• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BENLİKTEKİ DEPREM

BENLİKTEKİ DEPREM

Bu yazı depremin ardından yazıldı ve depremin benliğe etkilerine dair gözlemler derlendi. Ruhsal dinamikler, benlik işlevlerinin ketlenmesi ve savunmalar üzerinden ele alındı. Depremin bu etkisinin işlenmesi bireysel açıdan önemlidir. Benlik işlevlerinin yeniden kazanılması depremden sağ kalanlar için yaşamsaldır. Deprem bölgesinin dışındaki vatandaşlarımızın ruh sağlığı, depremden sağ kalanlara yapılacak yardımların kalıcılığı için çok önemlidir.

GÜVENLİK DUYGUSU

İlk günlerde güvenlik duygusunun kaybı yoğun olarak yaşandı ve bir ay kadar sürdü. Güvenlik duygusunun etkilenmesi, korku, üzüntü ve öfke gibi yoğun duygular üretti. Bu konuda hassasiyetleri olanlar, çöken güvenlik duygusunu yeniden sağlamakta zorlananlar ve çökmemek için çare bulamayanlar güvenli bir alan olarak içe kapanma arzusunu dile getirdiler. İçe kapanma zihinsel işlevleri olumsuz etkiledi.

Göçük altında kalma ve yardımla bağlantının kopması büyük korku ve çaresizlik hissi yarattı. Bu korkunun, çocuklukta ebeveynlerle fiziksel ya da ruhsal bağlantının koptuğu deneyimler yaşayanları ve terk edilme kaygıları olanları daha çok sarstığını gözlemledim.

Depremin gece ve en savunmasız haldeyken gelmesi, insanların yatağında uyurken ölmesi dehşete düşürdü. Dehşet duygusu ruhsallığı sarsan ve travmayı şiddetlendiren bir korku ve çaresizlik yarattı. Doğal felaketin insan ihmaliyle bir vahşete ve katliama dönüşmesine tanık olma ve yayın organları ile tanık olmayı sürdürme ruhsal baskıyı iyice arttırdı.

Yukarıdaki etkenler, bazen bu toplumsal ve ruhsal “göçükten nasıl çıkılacağını” somut olarak görme ihtiyacı ortaya çıkarttı. Bu ihtiyacı doyurmak için televizyon ve sosyal medya aracılığıyla sürekli deprem haberleri seyretmek, bilinçdışı suçluluk ile bağlantılı olan bir kendini cezalandırmaya dönüşebiliyor. Travmatik olay ve (canlı ve cansız) bileşenleri ile kurulan özdeşleşmeler, kişinin kendisinde ve çevresinde travmayı tekrarlatmasına olanak sağladı. Basın yayın organları ve sosyal medya, yineleyici biçimde kendini travmatize etme durumu için bir araç haline gelebiliyorlar.

Yıkılmaması gereken, yıkılmaması beklenen, en güvenli olması ve sığınılacak yer olması beklenen yerlerin, hastanelerin, afet müdahale birimlerinin, resmi kurum binalarının yıkılması dehşeti artıran bir diğer etken oldu. Kalıcılığına inanılan ve kalıcılık hissini besleyen tarihi yapıların çökmesi kişinin iç dünyasının ve otorite ile ilişkilerinin kalıcılığına inancını derinden sarstı.[1]

Depremden etkilenenlere güvenli bir destek vermek ve bu desteklerin kalıcı olmasına dikkat ederek onlardaki güvenlik duygusunu ve kalıcılığa dair inancı yeniden pekiştirmeliyiz.

OTORİTE BOŞLUĞU, ZAYIF NESNELER VE AZINLIKLAR

Hazırlıklı olması ve deprem anında yardım etmesi beklenen ama ortalıkta olmayan otorite ve kurumlara karşı öfke çok şiddetlendi. Kayıplardaki fazlalık bu öfkenin sürmesine ve şiddetli olmasına neden olabilir. Arama ve kurtarmalardaki yetersizlik, ülkedeki tüm bireyleri eyleme geçirdi. Bu eyleme geçiş iyi, örgütleyici ve bütünleştirici ama otoriteye ve kurumlara güvenin yıkıldığını gösteriyor.

