• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

“YAS VE MELANKOLİ” MAKALESİNDE BENLİK, KENDİLİK VE NESNE İLİŞKİLERİ

“YAS VE MELANKOLİ” MAKALESİNDE BENLİK, KENDİLİK VE NESNE İLİŞKİLERİ

“Bedenin İçine Alma: Haz, Saldırganlık ve Nesne İçeriye Alınırken”[1] başlıklı yazımı hazırlarken Freud’un “Yas ve Melankoli”[2] makalesinin kendilik ve nesne ilişkileri açısından temel konular üzerinde durduğunu fark ettim. Bir diğer fark ettiğim şey ise benliğin kendilik ve nesne tasarımları ile ilişkisini ele almasıydı.

“Yas ve Melankoli” makalesine geçmeden önce iki konuyu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Bunlardan ilki “benlik ve kendilik arasındaki ayrım”, ikincisi ise “benliğin kendiliğe yaptığı yatırım” konularıdır. Daha sonra “Yas ve Melankoli” makalesi yardımıyla benlik, kendilik ve nesne arasındaki ilişkileri irdeleyeceğim.

Benlik ve Kendilik

Freud, benliğin altbenlikten geliştiğini belirtmiş, kendilikle ilgili özel bir kavramsallaştırma yapmamıştır. Anna Freud[3] ve benlik üzerine çalışan psikanalistler benliği genel olarak: (1) iç ve dış gerçekliği ayırt ederek gerçekliğe uyum sağlama; (2) savunmaları çalıştırarak ve gerilemeyi kullanarak dürtüleri düzenleme; (3) iç ve dış dünyadaki ilişkileri düzenleme; (4) iç ve dış gözlemleme ile yargı oluşturma; (5) ayrıştırma, bütünleştirme, sentez ve (6) özerk işlevleri ile tanımlamışlardır. Bu psikanalistler benliğin işlevleri ve yapısı ile ilgili konuları gayet iyi açıklamışlardır. Benlik ile ilgili bilgi birikimiyle birlikte, çocuklarla, ergenlerle, sınırda ve psikotik hastalarla yapılan çalışmalar kendilik kavramını yavaş yavaş belirginleştirmiştir.

Aşağıda, “Yas ve Melankoli” makalesini yorumlarken kılavuzum olacak bakış açım şöyle: benliğin ve kendiliğin ayrımını yapmada ve tanımlamada dildeki kullanımlarından yararlanmak. Bilindiği üzere dil, ruhsallığı yansıtmakta ve bize açıklamaktadır. Seansta hastanın kelimeleri kullanışı en önemli veri kaynağımızdır. Dildeki kullanımında “ben” kelimesi benliği ve “kendi” kelimesi kendiliği birçok durumda açık bir biçimde gösterir. Türkçede “ben”, eylemi gerçekleştiren birinci tekil şahsı ifade eden şahıs zamiridir. “Ben”[4] ve “kendi”[5] öz Türkçe kelimelerdir. Eski Türkçe metinlerdeki “kendü özü” (şahsa ait olan öz) “kendisi”ne dönüşmüştür.

