardından gelen yoğun suçluluk ve utanma hissi toplumu ruhsal açıdan geriletti. Deprem sonrasındaki iki haftalık süreçte bireysel ve toplumsal gerilemeleri araştırdım.

Gerileme çeşitlerini 7 başlık[42] altında topladım. Bunların ilk üçünü Freud[43] tanımlamıştır.

1. Zamansal Gerileme: Deprem travmasında zamansal gerileme kişinin içi dünyasındaki geçmiş depremlerin etkisinin bu deprem ile kaynaşmasına neden oldu. Geçmiş yaşamdaki ruhsal depremler (gerçek bir deprem anısı ya da anne-babanın boşanması gibi simgesel bir deprem anısı) yeniden canlanabildi ve eski “depremin” etkileri bugünkü ile karışabildi.

2. Yerleşimsel Gerileme: Bilinçten bilinçdışına doğru gerçekleşen gerileme -yukarıdaki olgu örneklerindeki gibi kişinin ruhsal yapılanmasının durumuna göre- gerçekliğin içine düşlemi karıştırdı. İç gerçeklik dış gerçekliği yutarak kaynaştı.

3. Biçimsel Gerileme: İfade biçiminde soyuttan somuta doğru bir gerileme oldu. Bunu depremden örselenenlerde depremle ilgili tanımlamaların somut olarak algılanmasında ve kullanılmasında gördük. İçsel yaşantıların eyleme dökülmesi de bu gerileme biçiminde yaşanır. Eyleme dökülen içsel yaşantılar da iç dünyanın dış gerçeklikle kaynaşmasına neden oldu.  

4. Üçlü İlişkilerden İkili İlişkilere Gerileme: Travmada kendilik ve nesne ilişkisi, örseleyen ve örselenen düzlemine geriler ve saplanabilir. Depremdeki gerilemede ikili ilişkilere gerileme birçok düzlemde gerçekleşti: devlet-vatandaş, mahsur kalan-kurtaramayan, anne-çocuk, iç güçler-dış güçler, yıkıcı doğa-yıkılan insan...

5. Savunma Düzeneklerinde Gerileme: Gelişmiş savunmalardan ilkel savunmalara doğru olan gerilemede; yıkıcılık, dağılma, kaynaşma ve duygusal yoğunluk fazla ise gerileme kontrolden çıkabilir. Depremdeki[44] gerileme sırasında:

a. Dışa yansıtma ile taşınamayan olumsuz (özellikle kötülük ve saldırganlık yüklü) ögeler Suriyeliler, ABD savaş gemileri gibi depolara yansıtıldı.

b. İnkâr ile kurban olmaktan çıkılamaması ya da kurban olmanın inkâr edilmesi aracılığıyla tümgüçlülük halini yaşayanlar oldu. Benlik; kendini, yetersizliklerini, kendine zarar verdiğini, güçsüzlüğünü, korktuğunu, çaresizlik hissettiğini ya da çabasını, iyiliğini, insanlığını inkâr etti. İnkâr; manik savunmaları, tümgüçlü ve kahraman olma düşlemlerini besledi.

c. Disosiyasyon ile birlikte dağılma ve yabancılaşma hisleri ortaya çıktı. Dağılma hissi, dikkat dağınıklığı, kayıtsızlık hali, hissizlik gibi belirtiler ifade edildi. Kişilerin benliği işleyemediği travmayı ayrı tutmaya da çalışarak kendine “Bu rüya olmalı. Bu ben değilim. O günü anımsamıyorum.” dedi.

d. Bölme ile temsiller iyi ve kötü kümeleri altında kaynaştırılarak genellendi. Deprem; yaşayanlar ve ölenler, yardım ulaşanlar ve ulaşmayanlar, depremi yaşayanlar ve yaşamayanlar gibi gerçeklikte sert bir bölünme oluşturdu. Travmanın ruhsal etkisi, yaşam içindeki bölünmelerin daha çok algılanmasına ve kişilerin bu bölünmeler üzerinden düşünmesine neden oldu; şanslı-şanssız, mutlu-mutsuz, yardım eden-yardıma el koyan olmak. Özellikle bölme, iyi ve kötü otorite/ebeveyn temsillerinde gerçekleşti.

e. İlkel özdeşleşmeler ortaya çıktı. Regresyon her türlü özdeşleşmeyi mümkün hale getirdi; depremle, göçük altında kalanlarla, yıkıntılarla, kepçelerle özdeşleşmeler. Bu özdeşleşmeler; yoğun çaresizlik, üzüntü ve suçluluk ile etkinleşen tümgüçlü temsilleri canlandırabildi.