Zaten iyice artmış olan toplumsal ayrışma yardım faaliyetleri sırasında iyice alevlendi. İktidar partisi kendisini iyi gösterme çabalarını sürdürürken muhalefettekiler yetersizlikleri gün yüzüne çıkarttılar. Yardım çığlıklarının günlerce sürmesi, Kızılay’ın çadır satması gibi olaylar iktidarın imajını iyice sarsttı. Depremzede ve muhalif olan bir kişi şiddetli bir öfke yaşarken, depremzede ve iktidardan yardım alan birisi şükran duyabiliyor. Cennet ve cehennem biçimindeki bölünmeyi basın yayında açık olarak görmekteyiz. Bu bölünme, seansa çeşitli biçimlerde yansıyabilir ve ele alınmaması sorun yaratacaktır. Terapist taraf tutabilir, taraf olma baskısı hissedebilir. Terapist ve depremzede aynı tarafta ise öfke işlenemez, terapist ve depremzede karşıt partileri tutuyorlarsa öfke çatışma yaratabilir. Her ikisi de depremzedenin travmasının çalışılmasını engeller (dipnot 2).

Hükümete ve otoritelere karşı duyulan öfke, anne-babaya ve terapiste yönelebilir. Öfkelenilen olayların gerçek olması ruhsal açıdan çalışılmasını zorlaştıracaktır.

Öfkenin ve suçluluğun taşınamaması ve inkâr ile birlikte bu ögeler dışsallaştırılabilir. Çocuklar, Suriyeliler, göçmenler ve yabancı ülkelerin yardım ekipleri, görece daha küçük, zayıf ve güçsüz olanlar bu dışsallaştırmanın kurbanı olabiliyorlar. Birçok kişi normal bir yaşam sürdükleri ve onlara göre duyarsız oldukları için çocuklarına kızdığını bildirdi. Suriyeli göçmenleri ülkelerine geri göndermekle ya da onlara yapılan yardımların fazlalığı ile ilgili dedikodular arttı. Yardım için gelen İsrail Sahra Hastanesi’ne saldırı olasılığı konuşuldu.

YAŞAMDA KALMANIN ve NORMAL YAŞAMANIN SUÇLULUĞU

Suçluluk, kişinin elinden normale dönme hakkını alırken yas tutmayı da ketleyebilir[2]. Yakınları ölüp yaşamda kalanlar farklı açılardan suçluluk yaşarlar. Ne yazık ki deprem felaketini yaşayanlar, yaşamda kalmanın suçluluğunun sık görüldüğü şu durumların çoğuyla karşılaşmış olabilirler:

a.           Önlem alamamış hissetmek: Kaza sonucunda ya da topluca yaşanan ve fazla sayıda ölümlerin olduğu bir olaydan (deprem, sel, soykırım gibi) kurtulanlar suçluluk hissedebilir.

b.           Yaşatıp koruyamamak: Erken gelen ölümlerde geride kalanlar, yaşıyor olmanın acısını çekebilirler. Bunu çocuğunu kaybetmiş anne-babalarda sık görürüz. Bu kişilerin “Keşke onun yerine ben ölseydim.” dediğini sık duyarız.

c.           İhmal: Kaza ve ihmal ile oluşan kayıplar. Yıllarca deprem için yapılması gerekenlerin yapılmamış olması hem suçlama hem de suçluluk duyma durumunu pekiştiriyor.

d.           Kararsızlık ve gecikmeler: Yardım ve tedavi desteği sağlayan hasta yakınları ne yapacakları konusunda kararsızlıklar yaşadığında bu kararsızlıklar ve çaresizlikler, hastanın ölümünden sonra yakınlarında suçluluk duygularına dönüşebilir. Hasta için yapılamamış şeyler, denenememiş tedavi seçenekleri geride kalanların suçluluk hissini arttırabilir. Hissedilen suçluluğun sesi; “Keşke daha çok çaba harcasaydım.”, “Eğer orada olsaydım böyle olmazdı.”, “Elimden geleni yapmadım.” biçiminde duyulur.