Benlik ve Kendiliğin Dildeki Ayrımı

  1. Bazı durumlarda "ben", kendilik yerine kullanılabilir. Yaşamın ilk yıllarında benlik ve kendilik ayrışmış değildir. Aynı zamanda dildeki kullanımda birbirinin yerine geçirilebilirler. “Ben” kişinin kendisini tanımlamada kullanıldığında, kendilik ile ilgili tasarımlama gerçekleşir.
  2. “Kendi” kelimesinde kişi özel olarak vurgulanır. Kişi çevresinden ayrılır ve kendisi üzerine düşünebilir. “Kendi”sini tanımlayabilen kişi aynı zamanda çevresinden kendisini ayrıştırmış olur. İç ve dış ayrımı kendilik üzerinden (kendimde olan-olmayan) belirlenir.
  3. Kendilikle ilgili tanımlamalarda kişiye ait beden parçaları, davranışlar ve diğer ögeler kullanılır. Aitlik ve bağ olduğu belirtilir. Örneğin “kendi ayağı ile gelmek, kendi derdine düşmek” deyimlerinde olduğu gibi.
  4. Bazı durumlarda “kendilik” bir yer gibi tanımlanır; “kendine gelmek, kendi içine çekilmek, kendinde olmamak” gibi. Bu açıdan kendilik “içeride” bir yerdir, alan kaplar, alana ihtiyaç duyar ve tanımlar.
  5. Bu kelimelerin kullanım biçimleri kişinin o anki ya da genel ruhsal yapısı hakkında ipuçları verirler. Örneğin “Kendimi kaygılı hissediyorum.” cümlesi, kendini algılayabilen bir benlik olduğunu gösterir. “Kendimi kaybettim, kendim olamıyorum, kendimden geçtim” gibi tanımlamalar benliğin kendilik ile bağ kurmada zorlandığını gösterir[6]. Bunlardaki olumsuzluk yükü kısa süreli olduğunda sert bir etkilenme yaşandığını, uzun süreli olduğunda kişinin kendiliğindeki sorunları betimleyebilir.
  6. “Kendini vermek, kendini atmak, kendini yemek, kendini tutmak” tanımlamalarında “kendilik” bir nesne olarak ifade edilir. “Kendi” kelimesinin kullanım biçimi genelde benliğin kendilikle ne yaptığını ifade eder: “kendini ağırdan satmak, kendini ateşe atmak vb.”. Benlik, işlevlerini kendilik üzerinden gerçekleştirir. İlişkilerde kendini açmak isteyen birisinin benliği “kendisini ortaya koyar”, kendini kapatmak isteyen benlik "kendisini gizler". Yalnızlık içindeki bir benlik “kendi kendine” yaşıyor, “kendine içine çekilmiş” olabilir. Benlik, dürtülerle ilgili olduğu gibi, kendilikle ilişkisinde ve kendiliği tanımlamada savunma düzeneklerini kullanır.
  7. Benlik işlevselliğini eylemler üzerinden gerçekleştirir. Bunları tanımlamak için iş ve durum fiilleri kullanılır. Kendiliğin eylemselliği ise oluşu ile ilgilidir ve “sarardı, soldu, canlandı vb.” oluş fiilleri ile tanımlanır.
  8. “Kendini beğenmek, kendini aşağı görmek, kendini bir şey sanmak” gibi deyimlerde benliğin kendiliğe yaptığı yatırımı ve verdiği değeri görürüz.
  9. Bir dönüşlülük zamiri olan “kendi” kelimesi, kişinin eylemsellik ya da sahiplik açısından kendisine yönelik geri dönüşleri ifade eder. Bunların yanında kişinin kendisiyle ilgili yargılarının (bunu benlik yapar) ya da çevresinin ona geri bildirimlerinin (bunları benlik anlar) dönüşünü de tanımlar.[7]
  10. Deneyimlenenlerin ve kendiliğe yapılan ya da yapılmayan yatırımların toplamı benliğin kendiliği algılamasında, tanımlamasında ve anlamasında rol oynar. Kişi, kendisi ile ilgili düşlemlerinde bunların toplamını içsel bir kendilik tasarımı olarak kullanabilir. Kendiliğin[8] bilinçte ve bilinçdışında olan yönleri vardır.
  11. Benlik, kendiliği tanımlamak istediğinde “kendini arar, kendini tartar, kendini yoklar ve kendini bulur”. Bu açıdan kendilik, benlik için bir pusuladır. “Kendimi anlamıyorum.” diyen kişide benlik, kendiliğe karşı yabancılaşmaya başlamıştır. Kendilik parçalarını disosiye eden, “kendini dağıtan” birisi kendini anlamakta zorlanacağı gibi karşısındaki kişi de onu anlamakta zorlanır. Benliğin ifade etme gücü iyi ise kişi “kendisini anlatabilir”. Benlik, gerçekliği değerlendirme işlevini kendini tanımak üzerinden gerçekleştirir ve yansıtmalı özdeşleşme böylelikle azalır. “Kişi karşısındakini kendinden bilir.” atasözü, benliğin kendiliği anlaması üzerinden nesneleri anladığını ifade eder. “Kendini bilmek” deyimi zihinsel işlevlerin yerinde olduğunu, kişinin olgunlaştığını, kendisinin ve çevresinin bilincine vardığını, kendi durumuna ve onuruna yakışacak biçimde davrandığını anlatmak için kullanılır. Benlik, kendiliği koruma işlevini “kendini sakınarak, kendini paralamayarak, kendini yemeyerek vb.” gerçekleştirir.
  12. İçsel ve dışsal ilişkiler içinde kendiliğin hem hiç değişmeyen hem de değişen yönleri bulunur. Winnicott bunlara hiç iletişim kurulamayan, yalıtılan ve korunan bir çekirdeği de eklemiş buna “incommunicado[9] kendilik” demiştir.

Winnicott, “Erken Gelişimsel Süreçler”[10] adıyla yaptığı kavramsallaştırmada; benlik, kendilik ve nesne ilişkisini kendilik ve nesne ayrışması açısından ele alır. Normal gelişimde benlik, deneyim parçalarını bütünleştirme işlevini üstlenir. Bebek başlangıçta bir bütünleşmemişlik halindedir ve benliği çok zayıf olduğu için deneyimlerini bütünleştiremez. Bütünleşme (integration) ile bir “ben” (kişi-person-kendilik) ortaya çıkar (personalization). Bu, bebeğin, annesinin “benliği”nin yardımıyla, parça parça yaşadığı deneyimleri bir arada toplaması, bağlaması, kucaklaması ile olur. Winnicott bu bütünleşmenin iki kaynağı olduğunu vurgular: 1. Annenin sevgi dolu kucaklaması ve bakımı, 2. Bebeğin içinden gelen, kişiliği bir araya getirme eğilimi gösteren güçlü içgüdüsel deneyimler. Benlik gelişip de “ben” ve “ben olmayan” (kendilik ve nesne) deneyimleri ayırt etmesiyle birlikte bir farkındalık ve gerçekliği tanıma (realization) gelişir. Benlik; kendiliğin sınırlarını belirler, kendiliğe alacaklarının (inkorporasyon ve introjeksiyon) ve almayacaklarının (ekskorporasyon ve projeksiyon) ayrımını yapar.

Birçok farklı ilişkide deneyimlenen kendilik halleri benlik tarafından bütünleştirilir. Kendiliğin gelişiminde, önce kendilik ve nesne deneyimleri dağınık ve belirsizdir. Sonra bunlar doyum veren nesne ve doyan kendilik ile aç bırakan nesne ve aç kendilik tasarımları altında iki grupta toplanırlar. Bu iki grup içindeki kendilik ve nesne tasarımları ayrışmaya başlar. Benliğin güç kazanmasının ardından nesne tasarımında çifte değerliliğe katlanma kapasitesi artar ve nesne hem iyi hem kötü olarak bütünleşmeye başlar. Bu aşama üçlü ilişkilere geçiş aşamasıdır.