            - Bedenin içine alma: Yas tutulamaması ile oluşan bedenin içine alma ile travmatik durum içeride hapis halinde kaldı. Kişi bedenin içine alınmış temsil hakkında konuşurken kendisinden ayrıştırır gibi gözükse de bedenin içine alınmış temsil radyoaktif bir madde gibi etkisini sürdürdü, bir işlemleme olamadı. Kendilik ve nesne temsillerinin kaynaşması, karışması, birbirlerinin yerine geçmesi görüldü. Bu dinamik; ölen kişiyi sürekli içinde hissetmek, ölen kişi ile aynı özellikleri somut olarak taşımak istemek, ölüm ve intihar etme düşlemleri, kendine zarar verici davranışlar vb. biçiminde ortaya çıkabildi. Sürekli depremle ilgili görüntüler izlemek ve bunları işlememek algılananların bedenin içine alınmış halde kalmasında etkili oldu.

            - İçe ve dışa yansıtma döngüsü: Bu döngü ile kurtarıcı-mağdur, yaşatan-öldüren, inşa eden-yıkan gibi temsiller etkinleşti ve kendilik-nesne ilişkisinde dönüşümlü olarak ortaya çıktı. Bu temsiller, aynı kişide, tek seans içinde ardı ardına etkinleşebildi.

6. Depresif konumdan paranoid şizoid konuma gerileme: Şizoid gerileme; içe kapanma, yataktan çıkmak istememe, sığınak arama düşlemleri yarattı. Bu tür gerilemeler; güvenli bir dağ evi bulmak isteme, kimseyle görüşmek konuşmak istememe ile dile getirildi. “Bugün seansta konuşmak istemiyorum. Niçin geldiğimi bilmiyorum?” gibi ifadeler ilk hafta çoktu. Örneğin bir hasta o haftaki seansını konuşmadan ve tam bir sessizlik içinde geçirmişti. Çok hassas ve nazik olan bu hastaya terapisti o seansta sadece eşlik edebilmişti. Bu seansa, anlamı bir sonraki seansta verebilmişlerdi. Hasta, deprem bölgesindeki insanların yaşadıklarının şiddeti ile kendi sorunlarını kıyasladığında konuşmayı anlamsız bulmuş ve içine kapanmıştı. Yas tutanlara duyduğu saygıyı ifade edercesine sürdürdüğü sessizlik hastayı ketlediği kadar terapistin de benlik işlevlerini ketlemişti. Bu şizoid kapanmadan sonraki seansta terapistine, ülkenin işgal edilmesiyle ilgili paranoid korkularla dolu düş anlatmıştı.

7. Kendilikteki bütünleşmişlik halinin gevşemesi; iç-dış ayrımının bulanıklaşmasına, disosiyasyona ve ilkel özdeşleşmelere olanak sağladı. Kendilikteki bu değişim benliğin kontrolünden çıktığında travma yıkıcı bir prognoz yarattı. Uzun süre kendine gelemeyen, kendini toplayamayan, kendini düşünemeyen kişiler oldu.