Yaşamda kalmanın suçluluğunun bir kısmı benlik ideali ile ilgilidir ve yapılması gerekenler yapılamamıştır. Tüm önlemleri alarak, her koşulda yaşatıp koruyarak, hiç ihmal etmeyerek, hiçbir kararsızlık ve gecikme yaşatmadan ölümü engellemek isteyen tümgüçlü bir ideal vardır. Felaketle ve yoğun çaresizlik hissiyle yaşanan deprem kayıpları tümgüçlü kurtarıcı olma düşlemlerini tetikledi. Birçok kişi insanüstü çabalar gösterdi ama yine de yetersizlik durumu yok edilemedi.

Böyle durumlarda öfke, konuşmaya yönlendirebildiği için yapıcı olarak kullanabilme ve işlenme şansı daha yüksektir. Suçluluk duygusu, sessizleştiriciliği ile daha ezici, boğucu, baş etmesi zor ve ketleyici bir etki oluşturabilir. Yastaki her duygu gibi, öfke ve kızgınlığı yaşamak, yaşayabilecek bir alan, bir yol bulmak zamanla bu duygunun azalmasına ve dönüşmesine yardımcı olur. Suçluluk ise daha sinsi ve örtük olabileceği için terapist hastadaki suçluluğu hissederse yorumlamalıdır.

Her ölüm, yaşamda kalan kişinin ölen kişiye yönelik saldırganlıklarından suçluluk duymasına neden olur. Klein[3], çocuklukta nesnenin kaybından; kendilikteki yıkıcılık, açgözlülük ve hasedin sorumlu tutulduğunu göstermiştir. Bu kavramsallaştırma melankolinin dinamiğini açıklar. Deprem açısından yıkımı önleyememe, ihmal ve gecikmeler bilinçdışında “onu kurtaramadım ve öldürdüm” biçiminde algılanabilir ve yoğun suçluluk oluşturabilir. Depremden sağ kurtulanlarda melankolinin[4] dinamikleri ile sık karşılaşılacaktır.

Suçluluğun yas tutulmasını engellemesi, kaybedilen kişiler ile bağın sürmesine de hizmet edebilir. Deprem sonrasında ruh sağlığı çalışanları tutulamayan yaslar üzerinde çalışmak durumunda olacaklardır.[5]

RUHSAL AÇIDAN GERİLEME

Yardım ihtiyacı olanlara ulaşılamaması ve kaosun sürmesi toplumu ruhsal açıdan geriletti. Bu gerileme; iyi olan ucunda birlik olma ve yardım için örgütlenme kapasitesi oluştururken olumsuz olan ucunda öfke ile bağlantılı paranoid şüpheler ve korku ile bağlantılı içe kapanmalar yaratabiliyor.

Benliğin gerilemesi birkaç biçimde olur[6].

- Bunlardan birisi kendilik ve nesne ilişkilerinin gerilemesidir ve paranoid-şizoid konuma, ikili ilişkilere ve kaynaşma haline gerilenir.

Benlikte hissedilen yoğun çaresizlik ve kendiliğin dağılmasıyla ilgili korkular paranoid gerilemeye neden olarak; şüphe, kendini koruyamama, doğanın saldırısına maruz kalma endişelerini körükledi. Yoğun çaresizliği yaratan nesneyi bulma dürtüsü suçlu ve tümgüçlü otoriteler aradı: Amerika, HAARP depremi yaptı gibi düşlemler gelişti.

Şizoid gerileme; içe kapanma, yataktan çıkmak istememe, sığınak arama düşlemleri yarattı. Bu tür gerilemeler; güvenli bir dağ evi bulmak isteme, kimseyle görüşmek konuşmak istememe ile dile getirildi. “Bugün seansta konuşmak istemiyorum. Niçin geldiğimi bilmiyorum?” gibi ifadeler ilk hafta çoktu. Örneğin bir hasta o haftaki seansını konuşmadan ve tam bir sessizlik içinde geçirmişti. Çok hassas ve nazik olan bu hastaya terapisti o seansta sadece eşlik edebilmişti. Bu seansa, anlamı bir sonraki seansta verebilmişlerdi. Hasta, deprem bölgesindeki insanların yaşadıklarının şiddeti ile kendi sorunlarını kıyasladığında konuşmayı anlamsız bulmuş ve içine kapanmıştı. Yas tutanlara duyduğu saygıyı ifade edercesine sürdürdüğü sessizlik hastayı ketlediği kadar terapistin de benlik işlevlerini ketlemişti. Bu şizoid kapanmadan sonraki seansta terapistine paranoid korkularla dolu bir işgal edilme düşü anlatmıştı.