Hartmann’da Kendiliğe Yapılan Yatırım

Psikanalitik yazında Freud’un kendilikle ilgili ayrımı yapmadığına değinilir. Eğer kendilik kelimesini kullanışına dikkat ederek yazılarına bakılırsa, kendilik ile ilgili bazı tespitlerinin olduğu görülecektir. Örneğin Freud’un, Psikanalize Giriş Konferansları'nın 32.si olan "Kaygı ve Dürtüsel Yaşam"daki bir tespitini ele alalım:

"Nadir olarak bazı olgularda benliğin kendisini bir nesne olarak değerlendirdiğini ve kendisine aşıkmış gibi davrandığını gözlemleriz. (In rare cases one can observe that the ego has taken itself as an object and is behaving as though it were in love with itself.)”[11]

Bu sırada eğer “kendilik” kavramı tanımlanmış olsa ve Freud "kendisi (itself)" yerine "kendilik (self)" kelimesini kullansa, narsisistik yatırımı kendilik üzerinden tanımlamış olacaktı[12]. 18 yıl sonra Hartmann[13], nesneye yapılan yatırımın karşılığının (ya da karşıdan geri yansımasının) benliğe değil kendiliğe yapılan yatırım olduğunu belirtince, benlik ile kendilik ayrışmıştır. Bu ayrıştırma narsisizmin daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Hartmann, “libido benliğe geri çekildi” derken benliğin libidoyu “kendiliğin üzerine çektiğini”, “kendini sevme”nin “kendiliğe yatırım yapma” olduğunu belirtmiştir. Buna narsisizm değil “narsisistik benlik yatırımı” demeyi uygun görmüştür. Hartmann’ın değindiği bir diğer nokta, Freud’un benlik dürtüleri olarak tanımladığı “kendiliği” koruma dürtüsüdür[14]. “Bu dürtü, cinsellik ve saldırganlıktan farklı olarak ‘ilgiler’ yaratmaktadır.”, der. Bu dürtü, cinsellik ve saldırganlık dürtülerini çok kıymetli ve biricik olan kendiliği koruma amacıyla egemenliği altına alır, diyebilirim. Böylelikle nesneye yönelik dünyada benliğin kendiliği ihmal etmesini veya yıkmasını, kendiliğin dağılmasını[15] engeller. Zaten cinsellik ve saldırganlık dürtülerinden koruma, anne-babanın çocuğunun sağlıklı gelişimi için sağladığı bir korumadır. Freud’un benlik dürtüsü olarak tanımladığı kendiliği koruma dürtüsünün benliğin bir diğer ana işlevi olarak gördüğüm “kendiliği koruma işlevi”ne dönüştüğünü düşünüyorum. Diğer işlevlerin bozulmasında olduğu gibi, “kendiliği koruma işlevi” bozulduğunda da ruhsal hastalıklar ortaya çıkar ve kendine zarar verici durumlar oluşur.

Yas tutma sürecinde benlik etkindir, kendiliği koruma yönündeki işlevlerini sürdürür. Melankolide ise daha önce nesneye yönelik olan saldırganlık yatırımı da kendiliğe geri çekilmiş ve benliğin kendiliği koruma işlevi felç olmuştur. Aşağıda Freud'un yas ve melankoli ayrımının detaylarına değinecek olsam da başlangıçta melankoli ile yas arasındaki farklara bunu da eklemeliyim.

Kendiliğin Hizmetindeki Benlik

Kendiliğin; var olma, tanınma, değerli ve gerçek hissetme, mahrem kalma ve korunma, bütün ve çelişkisiz, özgür ve ilişkili, sabit ve esnek hissetme gibi gereksinimleri vardır. Benlik, kendiliği koruma ile birlikte kendilik ile ilgili bu tür işlevleri de üstlenir. Benlik kendiliğin;

  1. Gerçeklik, düşlem ve ilişkiler içinde varlığını ve var olmayı sürdürmesini;
  2. Narsisistik ve varoluşsal açıdan değerliliğini, benzersizliğini, tanınırlığını ve bilinirliğini[16];
  3. Uyumsal açıdan parçalı, çelişkisiz, bütünlüklü ve özdeşim kurabilir halini;
  4. İlişkisel açıdan ilişkilerini, özgürlüğünü ve mahremiyetini;
  5. Süreklilik açısından sabitliğini ve hareketliliğini sağlar;
  6. En önemlisi de benlik kendiliğin tüm bu ihtiyaçlarını anlar, doyurur ve gerektiğinde isteğe dönüştürür.

Benlik, işlevleri ile bunları “yap”tığı sıralarda kendiliğin “ol”uşu gerçekleşir. Bu açıdan benliğin eril ve babasal, kendiliğin dişil ve annesel bir yönü vardır. Kendilik için yukarıdaki durumlar birer ihtiyaçtır ve benlik bu ihtiyaçları kendilik tarafından ifade edilmeden, nefes almak gibi, yaşarken yerine getirir. İhtiyaç karşılama açısından kendilik bir bebek, benlik bir anne gibidir. Benlik, işlevleri ile kendiliği büyütür, bütünleştirir, geliştirir, canlı ve gerçek kılar. Sağlıklı kişiler bunu doğal bir akış içinde yaşarlar.

Winnicott “Birincil Annelik Tasası”[17] makalesinde şöyle bir tanımlama yapmıştır:

“Benlik burada deneyimlerin toplamını temsil eder. Bireyin kendiliği deneyim toplamından ortaya çıkmaya başlar: içten gelen hareketlilik, duyum, eylemden dinlenmeye dönüş ve yok oluşlardan iyileşmeyi bekleme kapasitesinin derece derece oluşumu - bunlar çevrenin tacizlerine tepki olarak ortaya çıkan yok oluşlardır. Bu yüzden bireyin iyi bir başlangıç yapabilmek için burada “birincil annelik tasası” olarak adlandırdığım özelleştirilmiş bir çevreye gereksinimi vardır.”

