• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

WİNNİCOTT, DEPRESİF VE OBSESİF KONUM

WİNNİCOTT, DEPRESİF VE OBSESİF KONUM

Winnicott, Normal Duygusal Gelişimde Depresif Konum başlıklı makalesinde depresif konumla ilgili önemli katkılarda bulunur. Bence obsesif konumla ilgili tespitleri de vardır ama bunları bir başlık altından toplamamıştır. Depresif konuma ulaşılması için bebeğin kendisini bütün olarak algılayabilmesi ve bütün bir anneyle ilişki kurabilmesi gerektiğini vurgular. Bütünlük haline ulaşmak depresif konumun ön koşuludur. Burada ancak bütünlük hissinin başladığını söyleyebiliriz çünkü ölene kadar yeni durumlar ve özdeşleşmeler ile bütünleşme süregider.

Klein'ın da değindiği gibi depresif konum memeden ayrılmada kendini açıkça gösterir. Winnicott, “Çocuğu memeden ne zaman kesmek lazım?” sorusuna, “Bebek bir şeyleri tutup fırlatmaya başladığı zaman.” yanıtını verir.

Obsesif konumu da bebeğin attığı nesneyi tutup kendine çektiği, sonra yeniden atıp kendine çektiği ve tutup bırakmayı oyun haline getirdiği aşama olarak tanımlayabiliriz. “Depresif konum aşamasında bebeğini kucaklayan anne, çocuğunun bazı süreçleri derinlemesine çalışmasını sağlar”, derken obsesif konuma ulaşmış bir annenin çocuğunu kucaklayıp tutarak çocuğunun parçaları bütün haline getirme çalışmasına ortam hazırladığını söylemektedir. Böylelikle anne, çocuğunun derinlemesine çalışmalar yapması için gereken ortamı ve etkileşimi sağlar. Doğal anneliğin bir parçası olarak anne, çocuğunun nesnesi olmaya da kendini bırakabilir. Buradaki uğraşılar, çocuğun büyüsel düşünceyi ruhsallığının egemenliği altına almasını sağlar.

Winnicott önce depresif konum ismini patolojiyi çağrıştırdığı için beğenmez. “öteki ile ilgilenme/ötekine acıma” dönemi denebileceğini, bu döneme 5. ya da 6. ay gibi bir zaman atfetmenin de yararsız bir iş olacağını yazar. Bebek başlangıçta acıma öncesinde acıma-sız bir evrededir. Buradaki acımasızlığının farkında değildir, sonradan anlar. Depresif konumda bu acımasızlığın farkına varılır ve suçluluk ile bir geri çekilme yaşanır.

Obsesif konumda ise artık tanınan acımasızlığı yaşatmaktan ve yaşamaktan haz alınmaya geçilir. Anne, acımasızlığa maruz kalınca yıkılmaz, mazoşistik konumda kalabilir. Yasta ise nesne yok olmuştur. Nesneye ve kendiliğe zarar vermiş olmanın, nesneyi koruyamamanın, ölüm ve yaşamın bir araya gelmesinin yarattığı suçluluk ve acı; ilişkiye, söze ve ritüele dönüştürülür. Bunların yinelenmesi ile yapılan derinlemesine çalışmaya yas tutma çalışması denir.

Winnicott bebek ve anneyi iki ayrı durumda tanımlar: heyecanlanmış ve sakin. Çocuk sakinken, annesini ya sakin olarak deneyimler ya da heyecanlandığında bazen kullandığı bazen de saldırdığı bir anne vardır. Anne de iki durumda olabilir çocuğuna bakan sakin anne ve heyecanlanmış anne. Anne bakımının sürmesi ve annenin yaşamda kalması ile bebek, sakin annenin tüm bu süreçte rol oynadığını anlar. Bu bütünleştirme ile depresif konum yaşanır. Winnicott bebeğin bu süreçteki ikinci önemli gelişiminin düşünce ve düşlemin varlığını kabullenme olduğunu belirtir. Bunlar iyice oturana ve belleğe kazınana kadar annenin yok olma şansı yoktur ve anne bu iki işlevi bir araya getirebilmelidir, der.

Çocuk yinelemelerini yaparken annenin bunları kapsayacak güvenli ve tutarlı çevreyi yinelemesi gerekir. Annenin obsesif konumdaki tutuculuğu ve inatçılığı sayesinde bebek tekrarlamaları ile obsesif konuma ulaşır. Winnicott’ın; zaman içinde durumu tutma ve kucaklamayı sürdürme işlevi tanımı da annenin obsesif konumuna atıfta bulunur. Annenin bunu yapabilmesi, gelişmiş bir benlik işlevidir. Bu işlevi de annenin çocuğu için yardımcı benlik olmasına ekleyebiliriz. Bu sayede kendiliğin anneyle geçirdiği iyi zamanlar bellekte depolanır ve anne tasarımı kendiliğin bir parçası olur, benlik güçlenir.

