• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

“VENEDİK TACİRİ”NDE TRAVMALAR, İNTİKAMLAR VE KİMLİKLER

 “VENEDİK TACİRİ”NDE TRAVMALAR, İNTİKAMLAR VE KİMLİKLER

Venedik Taciri[1] oyun olarak, Shakespeare’in ruhsal süreçlere yönelik duyarlılığını ve bunları söze döküş yeteneğini gözler önüne serer. Michael Radford’un yönettiği, Al Pacino, Jeremy Irons, Lynn Collins ve Joseph Fiennes’in başrollerde oynadığı 2004 yapımı Venedik Taciri filminde[2] ise hem senaryo hem oyunculuklar etkileyicidir. Filmde tüccarın çökkünlüğü, tefecinin takıntılılığı, aşığın histerikliğinin betimlenmesindeki tutarlılılık dikkat çekicidir. Shakespeare’in oyunu; bireyler arasındaki, birey-topluluk, topluluk-topluluk arasındaki travmatik etkileşimler hakkında düşünmek için özgün bir yapıttır.

Tacir Antonio

Tacir Antonio yas içindedir. “Kötü bir şey olacak. Şimdi kaybedeceğim.” endişesi ile sürekli bir hüzün yaşar, hüznün nereden geldiğini bilemez. En sonunda “Benim de yaşamdaki rolüm bu.” diyerek çaresizliğini kabullenir. Tüm bunların “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” ya da “Aşık mısın?” havasında yaşanması depresif nevroz açısından iyi bir örnektir. Antonio’nun özgüveni ancak, sevdiği kişi için yaptığı gözü kara fedakârlıkta yükselir. Bu elseverlik yüzünden kendisini büyük bir riske soktuğunu düşünmez. Gemilerini kaybetmesi ile kayıpları sonlanmamış, yeni ve daha ölümcül olan, “1 pound”luk bir kayıpla karşı karşıya kalmıştır. Tefeci ile yaptığı anlaşmaya hızlıca uymuş, bir çıkış yolu aramak yerine yalnızca dostu Bassanio’yu görmek istemiş, etinden “1 pound” kaybetmeyi çabucak kabullenmiştir. Bu hızlı kabulleniş, çare aramama, kayıptan kayıba sürüklenme depresif nevrozlu hastalarda sık gördüğümüz bir görüngüdür. Sevilen ve saygı duyulan bir karakter olan Antonio’nun başına gelenleri o kabullense de, bu kaybediş bir Yahudi’nin karşısında olunca, üyesi olduğu topluluk onun etrafındaki savunma hattında yerini alır. Hatta bazıları tanıdığı için değil, yalnızca sevdiğinin sevdiği olduğu ya da yalnızca Venedikli ya da yalnızca Hıristiyan olduğu için yanındadırlar. Kimliğinin ait olduğu topluluk, benliğinin baş edemediği yerde savunma düzenekleri oluşturarak sıkıntısında ve varoluşunda onu desteklemiştir.

Tefeci Shylock

Adında kilit (lock) taşıyan Shylock’ın malından ayrılmazlığı, malını verirken etinden bir parça veriyormuş gibi, karşılığında bir parça et istemesi Shakespeare’in derin sezgisine ve simgeleştirme yetisine hayran bırakır. Cimriliği yüzünden yaşadığı kayıplar ve yalnızlık; iç dünyasındaki güvensizliği, açlığı ve yoksulluğu daha çok artırır. Yanındakiler Shylock’un soğuk evinden kaçmanın planlarını yapar. Terk edilişlere aşağılanmışlığın körüklediği öfke eklenince Shylock para verir, can almak ister. “1 pound” Antonio için et, Shylock için paradır.

Shylock’un kızı, paralarını alıp kaçtığında “Zarar üstüne zarar.” der. Kayıplarını kar-zarar tartısında değerlendirirken sevgisini ve üzüntüsünü dile getiremez. Aklı başından gider. Sokaklarda dolanır. Shylock zihninde; kızı ve malları arasında gidip gelirken kayıplarının acısını intikam almakla dindirmeye karar verir. Konuşmalarındaki yinelemeleri, kayıplarını öfke yaratacak biçimde ve öfke içinde yaşaması, affedememesi, tutuculuğu, inadı ve duygulardan yalıtılmış yüzü ile Shylock karakteri takıntılı nevroz için tipiktir. Al Pacino’nun oyunculuğu ile birleşince tam bir şaheser ortaya çıkmıştır.