Elbette, benlik de kendilik gibi deneyimlerin toplamı ile gelişir ve var olur. Ama deneyimleri toplamak ve geliştirmek benliğin işlevlerindendir. Benlik, deneyimleme sırasında kendilik ile kaynaşır çünkü deneyimlemede düşünsel işlevler gerileyebilir. Deneyimleme bittikten sonra benlik, deneyimi gözden geçirip yorumlayarak bunu kendiliğin bir parçası haline getirir. Böylelikle kendiliği bütünleştiren benlik olur. Bu açılardan psikanalitik çalışma benliğin kendiliği anlama ve yorumlama çalışmasıdır.[18]

Kendiliğin ve Nesnenin Değersizleştiğini Benliğin Anlamasının Önemi

Şimdi Freud’un “Yas ve Melankoli” makalesine gelerek buradaki benlik, kendilik ve nesne arasındaki ilişkileri yazıdan yaptığım alıntılar üzerinden yorumlayacağım. Bu yazısında Freud yas ve melankoli arasındaki farkları, özellikle de yas ve melankoli sırasında benlikte görülen birçok farklılığı irdeler.

Freud, “melankolide yastan farklı olarak kendine saygıda, kendine değer vermede ve kendini önemsemede bir yıkım olduğunu”[19] belirtir. Yani benliğin kendiliğe yaptığı libidinal yatırım azalmış, kendilik değersizleşmiştir.

Yasta benliğin dış dünyaya yatırımı azalmıştır ama bu garip karşılanmaz ve Freud “bunu nasıl açıklayacağımızı bildiğimiz için patoloji olarak görmeyiz”[20] der. Bunu genelleyebiliriz çünkü benlik, kendilik ve nesne ilişkilerini açıklayabiliyorsa ve anlayabiliyorsa patolojiden uzaklaşmaktadır. Burada Freud, benliğin anlam verme işlevinin ruhsal sağlıkla bağlantısını kurmuştur. Terapide iç dünyasını anlayan kişinin benlik işlevleri ve farkındalığı gelişir. Bu süreç bir iyileşme yaratır.

Bununla beraber benliğin iç ve dış “gerçekliği ayırt etme yetisi sayesinde yasta sevilen nesnenin artık var olmadığı anlaşılır”[21]. Nesnenin dışarıda olmadığını kabullenmek, inkarın bırakılmasını sağlar ve yas sürecini başlatır. Nesne tasarımının ne kadarının içeride ne kadarının dışarıda olduğunu ayırt etmek ayrışma süreçlerini ilerletir. Libidonun artık dışarıya yatırılamayacağı anlaşılınca, “kayıp nesnenin varlığı ruhsal olarak sürdürülebilir”[22]. Yani benlik, kendiliğin nesne ile ilişkisini iç dünyada koruyarak ve içsel nesne ile ilgilenerek yas sayesinde yavaş yavaş dönüştürür. Bu durum bir yandan benliğin, kendilik ve nesne ilişkisine egemen olduğu yanılsamasının sürmesini, diğer yandan kaybı kabullenmesini sağlarken kaybın yarattığı narsisistik incinmeyi hafifletir. “Yas bittiğinde benlik bağımsızlaşır ve kişi, dış dünyada sevdiği nesne olmadan”[23] kendisi ve birey olmayı sürdürebilir. Sonuçta yas tutma süreci hem benliği hem kendilik tasarımını zenginleştirir.

Benliğin Kaybedilen Nesneyi ve Zamanı Tasarımlayamaması

Freud’un melankolide,

“kişinin, kaybını bilinçli olarak algılayamadığını varsaymak en makulü olacaktır. Bu, hastanın kendi melankolisine yol açan kaybın farkında olduğu, fakat kimi yitirdiğini bilse de o kişide neyi yitirdiğini bilmediği bir biçim de almaktadır.”[24]

vurgusu kimin kaybedildiğinin bilinçli olarak algılanabildiğini ama kaybın içeriğinin tasarımlanamadığını gösterir. Yani yasta kayıp nesnenin ruhsal varlığı sürdürülebilirken melankolide kayıp algılanamayınca ruhsal olarak iç dünyadaki varlığı tasarımlanamaz ve yas sürecine girilemez. Benlik, işlevlerini yerine getiremez hale gelir. Freud’a göre, “yasta benliği ketleyen nesnenin yokluğudur, melankolide ise kaybedilen bilinemediği için ketleyen benliktir.”[25] Yasta benlik ketlenince ve bu ketlenme bilinçte olunca benlik üzüntü ve öfke hisseder. Melankolide, bilinçdışında kaldıkları için üzüntü ve öfkenin çoğu benliğin içine hapsolur kalır. Hasta saldırganlığının da bilincine varamaz.

Freud’un,

 “Hasta bize benliğini değersiz, herhangi bir şeyi başarmaktan yoksun ve ahlaki açıdan aşağılık olarak gösterir; kendini suçlar, karalar ve bir yana atılıp cezalandırılmayı bekler.”[26]

tespitlerinde, melankolik hastada bir açıdan benlik ve kendilik tasarımlarının ayrışmamış ya da kaynaşmış olduğu, bir diğer açıdan ikisinin de sorunlu olduğu iması vardır. Benlik başarısızdır; çünkü ilişkideki ayrışma ve yeniden düzenleme gibi işlevlerini yerine getiremez. Benlik, ayrıldığı nesneyi algılamada ve tasarımlamada başarısızdır. Nesne yok olduğu ve hoşnutsuzluk yaşandığı için tek suçlu kendisi kalmış, kendilik nesnenin yokluğuna hapsolmuştur. Benlik; öfkelenebileceği, suçlayabileceği ve cezalandırılabileceği bir nesne tasarımlayamaz, kendiliğe yüklenir.