Winnicott, tasarımsal "delik" kavramını ortaya atar. Heyecanlanmış ve dürtüsel doyum arayan bebeğin annesi tarafından doyurulduktan sonra artık annesini eskisi gibi algılamayacağını belirtir. Zenginliklerle dolu bir bedenin olduğu yerde şimdi bir “delik” oluşmuştur. Dürtüsel doyumun bir ögesi de kendilik ile ilgilidir. Bebeğin aldığı, doyum verici dürtüsel bir deneyimse iyi olarak algılanır ve kendiliği destekler. Aldığı deneyim engellenmeye bağlı öfke ile karmaşıklaşırsa kötü olarak algılayacaktır ve kendilik bir tehdit duyumsayacaktır. Tüm bu süreçler sırasında anne durumu tutmayı ve kucaklamayı sürdürür. Bebek aldıklarını iç dünyasında çalışırken zaman geçer. Artık bebeğin anneye verecekleri vardır, anne alacaktır ve aldıkları arasında neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmesi beklenir. Winnicott bunu ilk verme olarak tanımlar ve verme olmadan gerçek bir alma olamayacağını vurgular. Eğer anne, bebekten gelen hediyeyi algılayabilirse bu hareket bebeğin annesinde yarattığını düşlemlediği deliğe ulaşır ve anne rolünü oynar. Anne, bebeğin hediyesini alırken onun onarıcı ve telafi edici potansiyelini de kabul etmiş olur.

Bu potansiyeli tanımak bebeğin benliğinin gelişmesi için ona bir alan açar. Depresif konum alma-verme ilişkisinin temellerinin atıldığı yerdir. İkili bir ilişki içinde alışveriş başlamıştır. Bebek ağzıyla emdiği sütün karşılığını doymuş olmanın gülümsemesi ile, ağzıyla verir. Depresif nevrozda bu alma-verme dengesi bozuktur. Sürekli almak isteyen ve sömüren ile sürekli veren ve sömürülen kendilik ve nesne tasarımlarına sahiplerdir.

Depresif konumun iyicil döngüsü defalarca yinelenince bebek “deliğe” katlanmaya başlar ve bu sırada gerçek suçluluk hissi ortaya çıkar. Winnicott gerçek suçluluk hissinin dışarıdan eklenmediğini içeriden çıktığını öne sürer. İçeride; sakin ve heyecanlı anneyi, sevgi ve nefreti bir araya getirirken suçluluk ortaya çıkmaktadır. Suçluluk hissi sayesinde dürtüsel doyumla birlikte şefkat hissetme kapasitesi korunur. Çocuk, sadece seven değil, onarma ve yeniden inşa çabalarını alabilen bir anneye gereksinim duyar. Çünkü dürtüsel saldırısının yarattığı suçluluğu gidermek için verebilmelidir. Winnicott, buradaki bağımlılığın mutlak bağımlılıktan daha üst düzeyde olduğunu vurgular.

Winnicott depresif konumun iyicil döngüsü olarak tanımladığı döngüyü şöyle özetler:

  1. Dürtüler yüzünden karmaşıklaşmış anne-bebek ilişkisi, döngüyü dürtü ile başlatır.
  2. Bebeğin dürtüleri ile annesinde yarattığı etki belirginleşmemiş bir biçimde algılanır. Bu belirsizliğe “delik” der.
  3. İçsel derinlemesine çalışma ve deneyimin sonuçlarının sınıflandırılması ile zaman geçer.
  4. İçsel olarak iyi ve kötünün sınıflanması sayesinde hediye verme kapasitesi ortaya çıkar.
  5. Annenin hediyeyi alması ile delik onarılır.  

Bu deneyimlerin toplamı bir içsel gerçeklik oluşmasını sağlar. Winnicott'a göre içsel dünya üç biçimde oluşmaktadır:

  1. Dürtüsel deneyimler
  2. İnkorpore edilenler, tutulanlar ya da atılanlar
  3. Büyüsel olarak içe yansıtılan bütünsel ilişkiler

Winnicott bu süreci beslenme üzerinden anlatır ki depresif konum zaten oral dönemin bir ögesidir. Depresif konumun ortaya çıkışında zaman algısı, gerçek ve düşlem arasındaki farkı ayırt etme ve bütünleştirme yetilerinin gerekliliğini belirtir ki bunlar benlik işlevleridir. Winnicott ilk düzey olan dürtüsel deneyimleri tüm insanların yaşadığını, ikinci düzeydeki inkorporasyon ve exkorporasyonlarda biçim değişiklikleri olsa da tüm insanların benzer olduğunu belirtir. Üçüncü düzey olan büyüsel olarak içe yansıtılan bütünsel ilişkilerin ise kültürel farklılıklar gösterdiğini öne sürer. Üçüncü düzeye gelinince çevreye duyulan ihtiyacın azaldığını vurgular.