Sonuç

Yukarıda kaynaşma ve karışma olgularını temel bazı ögeler üzerinden değerlendirdim. Travmalarda yaşanan gerilemenin dinamiklerini; ruhsal gelişimin düzeyi, benlik ve savunma mekanizmalarının işlevselliği, üstbenliğin sertliği, kendilik ve nesne ilişkisinin doğası belirler. Psikanalitik çerçeve, yarattığı ortam ile kaynaşma ve karışma durumlarına gerilenmesine ve o düzeyde çalışılmasına olanak tanır. Diğer yandan travmatik durumlar yakında yaşanmışsa ya da derin bir hasar bırakmışsa kişi seansa gerilemiş bir halde gelebilir. Kişi ruhsal dengesini yeniden sağlamış olarak seansa gelse dahi, seansta travmatik ögelere yaklaşmak aklını karıştırabilecektir.

Freud, Ferenczi, Klein, Rosenfeld, Winnicott, Mahler, Chasseguet-Smirgel, Orgel ve Akthar gibi birçok psikanalist kaynaşma ve karışma halleri üzerinde çalışmış olsa da Bleger bu konuda çok kapsamlı bir kavramsallaştırma yapmıştır. Kavramsallaştırmalarını klinik malzeme ile açıklaması ise karmaşık konuların anlaşılmasını sağlar. İster travma ister gerileme nedeniyle olsun kaynaşıklık ya da karışıklık içine düşen hasta ile karşılaşan terapistin aklı karışır. Bir yineleme olacak olsa da -ki yinelemeler kaynaşma ve karışıklıkları azaltır- bu karışıklığı taşımak, muallakta bırakan muğlak halleri çalışabilmek için psikanalizden geçmek, süpervizyon ve kuramsal bilgiye ihtiyaç vardır.

 


[1] https://sozluk.gov.tr/

[2] https://www.merriam-webster.com/dictionary/fusion

[3] https://sozluk.gov.tr/

[4] https://www.merriam-webster.com/dictionary/fusion

[5] D. W. Winnicott [1968] “Sum, Ben”, Başlangıç Noktamız Ev, çev. N. Nirven, N. Diner, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 55-65.

[6] P. Heimann, “Some Aspects of the Role of Introjection and Projection in Early Development”, The Freud-Klein Controversies 1941-45, 11, 1991, s.501-530.

[7] H. Parens, “Developmental Considerations of Ambivalence-Part 2 of an Exploration of the Relations of Instinctual Drives and the Symbiosis- Separation-Individuation Process”, Psychoanal. St. Child, 34, 1979, s.385-420.

* Yazarın Notu: Winnicott’ın “ben olma (I am)” tanımının, ben ile benliği, olma ile kendiliği ve özgün bir birim olarak kimliği tanımladığını düşündüğm için bu şekilde kullandım.

[8] A. A. Köşkdere, (2018) “toplamda, ben olmak”: matematiğin psikanalitik yorumu. Psikanaliz Yazıları 36:83-96

[9] A. A. Köşkdere, “Bedenin İçine Alma: Haz, Saldırganlık ve Nesne İçeriye Alınırken”, Psikanaliz Yazıları, 2020, 41, s. 179-201.

[10] S. Ferenczi, “Confusion of the Tongues Between the Adults and the Child—(The Language of Tenderness and of Passion)” Int. J. Psychoanal., 1949, (30):225-230.

[11] S. Ferenczi, 1949, a.g.e., s. 228.

[12] Aşağıda kurbanla kaynaşma konusuna yeniden değineceğim.

[13] G.  Devereux, “Why Oedipus Killed Laius—A Note on the Complementary Oedipus Complex in Greek Drama” International Journal of Psychoanalysis, 1953, 34:132-141

[14] H. Segal, “Notes on Symbol Formation”, International Journal of Psychoanalysis, 1957, 38: s. 391-397.

[15] D. W. Winnicott, [1971] “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993.

[16] S. Akhtar, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, Routledge, London, 2018.

[17] A. A. Köşkdere, İnsanı Anlamak İçin Psikanaliz, Bağlam, İstanbul, 2023, s. 197.

[18] S. Akhtar, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, Routledge, London, 2018.

[19] J. Lacan [1938]. “Les complexes familiaux dans la formation de l'individu”, Essai d'Analyse d'une Function en Psychologie Paris: Navarin, 1984, s. 3–37.

[20] B. Lewin, The Psychoanalysis of Elation, New York: W. W. Norton, 1950.