Freud, “melankolik kişinin kendini suçlamada ve eleştirmede çevre ve zaman tanımadığını”, “zamanın genişlediğini hatta zaman kavramının bozulduğunu” [27] söyler, ki zaman ve çevre yönelimini sağlama benlik işlevleridir. Benlik işlevlerinin bozulması, zamanın ve çevrenin belirsizleşmesi, eleştiri ve suçluluğun sınırlanamaması; iç ve dış dünyadaki ayrışmamışlığı gösterir, ayrışmamışlık yaratır ya da ayrışmamışlığı destekler. Tüm bunlar nefret, öfke, suçlama ve aşağılama gibi duyguları şiddetlendirir. Melankolide benliğin kendiliği yargılama düzeyi gerçeklikten kopuktur ve bu kopukluk yargılamanın sertliğini şiddetlendirir, hafifletilmesini ise engeller.

Melankolide Kendilik ve Nesne Tasarımının Kaynaşması

Melankolide ya kendilik ve nesne tasarımı ayrışmamıştır ya da yaşanan kaybın etkisi ile kendilik ve nesne tasarımlarının kaynaştığı bir gerileme yaşanmıştır. Kendilik ve nesne tasarımları kaynaşmış olduğu ya da kendiliğin nesneye bağımlı olduğu bir durumda yaşanan ayrılık, benliği hazırlıksız yakalar ve derin bir narsisistik yara oluşturur. Bu yaranın yarattığı acı, benliğin enerjisini soğurur. Patolojik yasta da durum budur.

Freud, melankolikteki kendilik ve nesne kaynaşmasını şu sözlerle iyice ortaya çıkartır:

“Klinik tablonun anahtarını bulduk: Kendini (selbst) suçlamaların sevilen bir nesneye karşı olup da oradan hastanın kendi benliğine (Ich) aktarılmış olan suçlamalar olduğunu kavradık.”[28]

Burada benlik ve kendilik kavramlarının birbirine çok yakınlaştığını ve ayrıştırmanın yapılamadığını yeniden görürüz. Melankolide kendiliğin ve benliğin ayrışmaması, benlik işlevlerini ketleyen bir diğer durumdur. “Suçlamalar nesneye karşı olup oradan kendiliğe aktarılmıştır.” denilebilseydi, görece daha yapılanmış bir ruhsallıktan söz edilebilirdi. Bu durumda kişi, “kendiliğini” suçlayabilecek ama bu suçlamalar benliği ketleyecek düzeye çıkartılmayabilecekti. Hasta, “Kendimi çok sert suçluyor olabilir miyim?” sorusu üzerinde düşünebilir olacaktı.

Bunun yanında melankoliğin “Şikâyetleri aslında birinden şikâyetçi olmak anlamındadır.”[29] saptaması yine aynı durumu farklı bir açıdan ele alır. Melankolik kendisini yetersiz hissediyorsa tüm nesneler de yetersizdir. “Ben yetersizim.” derken aslında “Sen yetersizsin. Hepimiz yetersiziz.” imasının yapılması nesne tasarımının benliğin içinde hapsedildiğini, ayrışmadığını ve genelleştiğini de gösterir.

Benliğin Nesne Tasarımını Konumlandırması

“Yasta dünya, melankolide ise benliğin kendisi yoksullaşır ve boşalır."[30] tespiti nesne tasarımının kişinin iç dünyasında nerede konumlandığının önemini gösterir. Yas tutabilen kişide kendilik ve nesne tasarımları genellikle kaybın öncesinde ayrışmıştır. İçsel ve dışsal nesne tasarımları da birbirinden ayrışarak iç dünyadaki nesne tasarımı bütünleşmiş, dış dünyadakinden ayrışmıştır. Böylelikle dış dünyadaki nesne ölünce, iç dünyadaki nesnenin sağlamlığı sayesinde melankoli değil yas yaşanır. Kayıp, yıkıcı bir narsisistik yara haline dönüşmez. Benlikte toplanan narsisistik yatırım yaratıcılığa yüceltilebilir. En önemlisi ise benlik simgeleştirme ve söze dökme kapasitesini korur. Yüceltme sayesinde kaybın yarattığı etkiler ve yas, kişinin ve toplumun yararına dönüşür. “Melankolide ise bizzat benlik boşalır” çünkü benlikte yer alan kaynaşmış kendilik-nesne tasarımları kaybolup, simgeleştirme ve söze dökme yapılamayınca geriye bir boşluk kalmıştır.

Melankolide “benliğin terk eden nesneyle özdeşleşmesi”,[31] bir ilişki içinde nesnenin yavaş yavaş ayrışmasıyla ya da benlik hazır olunca ortaya çıkan, tasarımlanabilen bir ayrılma ile değil de ani bir terk ediş ile olduğundan kendilik ve nesne ilişkisi, ilişki kurmanın ilk aşaması olan tüm bedeni içe alma[32] evresinde donakalmıştır.

Freud, “melankolide benliğin bir parçasının ayrıldığını ve onu nesne gibi ele aldığını”[33] belirtir. Bu bir açıdan kendiliği bir nesne gibi ele alma erken olduğunda benliği zayıflattığını gösterir. Melankolide kendilik, benlik ve üstbenlik kaynaşmasını gözlemleyebiliriz. Çocuğun psikolojik gelişiminde kendiliğinin anne-baba tasarımlarından ayrışması ve aynı zamanda onlarla özdeşleşmesi üstbenliğini oluşturur. Yasta ise ölen nesneden ayrışma süreci kendilik, benlik ve üstbenlik yapılanmalarını zenginleştirir.