Bu yazıda Winnicott’ın anne ile ilgili tekrar tekrar vurguladığı bir özellik vardır: zaman içinde durumu tutmayı ve kucaklamayı sürdürme işlevi. Bu anne, iyi meme olarak içselleştirilecektir. Hatta bebek de zaman içinde durumunu tutmayı ve kucaklamayı öğrenecektir. Bu tutma ve kucaklamayı sürdürme işlevinin obsesif konuma özgü olduğunu ve ilişkiye süreklilik kazandırdığını düşünüyorum. Sevgi ile tutan, kucaklayan ve bırakmayan bir anne obsesif konumu içselleştirmiştir.

Annenin çocuğu yalnız bıraktığı kısa zaman aralıklarında çocuk geçiş nesnelerini kullanmaya başlar. Winnicott, depresif kaygıya karşı örgütlenen savunmaların dürtüyü görece ketlediğini belirtir. Savunmaları şöyle listeler:

  • Tümden kontrol
  • Bölümler oluşturma
  • Zulmedici ögelerin izole edilmesi
  • Kapsayıcı ve kapalı bölümler oluşturma
  • İyi şeylerin gizlice saklanması
  • İyi ve kötünün büyüsel olarak yansıtılması
  • Yok etme ve atma
  • Olumsuzlama
  • İdeal nesnenin içe yansıtılması

Bu savunmaların büyük çoğunluğu anal döneme aittir ve obsesif savunmalardır. Birey olmanın önemli bir aşamasını oluştururlar. Winnicott tüm bunların çocuğun oyununa yansıdığını belirtir. Bunları anal döneme ya da obsesifliğe bağlamaz. Aslında tüm bunlar, içlerinden kötü olanları bir kenara ayırdığınızda annenin de bakım verirken yaptıklarıdır. Tümden bebeği kontrol, yeme-temizleme-sevme gibi bölümler oluşturma, zulmedici ögeleri izole edilerek ayrı tutma, bebeğini kapsama ve onu dış dünyanın tehlikelerine karşı kapalı tutma, ona zararlı gelecek her türlü içeriği gizlice saklama, iyi ve kötüyü büyüsel olarak ve bebeğinin katlanabileceği oranda yansıtma, pislikleri, zehirleri ve kötülükleri yok etme ve ilişkinin dışına atma, bebeğinin sevgisini azaltacak her şeyi olumsuzlama. Böylelikle obsesif konumu içselleştirmiş bir anne bebeğini tutar, kucaklar ve bebeğini geliştirecek, düzenli bir bakım verir.

Winnicott’ın hediye verme ve dürtüsel saldırının yarattığı deliği kapatma ilişkisi anal dönemdeki kaka hediye etme ile sürer. Freud, kaka kompleksine Küçük Hans olgusunda, doğum yapma ile ilgili yönlerine değinmiş ama detaylarına girmemiştir. Sonrasında Klein kakanın saldırgan ve kirletici yönlerini ele almıştır. Kaka, sadece kirli ve kurtulunması gereken bir pislik değildir. Kaka, zamanında ve yerinde yapıldığında hem çocuğa hem anneye rahatlık ve mutluluk veren çocuğun içinin ürettiği bir hediyedir. Kaka ve çiş içsel üretimler oldukları ve anneye somut olarak verilebildikleri için de değerlidirler. Anne, çocuğun tutma ve verme gücünü, iktidarını kabul eder. Aynı açlık gibi dışkılama da bir döngüdür. Açlık dolmanın, çiş ve kaka boşalmanın döngüsünü yaratırlar. Bu döngüyle anne, çocuğunun kirliliğine yatırım yapar, kirden kaçınmaz. Kirli ve değerli kaka zıt anlamlı bir içerik yaratır. Planlama ve düşünce, bedensel gereksinimler için kullanılırken kaygı ile baş edilir. Oral dönemdeki; meme, ağız ve yüzden sonra görülemeyen anal bölge tasarımlanmaya başlar. Anne, çocuğunun bu görülemeyen alan ile ilişkisini yapılandırırken parça nesne ilişkilerini bütünleştirme kapasitesini de artırır. Çocuk anneye kaka yapma deneyimini hediye ederken kakasından ayrılır. Depresif konumda ayrılık, iyi ve kötü anne tasarımlarının birleşmesiyle iç-dış gerçekliğin ayrışması ile ortaya çıkar. Obsesif konumda ayrılık, kontrol altına alınmaya çalışılırken terk edilmenin edilgenliğine başkaldırılır. Çocuk terk edilen değil terk eden olma gücünü kakasını ve çişini istediği zaman yaparak hisseder. Yukarıda Winnicott’ın belirttiği deliğin bu sefer istekle ve niyetle kapatılmasının alıştırmaları yapılırken ayrılığın yönetilebildiği hissi kazanılır.