Shylock film boyunca kötücül tasarımların içine boşaltıldığı bir depo olur. Oyunda onu savunabilecek ve bu durumdan çıkartabilecek diğer Yahudiler ve arkadaşları eksiktir, görülseler de sessizdirler. Shylock’un Yahudi arkadaşı Tubal ona kaçan kızından haberler verirken bile, bunu Shylock’un acılarını paylaşır bir biçimde değil canını acıtacak bir biçimde yapar.

Freud “Yas ve Melankoli”[3] yazısında melankolik ve takıntılı nevrotik hakkında şu saptamayı yapar:

Melankolide kişinin kuşkusuz tadını çıkardığı bu kendine eziyet etme davranışı, tıpkı takıntılı nevrozda buna karşılık gelen fenomen gibi, bir nesneye bağlanmış ve tartıştığımız biçimlerde öznenin kendisine yönelmiş sadizm ve nefret eğilimlerinin doyumu anlamına gelir. Her iki bozuklukta da hastalar nesneye yönelik düşmanlıklarını açıkça ifade etme gereksiniminden kaçınmak için kendini cezalandırma yolu ile nesneden intikam almayı, hastalıkları yolu ile sevdiklerine acı çektirmeyi başarırlar. Ne de olsa hastanın duygusal bozukluğuna neden olan, hastalığının merkez aldığı kişi genellikle bireyin yakın çevresinde bulunur.[4]

Filmde depresif tacirin kendine çektirdiği eziyetlerin hızını, aldığı hazza bağlayabiliriz. Çileleri ile sevdiklerinin ilgisini ve desteğini film boyunca elde eder. Takıntılı tefecinin kızı ve hizmetçisi, kilitlendikleri evde ve gettoda onunla birlikte çileli bir yaşam sürerler. Shylock çile çektirdiği yakınları elinden kaçınca eziyet edebileceği yeni bir nesneyi hızlıca bulur.

Kötülük ve İntikam

Venedik Taciri’nde, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki gidiş gelişler; önce Shylock’un aşağılanması, sonra eline bir intikam fırsatı geçirmesi ve ardından dışlanması ile sahnelenir. Aşağılama, suçlama ve intikam karşısında aşağılama, suçlama ve intikam almak isteği doğar. Hristiyan kimliği yüceltilirken Yahudi kimliği iyice yalnızlaşmış ve kötülenmiştir. Aynı zamanda küçük dünyanın gerçekleri yüzünden biri diğerine muhtaç olma durumuna kolaylıkla düşmektedir.

Shylock buradaki ikilemleri dile getirir. Antonio ondan para isterken şöyle der:

Shylock: Eh, şimdi de görünüşe göre yardımıma ihtiyacınız var:

Değil mi ha? Şimdi de gelip bana diyorsunuz ki,

“Shylock, bana para lazım.” diyorsunuz.

Tükürüğünü sakalıma boşaltan,

Eşiğinize gelen sokak köpeğini tekmeler gibi

Beni tekmeleyen siz, şimdi para istiyorsunuz.

Ne desem peki ben size?

“Köpekte para ne arar?

Nasıl yapsın da bir köpek

Size üç bin duka borç versin?”[5]

Muhtaçlık hali, sert sınırları bir süreliğine yumuşatıyor gibi gözükürken Shylock yeni bir travmanın ağlarını ince ince ve keyifle örer. Filmdeki gibi, amaçlı yapılan kötülükler ve saldırılar aşağılayıcıdır ve doğrudan intikam arzusu doğururlar. Yanlışlıkla yapılan kötülükler intikam almaktan çok affetme isteğini uyandırmaya daha yakındır. Kötülük ne kadar yaralayıcı ve utanç verici ise intikam alma isteği o kadar şiddetli olacaktır. Kötülük, ne kadar sürekli ve yineleyici ise intikamı ateşleyen öfke o kadar çok körüklenir. Bu özellikler, intikam alan kişinin intikamını alıp durmasını engelleyebilir. Yalnızca kişinin kendisine değil sevdiğine, yaşam alanına, değerlerine yani sahip olduklarına yapılan saldırılar da intikam isteği uyandırır.