Freud’un “nesnenin gölgesi benliğin üzerine düştü"[34] tanımına şunu eklemek gerekir ki yukarıda açıkladığım gibi benliğin üzerine gölgesi düşen nesne melankolideki kişinin gerçekliğinde iç ve dış dünyada ayrı ayrı var olagelmiş bir nesne değildir. Yani nesnenin gölgesi vardır ama nesnenin kendisi hem içeride hem dışarıda bütünlüklü bir tasarım olarak var edilememiş, henüz melankolideki kişinin iç ve dış gerçekliğinde bir yer sahibi olamamıştır. Bu durum nesneyi kaybeden kişide “Ben nesneyi yedim.” yanılsamasının yaşanmasına katkıda bulunabilir.

Abraham ve Torok[35] bu konuda çok nitelikli çalışmalar yapmışlardır. Yıkıcılığı ağır basan içsel tasarıma “içsel mezar”, içe alınıp kapsüllenmiş tasarıma “kript” adını vermişlerdir. Nesneden yavaşça ve hazırlanarak ayrışmanın sağlanamaması yüzünden bağımsızlaşma, bireyleşme, yaratıcılık ve yüceltme gibi soyutlaştırma ve simgeleştirme yolları tıkanır. Ölüm üzerinden bu durumu somutlaştırırsam melankolide, ölen kişinin hem mezarlıktaki mezarı tasarımlanamaz hem de melankoliğin içinde bir “hortlak nesne” vardır. Benlik böyle bir hortlaktan nasıl ayrılacağının, yas tutacağının yolunu bulamaz. Andre Green[36] buna benzeyen, çocuğun anneden ayrışamadığı ve hatta annesini canlandırma sorumluluğu hissettiği bir durumu, “ölü anne” kavramı ile açıklamıştır. İçerideki nesneden ayrılmanın tek yolu bunun aktarım ile yansıtılarak dışsallaştırılması ve bunu anlayıp söze dökebilen bir terapist tarafından “yavaşça” çalışılmasıdır. Eğer bu yapılamazsa benliğin kendiliğe yaptığı zulüm ve işkence sürecektir. Freud, “sadistik hazza da dönüşen bu ilişkinin intiharın dinamiğini açıklayabileceğini”[37] yazar[38].

Narsisistik Nesne Seçimi

Freud, melankolinin “narsisistik nesne seçiminin ve yasın”[39] özelliklerini taşıdığını belirtir. Narsisistik nesne seçiminde kişi ya kendisi gibi olanı ya olmak istediği gibi birisini ya da önceden bir parçası gibi olan nesneyi seçer[40]. Freud’un “çatışmaya rağmen sevgi ilişkisinin son bulmadığını” belirtmesi aynı zamanda bir tür bağımlılığa işaret etmektedir. “Bir zamanlar bir nesne seçimi, libidonun belli bir insana bağlanması söz konusuydu; sonra bu sevilen insandan gelen gerçek bir küçük düşürme ya da düş kırıklığı nedeniyle nesne ilişkisi bozuldu.”[41] cümlesindeki libidonun bağlanması tanımını, sevilen ve bağımlı olunan ya da ayrılığına katlanılamayacak ve küçük düşürücü bir nesne ilişkisinin varlığı diye daraltmak yararlı olacaktır. Benliğe nesnenin gölgesinin düşmesi bu açıdan bir sakatlanmadır. Çünkü benliğin egemenliğindeki kendilik ve nesne ilişkisi, benliğin kontrolünün dışında ve küçük düşürücü bir biçimde kopmuştur. Kopan nesne, yerinde sakat bir benlik ve kendilik bırakır. Bazen bu sakatlanma, kendilik nesneye bağımlı olduğu için can alıcı, ağır bir darbe biçiminde gerçekleşince benlik için yaşamak anlamsızlaşır. Küçük düşme ve düş kırıklığı yaşanması yüceltmeyi engellemesi açısından da benliği sakatlayıcıdır. Burada sakatlayıcı olan bir başka durum kendilik ve nesne ilişkisinin gelişip benliğe yeni işlevler ve güç kazandırması beklenirken bu yerde güdük bir kendilik ve nesne ilişkisi olarak kalmasıdır. Nesne, kendilik ve nesne ilişkisinin başlangıç aşamasında, içe alınmış ve sindirilememiş haliyle kalır. Melankolik hasta yas tutmaya hazır değildir, nesne kaybıyla yüzleşemez çünkü kaybettiği yalnızca nesne değil kendinden de bir parça olacaktır. Daha sonra parçanın bu boş kalmış yeri narsisistik nesne seçimi ile doldurulmaya çalışılabilir. Ama bu ilişkiler topal bir bacağı tamamlayan bir protez gibidirler. Yas tutulamamışsa, protez kırıldığında yokluk yine depresyona sürükler. Narsisistik nesne ilişkisinde libidinal yatırım güçlenirken hem agresif yatırım hem de çifte değerlilik şiddetlenir ama bilinçdışındadırlar. Kendilik nesneden tam ayrışmadığı için çifte değerliliğin yarattığı çalkantıları sakinleştirmesi beklenen nesnedir, çok değerlidir ve çok önemlidir. Çifte değerliliği nesnenin düzenlemesini beklemek bir çıkmaz yaratır, bağımlılığı ve zayıf kalmayı destekler. Freud’un

“Nesne için duyulan sevgi, nesnenin kendisi bırakıldığı halde vazgeçilemeyen sevgisi, narsisistik özdeşleşmeye sığınırsa, nefret devreye girip ikame edilen nesneyi kötüye kullanır, aşağılar, acı çektirir ve bundan sadistik doyum elde eder.”[42]

tanımı, terk ederek acı veren nesneye[43] de aynı acının yaşatılmak, intikam alınmak istendiğini ve bundan tümgüçlü ve sadistik bir haz alındığını betimler. Benlik açısından, terk edilmiş olan kendilik sadistik bir saldırıya uğramıştır. Ne yazık ki melankolide, intikam alınacak nesne dışarıda değil içe alınmış halde benliğin içindedir. Tüm saldırganlık, benliğin içindeki gizli nesneye giderken oklara hedef olan aslında ayrışmamış haldeki benlik ve kendiliktir.