- Savunma düzeneklerindeki gerileme bastırmadan bölmeye ve inkara doğru gidebilir. Aşağıda bu konu irdelenecektir.

- Birlik beraberlik ruhu ve yardım ederek “eyleme geçme” toplumsal regresyonu gösteriyor. Aslında eyleme geçme, ifade edişte konuşma gibi simgelerden eyleme doğru gerilemeyi gösterir. Bunu iyi bir biçime sokan; örgütlenerek, ilişkiler kurarak eyleme geçme ve eyleme geçmenin olumlu sonuçlarını görebilmektir.

- Benlik sürekli olarak travma ile meşgul olduğundan ve iç-dış dünyaların sınırlarının kaybolduğu bir gerilemenin içine hapsolduğundan tüm söze dökmeler ve dış dünyayı yorumlamalar travma ile bağlantılı hale gelmiştir. Dış ve iç dünyaya anlam katan tek öge travmanın kendisi olmuştur. Örneğin her ilişki ve durum deprem ve yaşattıkları üzerinden yorumlanır. Kişi konuşurken; sarsılmak, sallanmak, çökmek, yığılmak, vb. gibi kelimeleri kullanır. Bu dil, kişinin hala travmanın içinde ve bir gerileme halinde olduğunu gösterebilir. Soyuttan somuta doğru bir gerileme ortaya çıkmıştır.

BENLİĞİN ZORLANMASI

Kişiler, felaket ile karşılaştıkları ağır durumu ruhsallaştırmakta zorlandılar. Olayın vahşeti ve ilkel malzemenin yoğunluğu benliğin uyaran bariyerini yıktı, simgeleştirme ve yorumlama kapasitesini aştı. Yıkıcı ve saldırgan düşlemlerle örtüşen dış gerçeklik benliğin en önemli işlevi olan gerçekliği değerlendirme yetisini bozabildi. Yukarıda söz ettiğim, konuşulan dili travmanın işgal etmesi hali simgeleri somutlaştırarak bir “simgesel denklik”[7] hali yarattı.

Deprem sonrasında bazı insanlarda düşünme, yorumlama ve eyleme geçmeye dair umutsuzluk oluştuğunu gözlemledim. İlk hafta anlamsızlık ve donukluk yaşadığını ifade edenler çoktu. Travmanın şiddeti ve gerileme ile ilkel savunma mekanizmalarının etkinleşmesi benliği zayıflatmaktaydı. Benlik, gerilemenin kontrolünü sağlayamaz olunca ilerleme ve gerilemeler kontrolsüz bir biçimde gidip gelmeye başladı. Bu durum, içe ve dışa yansıtmalar ile oluşan özdeşleşmeleri de hızlandırdı.

Dışarıdan içeriye, ruhsallığa doğru oluşan travmatik etkinin yanında bir de içeriden dışarıya doğru, ruhsallığın öznel anlamını deneyime katan bir süreç vardır. Depremin bilinçdışı etkisi ve kişisel olarak “atfedilen” anlamları özel bir önem taşımaktadır. Bilinçdışındaki depremler ve çöküşler (dipnot 8) kişinin geçmişindeki; tacizler, kayıplar, göçler, kardeş doğumu, babanın iflası, annenin depresyonu olabilir. Gölcük depremini yaşayanlar için bu deprem korkutucu bir yineleme olmuştur. Kişinin geçmişindeki bu olaylar, yine benliğin ve kendiliğin çöktüğü ya da ağır hasar aldığı durumlar ise bu depremin travmatik etkisini daha fazla yaşayabilir. Bu olayların o zamanlarda da ruhsal açıdan işlenememiş olmaları ve şimdi de işlenme sürecini ketlemeleri olumsuz yönleridir.