İntikam, edilgenliği etkinliğe çevirirken bir savunma işlevi görür[6]. Kötülük görme sırasında yaşanan edilgenliğin yarattığı kaygılar ve acılar, etkinliğe geçilerek ödetilmeye ve yatıştırılmaya çalışılır. Misilleme ile bir boşalım ve doyum aranır.

İntikam, bazen kötülüğü yapana değil başka bir yöne yönelerek yer değiştirebilir. Kötülüğü yapanla ilintili daha zayıf görülen öğelere saldırılabilir. Filmde Yahudiler, Hristiyanlara göre daha zayıf bir topluluktur. Shylock da intikamını almak için Antonio’nun zayıf bir anını kollamıştır.

Bazen intikam kötülüğü yapana yöneltilemez. Kişi, incinmeden doğan öfkesini kendine yöneltir. Kendini yok etme, kendini mahrum bırakma, kendini aşağılama, kendine zarar verme gibi mazoşistik durumlar ortaya çıkar. Shylock, intikamını almaya giriştiğinde bir noktadan sonra intikamda inat ederek ve uzlaşmayı reddederek kendine zarar vermeye başlamıştır.

Searles[7]  intikamın bastırılmış, korku ve acı veren duygulara karşı bir savunma olabildiğini belirtir. Özellikle bastırılmış yas ve ayrılık kaygısı duygularına karşı bir savunmadır. İntikam sırasında; kaybın hissettirdikleri, ayrılığın acısı ve yas bir kenara bırakılabilir. İntikam alınırken yaşanan manik eylemlilik ve kötülüğü yapana yaşatılan kayıp ile kişinin kendi kaybı tersine çevrilmeye çalışılır.

Shylock, kurduğu tuzakla adalet aramaktadır. İntikam ile yanlış doğruya, yıkım onarıma çevrilirken adalet duygusu onarılmaya ve sürdürülmeye çalışılır. Adalet duygusu, iç dünyanın olduğu kadar toplumsal yaşamın dinamiklerini de dengede tutar. İçsel iyi nesnenin ve koruyucu üstbenliğin korunacağına dair inancın garantisidir. Adalet duygusu yok olduğunda kötülük, yıkım, düzensizlik, korku ve şiddet hem iç hem dış dünyaya egemen olacaktır.

İntikam alma ve kötülük yapma eylemlerinde oral döneme ait engellenmişlikler ve hasedin rolü vardır. Filmdeki et almak isteme, bir yer ifade edilmediği ve tüm bedeni kapsadığı için ısırıp koparmanın bir eşdeğeridir. Sanki kesilmiş bir tavuk, koyun ya da öküz gibi istediği parçasını alıp yemek ister ki filmin başlarında Shylock’un bir hayvanın istediği bölgesini göstererek ordan bir parça et aldığını görürüz. Oral sadizmi yansıtan bu girişim, Shylock’un yaşadığı öfkenin şiddetini, acılarının somutluğunu gösterir. Sanki canı o kadar acımıştır ki canını yakanın canını yakmak ve bunu somutlaştırarak karşısındaki kişide görmek istemektedir. Shylock daha sonra Antonio’nun kalbini söküp almak isteyerek canına kast eder. Shylock yaşadığı kayıplar ve kötülükler ile kalbinin söküldüğünü, bir parçasının öldüğünü hissetmiş gibidir.