Sonuç

Bağımlılığın çözüldüğü ve ayrışılmış olandan ayrılmak ile ayrışılamamış olandan ayrılmak; kendiliğin değerliliğini, benlik işlevlerini ve ruh sağlığını farklı biçimlerde etkilemektedir. Kendilik, nesneden ayrışabilmiş ise öz değerinin düzeyinin belirlenmesi nesneye bağımlı olmaktan uzaklaşmaktadır. Bu durum benliğin işlevlerini daha rahat yerine getirmesine olanak tanımaktadır. Kendilik, nesneden ayrışamamış ve nesneye bağımlı ise nesnenin kaybı kendiliğin ve benliğin birer parçasını kaybederek yaralanmasına yol açacaktır. Freud melankoliyi, tüm ruhsal yatırımı üzerine çeken açık bir yaraya benzetir.

Sonuç olarak, bu makalenin anlamamızı kolaylaştırdığı üç ana nokta vardır:

  1. Kendiliğin, nesnenin ve benliğin ayrışması ayrılık ve yas ile olur. Ayrılıklarda benlik ancak bu ayrışma kabul edilip işlenebildiğinde yas tutabilir. Gerçekliği değerlendirme yetisi yalnızca kendilik ve nesnenin ayrıştırılması ile değil, benlik, kendilik ve nesnenin ayrıştırılması ile gelişir.
  2. Bu metin kendilik ve nesne ilişkilerinin ayrıştırılmasını, ayrışmadığında benliğin nasıl ketlendiğini anlatır. Yas çalışmasının ve ayrıştırmanın yapılıp yapılamaması, ruh sağlığını ve ruhsal yapılanmayı belirler.
  3. Melankoliyi yaratan kendilik ve nesne ilişkisinin ayrışmamış olması, bağımlılık halindeki kendilik ve nesne ilişkisinin kopması ve benliğin ketlenmesidir.

FREUD'TA YAS VE MELANKOLİ ARASINDAKİ AYRIMLAR LİSTESİ

 

YAS

 

 

MELANKOLİ

Benliğin dış dünyaya yatırımı azalmıştır.

Kendiliğe yapılan libidinal yatırım azalmış, kendilik değersizleşmiştir.

Benliğin iç ve dış gerçekliği ayırt etme yetisi sayesinde sevilen nesnenin artık var olmadığı anlaşılır.

Zaman ve çevre yönelimi bozulmuştur, kendilik ve nesne tasarımı kaynaşmış haldedir (kendilik ve nesne ya hiç ayrışmamıştır ya da kaybın etkisiyle yeniden kaynaşmıştır.)

Kayıp nesnenin varlığı ruhsal olarak sürdürülebilir.

Melankolide kişi, kayıp nesneyi bilinçli olarak algılayamaz, tasarımlayamaz.

Benliği ketleyen nesnenin yokluğudur.

Kaybedilen bilinemediği için ketleyen (ve ketlenen) benliktir.

Dünya yoksullaşır ve boşalır.

Benliğin kendisi yoksullaşır ve boşalır.

Kaybedilen nesnenin yası tutulunca benlik ve üstbenlik zenginleşir.

 “Benliğin terk edilen nesneyle özdeşleşmesi” bir içe almadır. Benlik nasıl ayrılacağının, yas tutacağının yolunu bulamaz, başarısızlık yaşar.

Kaybedilen nesne gömülmüştür, kaybı anlaşılmıştır ve yası tutulur.

“Nesnenin gölgesi benliğin üzerine düşmüştür". Nesnenin dış dünyada bir mezarı olamaz, içeride gölgesi olan bir hortlak vardır.

Suçluluk hissi katlanılabilir ve işlenebilir düzeydedir,

Kişi kendini suçlamada ve eleştirmede çevre ve zaman tanımaz, serttir.

Narsisistik nesneden ayrışma, kayıptan önce gerçekleştiği için yası tutulabilir ve çifte değerlilik şiddetlenmez.

Benlik narsisistik bir nesne seçimi yapmıştır, nesneyi kötüye kullanır, aşağılar, acı çektirir ve bundan sadistik doyum elde eder.

Yas, katlanılabilir, değerlilik kazandıran ve yaşamı anlamlandırmaya yarayan bir narsisistik incinmedir.

Melankolideki narsisistik yaralanma, “tüm ruhsal yatırımı üzerine çeken açık bir yaraya benzer”.

 

Yas ve Melankolideki etkenlere iki ek:

Yasta benlik dürtüleri etkindir, kendiliği koruma yönündeki işlevlerini sürdürürler.

Melankolide ise benliğin kendiliği koruma dürtüleri felç olmuştur.

 

 


* Psikiyatrist ve İstanbul Psikanaliz Derneği üyesi psikanalist. Bursa’da özel muayenehanesinde çalışmaktadır.

[1] A. A. Köşkdere, “Bedenin İçine Alma: Haz, Saldırganlık ve Nesne İçeriye Alınırken”, Psikanaliz Yazıları, 2020, 41, s. 179-201.

[2] S. Freud [1917]. “Mourning and Melancholia”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916), 1975, s. 237-254.

[3] B. J. Koch, H. K. Bendicsen, J. Palombo, Guide to Psychoanalytic Developmental Theories, Springer-Verlag, New York, 2009.

[4] “Men” olarak da kullanılır.

[5] Eski Türkçe metinlerde “kentü” olarak geçer.