Winnicott:

Eğer iç dünya olgusu çocuğa zorluk çıkartırsa çocuk daha düşük bir yaşam düzeyinde işlev görür, depresyona girer. Winnicott için depresyonda depresif konumdan çıkılır, depresyon bir kendine yabancılaşma ve çaresizlik halidir.

Der. Obsesif konumda ise anne üretilenleri beğenmez, kaka yapma ve temizlenip rahatlama deneyimine aferin vermez ise nesne dünyası değersizleşir ve ilişki kurma kapasitesi zedelenir. Obsesif kompulsif belirtiler ortaya çıkar, kişi dış dünyaya yabancılaşır.

Yasta Obsesif Konum

Obsesif konumun ana özelliklerinden biri yinelemelerin kişinin kontrolünün altına alınmasıdır. Benlik edilgen çaresizliğe başkaldırarak bunun yarattığı gerilimi yinelemeler ile boşaltır. Bu boşaltma sırasında deneyim ruhsallığın içine alınır, ruhsallığın bir parçası haline getirilir ve yüceltmenin ortaya çıkmasına olanak doğar. Tüm bunlar benlik işlevlerinin bir düzeye gelmesiyle yaşanabilir. Benlik, kabul edilemez bir durumu ritüelleştirerek ruhsallığın dışına kaçmasını engeller, tutar. Bu sırada ortaya çıkan ilişkiler ve söze dökme aracılığıyla kabul edilemez durum didiklenir, irdelenir, karıştırılır. Durumu tekrar tekrar ele alarak parçalama ile benlik çektiği acıyı hafifletir.

Bunu yas süreci açısından ele alırsam sevilen kişi ölünce oluşan inkar ritüeller ile hemen zapt edilir. Başsağlığına gelenlerin tekrar tekrar “o öldü” demesiyle kişinin gerçekliği değerlendirme yetisi korunur. Başsağlığına gelenlerin tekrar tekrar “o iyi bir insandı” demesiyle ya da cenazenin kalabalıklığı ile ölen kişinin iyiliği tasdiklenir. Kötüleşecek içsel tasarıma karşı iyi içsel nesne güçlenir.

Klein, yinelemeleri takıntılı savunmalar olarak görmüştür. Yinelemelerin savunma olduğu durumlar vardır. Örneğin kaybetmekle ilgili kaygılarını kontrol edemediği için her gün annesinin mezarına giden kişi yinelemeyi ayrılığa karşı bir savunma olarak kullanıyordur. Yinelemesi bir zorlantıdır ve bir öncekinin aynısıdır. Bu yinelemeler depresif konumun özelliklerini taşırlar. Nesneyi kendisinin vereceği bir zarardan korumaya çalışır. Paranoid şizoid konumda yineleme yoktur. Benlik o kadar güçsüzdür ki herhangi bir ruhsal çalışma yapması mümkün değildir. Yinelemeler yapamaz, dağınıktır, dağılır. Annesi ölünce onu kaybettikten sonraki 3 ay her hafta ama daha sonra daha seyrek olarak mezarına gidip orada vakit geçirmek, onunla konuşmak, mezarını düzenlemek ve dua etmek ayrılığı sindirmeye çalışan kişinin uğraşlarıdır. Obsesif konuma ulaşmıştır ve bu sayede kaybı ve kaybın ruhsal çalışmasını egemenliği altına alabilmektedir. Daha sonra mezar ziyaretlerini bayramlarda ya da o öldüğü gün yaparak onu anmak ise yinelemenin yüceltilmiş halidir.

Yukarıda benlik, kendilik ve nesne ilişkileri açısından zor bir değişim süreci olan ayrılık ve kayba değindim. Ayrılığın getirdiği değişim süreci eğer depresif konum aşılamamışsa katlanılamaz bir belirsizlik yaratabilir. Depresif konumun aşılması önceki kayıp deneyimlerinde yaşanan ayrışmalar sayesinde belirsizliğe katlanma gücü verir. Belirsizlik zaptedilerek geçmiş yinelemelere ve ritüellere yaslanılır.

 

Winnicott, D. W. (1975) Chapter XXI. The Depressive Position in Normal Emotional Development [1954-5]. Through Paediatrics to Psycho-Analysis 100:262-277 (Paper read before the British Psychological Society, Medical Section, February 1954. Brit. J. Med. Psychol. Vol. XXVIII, 1955.)