Ceza olarak bedenden parça kesmek isteme, doğrudan hadım etme tehdidini canlandırır. Hadım edilme kaygısı; bir işlevden yoksun bırakılmaya ve gücün elinden alınmasına karşı duyulan korkuyu simgeler. Hadım edilmek kişinin yaşamını sonlandırmaz ama üretkenlik işlevini elinden alarak soy oluşturma gücünü yok eder. Bir poundluk et kesme, nereden yapılacağına bağlı olarak, öldürmeye teşebbüs ile hadım etme tehdidi arasında kalan bir girişimdir. Bu belirsizlik yüzünden preödipal yönü ağırlıktadır, ödipal ve simgesel yönü zayıftır. Shylock’un öfkesi artınca, hadım etmeyi gayet kanlı ve ölümcül bir biçimde sahneye koymak istemiştir. Shylock’un intikam alma arzusu ve Antonio’nun bir anlık kibri, bu süreçte ikisinde de uyaran kaygısını devre dışı bırakmıştır[8]. Uyaran kaygısının devre dışı kalması bastırmanın kullanılarak hem öldürme yerine geçecek hem de simgesel anlam taşıyacak cezalar ve uzlaşmalar bulunmasını engellemiştir. Oral ve anal dönemin ikili ilişkilerine sıkışan intikam, çoklu ilişkilerin sahnelendiği yargılama sahnesi ile ancak “kısmi” bir çözüme kavuşmuştur.

Bollas[9], dışarıdaki nesnenin özneye zorla soktuğu tasarım anlamına gelen “interject” kavramından söz eder. Öznenin içine sokulan tasarım (interject), ya annenin yansıtmalı özdeşleşmesiyle ya da travmatik bir biçimde ruhsallığa zorla girer. İçe atılan tasarımdan yani “introject”ten farkı, bir içe atma isteğinin ya da içe atma gereksinimin eşlik etmemesidir. Karşı taraf öznenin ruhsallığına içe sokulan tasarımı enjekte eder. Kötülük, kötü huylu bir tasarım ve duygu olarak zihne ya da bedene girer. Kötülüğü yapan, içindeki kötülüğü boşaltır ama libidinal yönü hiç olmayan, karşı tarafın yaşayacaklarını dikkate almayan bu kötülük, sindirilemeyecek bir biçimde bir düşünce ve duygu tasarımı olarak saklı kalır. İntikamda ise, ruhsallığa izinsiz giren kötü huylu tasarım ve düşlemlerin dışarı yansıtılmasını sağlayarak narsisistik yarayı onarabilme umudu vardır.

Akthar, “yeterince iyi bir intikam”ın özelliklerini şu biçimde listeler: bir kez uygulanır, düşlemde fazla eylemde azdır, kendine zarar vermeyi ve mazoşizmi engeller, toplumsal bir üretime yönlendirir, kurban ve saldırgan arasında diyaloğu başlatır.[10]

İntikamda yıkıcılığın ağır bastığı ve kötü sonuçlara yol açan bazı koşullar vardır. Örneğin intikam alma düşüncesi ya da eylemi durdurulamıyorsa, kontrol edilemiyorsa, nesnesi sürekli değişiyorsa veya asıl nesnesini bulamıyorsa, yayılmacı bir biçimde boşalım alanı genişliyorsa kötücüllüğü şiddetlenir. Hem özneyi hem nesneyi, tüketici ve yok edici ise iyicil yönü zayıf demektir. Tümüyle eylem ve öfke yüklü bir intikamda, düşünce ve yorumlama devreye giremiyorsa saldırganlığın şiddeti yoğunlaşacaktır[11]. Eğer intikam alma düşüncesi ya da eylemi gizli ve sinsi bir biçimde sürüyorsa, bu durum üçüncü tarafların uzlaştırıcı olarak devreye girmesini ve saldırılan tarafın kendini savunmasını engelleyeceğinden sonucu daha yıkıcı olacaktır. İntikam isteği, bulaşıcı bir biçimde kan davası gibi kuşaklar boyu aktarılıyor ise, ya da filmdeki gibi bir topluluğa yayılıyor ise, sonlanması güçleşebilir ve yıkıcılığı güçlenebilir. Kötülüğün yarattığı acının ve öfkenin şiddeti, empati yapmayı zorlaştırır. İntikam sırasında yalnızca intikam eyleminin düşünülmesi ve karşı tarafın neler yaşayacağının, hissedeceğinin düşünülememesi intikamı daha yaralayıcı hale getirebilir. İntikam; kişinin kendini yıkan, kendine zarar veren ve bütünüyle kendine yönelen bir biçim alırsa bir boşalım ve rahatlama yolu bulunamaz, sınırlanamaz. Affedicilikten bütünüyle yoksunsa da intikamın yıkıcılığı ağır basar ve kötü sonuçlara yol açar.