[6] Depresif bir kişi üzerinden benlik ve kendilik ilişkisini düşünürsek, depresif nevrozda benliğin kendiliğe yaptığı yatırım ve ayrışma azdır, nesneyi yaşatmak ana amaçtır ve benlik nesneye yatırım yaptığında kendisine yatırım yaptığını zanneder. “Hiç kendimi düşünmedim. Hep onun için yaşadım.” cümlelerini depresif nevrozlu hastalarda sık duyarız. Bunu söylüyor olması benliğin hem nesneyi kendisinin yerine koyduğunu hem de nesneyi yaşatmaya çalıştığını algıladığını gösterir. Genellikle bu algılama yalnızca nesneye yönelik derin bir hayal kırıklığı anında ya da nesne öldüğünde fark edilir. Benliğin kendisini düşünmek; nesneyi ihmal etmek (ya da yemek) anlamına geldiğinden suçluluk yaratır, ihanet ve bencillik olarak yorumlanarak bundan hızla vazgeçilir.

[7] Örneğin, bir dağ gezintisi sonrası kişi rahatlamış ve gezintiden keyif almış ise, kendisine dönerek “Ben dağ gezilerini seven ve bunlardan keyif alan birisiyim.” izlenimini edinir. Bu izlenimin tam farkında değil ise, bir arkadaşının ona “Sen dağ gezilerini seviyorsun. Memnuniyetini yüzünden anlayabiliyorum.” demesi sayesinde farkındalığı artar. Ya da bir süre sonra dağ gezilerinden sıkılır ve “Bu ben değilim.” diyerek kendiliğini bu deneyimlerden çıkartabilir.

[8] E. L. Auchincloss, E. Samberg. “Self”, Psychoanalytıc Terms & Concepts American Psychoanalytic Association, Yale University Press, New Haven and Londra, 2012, s. 231.

[9] D. W. Winnicott. “Communicating and not communicating leading to a study of certain opposites”. The Maturational Processes and the Facilitating Environment, Hogarth Press, London, 1965, s. 179–192.

[10] Winnicott D. W. [1945]. “İlkel Duygusal Gelişim”, Psikanaliz Yazıları, 2011, 23, s. 109-123.

[11]  S. Freud (1933) “New Introductory Lectures On Psycho-Analysis”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, 22, s. 102.

[12] Almancasında kendilik (selbst) ayrı kullanıldığı için ayrım daha açıktır.

[13] H. Hartmann. “Comments on the Psychoanalytic Theory of the Ego”, Psychoanalytic Study of the Child, 1950, 5, s. 74-96.

[14] “self preservative drive” tanımını benliğin kendiliği koruma dürtüsü olarak yorumluyorum.

[15] A. A. Köşkdere (2018) “toplamda, ben olmak”: matematiğin psikanalitik yorumu. Psikanaliz Yazıları 36:83-96

[16] Delphi’deki Apollon Tapınağı’ndaki ve birçok din ve ideolojideki “Kendini Tanı” sözü benliğe yönelik bir düsturdur.

[17] D. W. Winnicott [1956] “Birincil Annelik Tasası”, Psikanaliz Yazıları 4, 2002, s. 101-107.

[18] Çocuk için bu süreci başlangıçta annenin benliği üstlenir. Annenin sağladığı güvenli bakım ve geliştirici ortam çocuğun benlik ve kendiliğini oluşturan temel biyo-genetik varlığını ortaya koymasına olanak verir. Bu olanak ne kadar sağlıklı bir ilişki içinde gelişirse çocuğun gerçek kendiliği ve bununla bağlantılı canlılığı, yaratıcılığı ve özgünlüğü o kadar iyi ortaya çıkar. Eğer genel olarak anne çocuğun ihtiyaçlarına değil çocuk annenin ihtiyaçlarına uyum sağlamak zorunda kalırsa çocukta uyuma yönelik sahte bir kendilik oluşur (Winnicott, D. W. (1965) The Maturational Processes and the Facilitating Environment: Studies in the Theory of Emotional Development. s. 145).

Geliştirici çevre olarak annenin ve ailenin çöküşünün melankoli dinamiğine etkisini ayrı bir yazıda ele alacağım.

[19] A.g.e. s. 244

[20] A.g.e. s. 244

[21] A.g.e. s. 244

[22] A.g.e. s. 245

[23] A.g.e. s. 245

[24] A.g.e. s. 245

[25] A.g.e. s. 245

[26] A.g.e. s. 246

[27] A.g.e. s. 245

[28] A.g.e. s. 248

[29] A.g.e. s. 247

[30] A.g.e. s. 246

[31] A.g.e. s. 248

[32] İnkorporasyon, Almanca Einverleibung, İngilizce incorporation, Fransızca incorporation

[33] A.g.e. s. 256

[34] A.g.e. s. 248

[35] N. Abraham, M. Torok (1994). “The Lost Object-Me: Notes on Endocryiptic identification” The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis, University of Chicago Press, Chicago/London, s. 139-156.

Abraham, N., Torok, M. (1994). “Mourning or Melancholia: Introjection versus Incorporation” The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis, University of Chicago Press, Chicago/London, s. 125-138.

[36] Green, A. [1983].  “The Dead Mother”, On Private Madness, London: Hogart Press and the Instutute of Psychoanalysis, 1986, s. 142-173.

[37] A.g.e. s. 252

[38] Bu dinamiklerin inkorporasyon ile bağlantılarını Psikanaliz Yazıları’ndaki “Bedenin İçine Alma: Haz, Saldırganlık ve Nesne İçeriye Alınırken” yazımda ele almıştım.

[39] A.g.e. s. 250

[40] S. Akthar, “Narcissism”, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, 2009, Karnac Books, London, s. 179.

[41] A.g.e. s. 249

[42] A.g.e. s. 251

[43] Bir ikame de bulunabilir.