BENLİĞİ ZORLAYAN VE ZAYIFLATAN İLKEL SAVUNMALAR

Deprem felaketinin büyüklüğü, hükümet otoritesindeki ve kurumlardaki yetersizlikler, toplumsal gerileme, çoklu kayıplar ve yaşamda kalmanın suçluluğu bireysel olarak benliğin gerilemesine ve ilkel savunmaların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu süreçler, travmatik anıyı ilkel bir düzeyde tutuyor ve travmatik anının kötü huylu özelliklerini kalıcılaştırıyor. Simgeleşemeyen travmanın işlenmesi iyice güçleşiyor. Travmatik anı kolaylıkla ve hızla, kendiliği dağıtan, zulmedicilik ve zalimlik taşıyan nitelikler kazanabilir halde kalıyor. Tüm bunların etkisindeki benlik, kendiliğin dağılmasını ve daha çok zarar görmesini önlemek için şu yolları kullanabilir:

  1. Dışsallaştırma ve dışa yansıtma: Benlik; acı, üzüntü, öfke, suçluluk gibi olumsuzluk yüklü ve ilkel malzemeyi dışa yansıtmaya yönelebilir. Benliğin taşıyamadığı ve belirsiz kalmasından endişelendiği “kötülük” yüklü ögeler yansıtmalı özdeşleşme ile dışsallaştırılabilir. Bu yol paranoid konumu besler. Çocuklara, Suriyelilere, göçmenlere ve yabancı ülkelerin yardım ekiplerine yönelik düşlemler; Amerika, HAARP depremi yaptı gibi düşlemler.
  2. İçe kapanma ve güvenli alana çekilme: Benlik, tehlikeli dış dünyadan ve ilişkilerden kendiliği kurtarmaya çalışır. Örneğin: İyi olanın çocukluk, geçmiş, rüya ve kötü olan dış dünya, dış gerçeklik olduğunu düşünmek; insanları ilgisiz bulmak; seansa gelmemeyi ve konuşmamayı istemek.
  3. İnkâr: Benlik; kendini, yetersizliklerini, kendine zarar verdiğini, güçsüzlüğünü ya da çabasını, iyiliğini, insanlığını, korktuğunu, çaresizlik hissettiğini inkâr edebilir. İnkâr manik savunmaları, tümgüçlü ve kahraman olma düşlemlerini besler.
  4. Disosiye etme ve disosiye olma: Benlik, kendilik deneyiminin yinelemesini, derinleşmesini ve pekişmesini engellemeye çalışırken işlevsizleşir. Dağılma hissi, dikkat dağınıklığı, kayıtsızlık hali, hissizlik oluşur. Benlik işleyemediği travmayı ayrı tutmaya da çalışarak kendine “Bu rüya olmalı. Bu ben değilim. O günü anımsamıyorum.” der.
  5. Bölme ve genellemeye eğilim: Deprem; yaşayanlar ve ölenler, yardım ulaşanlar ve ulaşmayanlar, depremi yaşayanlar ve yaşamayanlar gibi gerçeklikte sert bir bölünme oluşturdu. Travmanın ruhsal etkisi, yaşam içindeki bölünmelerin daha çok algılanmasına ve kişilerin bu bölünmeler üzerinden düşünmesine neden oldu; şanslı-şanssız, mutlu-mutsuz, yardım eden-yardıma el koyan olmak. Özellikle bölme, iyi ve kötü otorite/ebeveyn tasarımlarında geçekleşti. Depremin içinde olduğu yer, konu, anı, düşünce ve düş kötü; depremin olmadığı, bilinmediği, inkâr edildiği, konuşulmadığı yerler iyi; deprem bölgesindekiler duyarlı, dışında kalanlar duyarsız gibi ifadeler duyuldu. İkiye bölünmüşlük hissedebildi; kendiliğin bir parçası yaşayan bir parçası ölü, deprem öncesi yaşam ve deprem sonrası yaşam, vb.
  6. İnkorporasyon: Kaybın travmatik bir biçimde olması ve yas tutulamaması kaybedilenlerin kişinin iç dünyasında olduğu gibi kalmasına yol açabilir. Kendilik ve nesne tasarımlarının kaynaşması, karışması, birbirlerinin yerine geçmesi görülür. Bu dinamik; ölen kişiyi sürekli içinde hissetmek, ölen kişi ile aynı özellikleri somut olarak taşımak istemek, ölüm ve intihar etme düşlemleri, kendine zarar verici davranışlar vb. biçiminde görülür. Sürekli depremle ilgili görüntüler izlemek ve bunları işlememek algılananların inkorpore halde kalmasında etkili olabilir.
  7. Özdeşleşmeler: Regresyon her türlü özdeşleşmeyi mümkün hale getirdi; depremle, göçük altında kalanlarla, yıkıntılarla, kepçelerle özdeşleşmeler. Bu özdeşleşmeler; yoğun çaresizlik, üzüntü ve suçluluk ile etkinleşen tümgüçlü tasarımları canlandırabilir. Kurban olmaktan korkma ve kurban olmaktan çıkılamaması, depremin tekrar etmesi ve deprem tehdidi gerileme halinde kalmayı ve ilkel özdeşleşmeleri artırmaktadır. Travma ile gerileme kurtarıcı-mağdur, yaşatan-öldüren, inşa eden-yıkan gibi tasarımların aynı kişide, tek seans içinde ardı ardına etkinleşmesine neden olabildi.
  8. Psikosomatik regresyon: Depremin ve kayıpların şiddeti, dürtülerin inkarına, savunmaların yıkılmasına, gerilemenin durdurulamamasına ve bedenselleştirmeye neden olabildi. En hafifiyle baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık görülebilir.