Kimlikler Arası Sınır Aşan Etkileşimler

Yahudiler geceleri bir gettoya kapatılsa bile, yakınlık uzaklık düzeyinin ve sınırın nerede olacağının belirlenmesi sorunu sürer. Aşk, kimliklerin sınırlarını aşar. Shylock aşağılanırken, kızı sevilir ve arzulanır.

Shylock, Antonio’nun faizsiz para vermesine sinir olur. Hristiyanları sevmez. Bassanio ondan para istediğinde onunla yapabileceklerini ve yapamayacaklarını sayar:

Bassanio: Bizimle bir yemek yemek lütfunda bulunsanız....

Shylock: Yaa olur, bana domuz eti koklatın. İsa Peygamberinizin ne kadar cin varsa bedenine soktuğu hayvanın etinden yedirin diye değil mi? Sizinle alır satarım, sizinle konuşurum, sizinle dolaşırım, vesaire... Ama sizinle yemem, sizinle içmem, sizinle dua etmem.[12]

Hristiyanlarla yemek istemez. Çağırıldığı yemekte eğreti oturur, topluluğa katılmaz. İki kimlik arasındaki farklar ve sınırlar Shylock’un zihninde nettir.

O gecenin ardından kızı tüm birikimini alıp kaçınca canı çok yanar. Kızının, atalarından kalan tüm varlıklarını çarçur ettiğini duydukça aklına Antonio’dan intikam almak gelir. Bassanio ondan para almış, yemek düzenlemiş ve bu sırada Bassanio’nun arkadaşı, Shylock’un kızını kaçırmıştır. Sanki Hristiyanlar ona her yönden saldırmışlardır. Bu acılar ile Yahudilerin de insan olduğunu anlatan etkileyici sözleri söylerken karşısında Hristiyanlar (gemilerini kaybetmiş Antonio’nun arkadaşları) ve fahişeler vardır. İnsanlık çatısı altından tüm kimliklerin özdeş özellikleri olduğunu haykırır. Bu özdeşlik canını acıtandan intikamını almayı da kapsar.

Salerio: Ne olmuş yani, borcunu zamanında ödemezse,

Etini alacak değilsin herhalde. Ne işe yarar ki bu?

Shylock: Balık tutmaya yarar. Kimseyi doyurmasa bile, alacağım intikamı doyurur. Beni aşağıladı, yarım milyondan etti, zararlarıma güldü, kazancımla alay etti, halkımı hor gördü, işlerimi köstekledi, dostlarımı soğuttu, düşmanlarımı kızıştırdı. Neden yaptı bunları peki? Ben Yahudiyim de ondan.

Yahudinin gözü yok mu? Yahudinin elleri yok mu? Organları, boyu, posu, duyuları, duyguları, heyecanı yok mu? Aynı yiyecekle beslenmiyor mu, aynı silahla yaralanmıyor mu, aynı hastalıklara yakalanmıyor mu, aynı yollarla iyileşmiyor mu, aynı kışta üşüyüp aynı yazda ısınmıyor mu? Farkı ne Hıristiyandan? Etimiz kesilince bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklanınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz?

Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız? Her şeyde size benzediğimize göre, bunda da benzeyeceğiz tabii. Yahudi Hıristiyana haksızlık edince, karşılığında göreceği iyilik ne? İntikam! Hıristiyan Yahudiye haksızlık ederse, Hıristiyan örneğine göre karşılığı ne olmalı? İntikam tabii! Hainlik etmesini sizden öğrendim, yine size uygulayacağım. Bu işi sizden çok daha iyi yapacağıma da güvenebilirsiniz.[13]