[21] H. Lichtenstein, “The dilemma of human identity: notes on self-transformation, self-objectivation, and metamorphosis”. Journal of the American Psychoanalytic Association, 1963, 11: s.173–223.

[22] E. Jacobson [1964] Kendilik ve Nesne Dünyası, Çev. S. Yazgan, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.

[23] L. Stone, “Reflections on the psychoanalytic concept of aggression”, Psychoanalytic Quarterly, 1971, 40: s.236.

[24] M. Mahler, “A study of the separation–individuation process and its possible application to borderline phenomena in the psychoanalytic situation”, The Selected Papers of Margaret S. Mahler, Volume Two, Separation–Individuation, New York: Jason Aronson, 1971, s. 186.

[25] L. Kaplan, Oneness and Separateness: From Infancy to Individual. New York: Simon and Shuster, 1978, s.39.

[26] J. Chasseguet-Smirgel, “From the Archaic Matrix of the Oedipus Complex to the Fully Developed Oedipus Complex—Theoretical Perspective in Relation to Clinical Experience and Technique”, Psychoanalytic Quarterly, 1988, 57: s. 505-527.

[27] S. Akhtar, “Panel report: sadomasochism in the perversions”, Journal of the American Psychoanalytic Association, 1991, 39(3): s.741–755.

[28] L. Shengold, “A variety of narcissistic pathology stemming from parental weakness”, Psychoanalytic Quarterly, 1991, 60: s.86–92.

[29] A. A. Köşkdere, İnsanı Anlamak İçin Psikanaliz, Bağlam, İstanbul, 2023, s. 198.

**Yazarın Notu: Klein’ın paranoid-şizoid ve depresif dönemleri oral döneme denk gelir. Paranoid-şizoid kaynaşmanın derinlemesine çalışılarak çözümlenmesi ile kaynaşmaların oldukça azaldığı depresif döneme girilir.

[30] S. Freud [1913] Totem ve Tabu, çev. Akın Kanat, İlya Yayınları, İzmir, 2003.

[31] S. Freud [1917] Yas ve Melankoli, çev. L. Uslu, Cem Yayınevi, İstanbul, 2019.

[32] A. A. Köşkdere, “’Yas ve Melankoli’ Makalesinde Benlik, Kendilik ve Nesne”, Psikanaliz Yazıları, 2023, 45, s. 187-203.

[33] S. Freud [1917] Yas ve Melankoli, çev. L. Uslu, Cem Yayınevi, İstanbul, 2019.

[34] S. Orgel, “Fusion with the victim and suicide”, Int. J. Psychoanal. 1974, 55: s. 531-538.

[35] Birincil narsisistik kendilik ile kaynaşılmış haldedir.

[36] S. Freud, “Group Psychology and the Analysis of the Ego”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, 1921, 18:65-144.

[37] O. Kernberg, Ağır Kişilik Bozukluklarında Psikoterapötik Stratejiler, Çev: A. A. Köşkdere, Odağ Yayınları, 2008, İzmir.

[38] S. Akthar, Ağır Kişilik Bozukluklarının Tanı ve Sağaltımı için Başvuru Kitabı, Çev: M. Alkan, C. Gürdal, Odağ Yayınları, 2016, İzmir.

[39] J. Bleger, Symbiosis and Ambiguity: A Psychoanalytic Study, Routledge, Londra ve New York, 2013.

[40] J. Bleger, a.g.e., 2013, s.240.

[41] J. Bleger, a.g.e., 2013, s.142.

* Yazarın Notu: J. Bleger’den yaptığım alıntıların çevirisi için Aylin Ülkümen’e teşekkür ederim.

[42] A. A. Köşkdere, İnsanı Anlamak İçin Psikanaliz, Bağlam Yayınları, 2023, İstanbul.

[43] S. Freud [1900] “Gerileme”, Düşlerin Yorumu II, çev. E. Kapkın, Payel Yayınları, İstanbul, 1996.

[44] A. A. Köşkdere, “Benlikteki Deprem”, [http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=730], 2023.