Bu savunmaların terapist tarafından fark edilmesi, analizden geçirilerek işlenmesi ile hastanın benliği bütünleşme ve sentezleme sürecine girebilir. Travmanın yarattığı gerileme ve benlik ketlenmesinde terapistin benlik işlevleri daha çok önem kazanır. Travma mağdurunun askıya alınmış olan benlik işlevleri ancak terapistin analitik çalışması ve sağladığı ruhsal işlemleme alanı ile yeniden canlanabilir. Eğer travma ve etkileri yeterince çalışılamazsa zaman içinde çeşitli düzeylerde ve çeşitli sürelerle işlevsizlikler ortaya çıkacaktır.

 


[1] Bu kişilerle çalışırken sürekli bir terapi başlarsa bunun kalıcılığının ve sürekliliğinin sağlanması önemli bir ögedir. Yıkıcı bir durumla karşılaşmış olan kişiler, içinde bulundukları durumların sağlamlığını denerken ya da yaşadıkları yıkıcılığın yinelemelerini yaşarken terapinin çerçevesine saldırabilirler.

[2] Kogan, I. (2011) Yas Tutmama Mücadelesi, Odağ Yayınları, İzmir. https://www.odagyayin.com/urun/yas-tutma-mucadelesi/

Kogan I, [1995] Sessiz Çocukların Çığlığı, Odağ Yayınları, İzmir, 2021. https://www.odagyayin.com/urun/sessiz-cocuklarin-cigligi/

[3] Köşkdere, A. A. 2021, “Klein'ın “Yas ve Manik Depresif Durumlarla İlişkisi” Makalesi” http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=647

[4] Köşkdere, A. A. 2023, “’Yas ve Melankoli’ Makalesinde Benlik, Kendilik ve Nesne İlişkileri” http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=646

[5] Kogan, I. (2011) Yas Tutmama Mücadelesi, Odağ Yayınları, İzmir. https://www.odagyayin.com/urun/yas-tutma-mucadelesi/

[6] Köşkdere, A. A. 2022, “Gerileme (Regression)”  http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=574

[7] Segal, H. (1957). Notes on Symbol Formation1. Int. J. Psycho-Anal., 38:391-397.

Köşkdere, A. A. (2021) “Somutlaştırma, Simgesel Eşitlik ve Simge Oluşumu”, http://www.bursapsikiyatri.com/makale.php?id=626

(8) D. Winnicott (1974). Fear of Breakdown, Int. Rev. Psycho-Anal., (1):103-107.

Bollas, C. [2012] “Düşmeden Yakalamak: Çöküşün Psikanalizi”, Odağ Yayınları, İzmir, 2017. https://www.odagyayin.com/urun/dusmeden-yakalamak-cokusun-psikanalizi/