Shylock’un intikam alma isteği kabarmış ve bir fırsat yakalamıştır. Bu noktada farklı kimliklerin bir arada yaşamasına olanak verecek adaletli yasalara gereksinim duyulur ve mahkemeye gidilir. Topluluğun üstbenliğini simgeleyen, kişilerden bağımsız kurumlar ile sınırları oluşturmak kolaylaşır. Yargıyı, eğitimi, dini, güvenliği simgeleyen kurumlar ilişkilerdeki üçüncü ve tüzel örgütlenmeler olarak sınırları ve yasaları belirleyebilir. Yasal ve ortak sınırlar çizilebilirse toplulukların bir arada yaşaması güvence altına girer. Sınırlar, yapılabilecekleri belirleyerek beklentileri ve öngörüleri biçimlendirir. Kurum ne kadar güçlü, bütünleştiren bir aklı önceleyen ve adaletli bir topluluktan oluşursa, yaptırım gücü o kadar etkili, yaratıcılığı işlevsel ve kalıcılığı o kadar uzun süreli olacaktır. Bu biçimiyle kurumlar kimliklere ve kimlikler arası etkileşimlere tutarlılık, kalıcılık ve özgür bir yaratıcılık ortamı sunar.

Yasanın kapsadığı iki önemli alan topluluklar arası ilişkileri bütünleşme ve bireşim yönünde biçimlendirir. Bunlardan biri ticaret, diğeri evlenmedir. Venedik Taciri’nde iki konu iç içe geçirilmiştir.

Evlilik, gelin/damat alıp verme iki farklı kimliği kaynaştıran ve bütünleştiren önemli bir ilişki kurma biçimidir. Sheakspeare, iki farklı evlenme biçimi sunar. Shylock’un kızı Jessica, Hristiyanlığı bir kurtuluş ve refaha eriş olarak görür. Portio ise Jessica’nın tam zıttı konumdadır. Güzeldir, zengindir, Hristiyandır. Türlü uluslardan talipleri vardır ve onları beğenmeme lüksüne sahiptir. Portio’nun babası, kızına erdemli eş seçme konusunda bir miras bırakmıştır. Portio bir kimlik sorunu yaşamaz. Hatta güven içindedir ve kimlik değiştirerek avukat kılığına girerek kocasına yardıma gider. Onun derdi kocasının sadakatini, eş kimliğini pekiştirmektir. Evlilik yüzüğünü Bassanio’nun parmağında tutmaya çabalar.

Jessica’nın ise babası ile ilişkisi çatışmalıdır. İstediklerini elde etmiş, kocasına kaçmış, sevdiği kişi ile evlenmiş, zengin olmuştur ama hüznü sürer. Yeni kimliğinde huzur bulamaz. Bir Hristiyan ile evlense de parmağında annesinin soyundan kalan yüzüğü taşır. Jessica, yasını tutabilirse yeni bir kimlik oluştururken, getirdiği kültür ile yeni katıldığı topluluğu zenginleştirecektir. Yasını tutamaz ve hüznü derinleşirse, yaşadığı kimlik bunalımını çocuklarına taşıma riski vardır.

Travmalar ve Liderler

Travmalar, çatışma ve acı anıları topluluklar arasında ne kadar mesafe olacağını, kimin dost kimin düşman olacağını, kimin daha güçlü olduğunu, saldırganlığın ve savunmanın kimlere karşı gerçekleştirileceğini belirler. Bu yönleriyle topluluklar arasındaki ilişki biçiminin resmini çizerler. Bu açıdan travmalar, kimlik yapılanmasına bir yönelim ve biçim kazandırırlar. 

Travma veya travmanın hatırlanması, ruhsal açıdan gerilemeyi kolaylaştırır ve ardından bireye ve topluluğa, ruhsal açıdan gerilemeden gelen enerjiyi kullanma şansı verir. Topluluk olarak ruhsal açıdan gerilemek, bir araya gelmek, saldırmak, öldürmek ya da saldırının, ölümün olduğu yerde topluluk olarak şüphelenmek, direnmek, savunmak insanın DNA’sında işlenmiş gibidir. Travmalardaki ruhsal gerileme ile bulanıklaşan sınırlar, saldırganlıkla ve “kırmızı şapka” gibi küçük ayrıntılara odaklanılarak netleştirilmeye çalışılır. Söylediklerine inanılan; güven, güdülenme, amaç ve çare umudu veren bir lidere gereksinim duyulur. Topluluklar, ruhsal bir gerileme içine girdiklerinde düşünme ve karar verme süreçlerini liderlerinin izinde belirlerler. Bu aşamada topluluğun yapılanmasında köklü kurumların varlığı liderin uç noktalara giderek toplumun dağılmasına neden olabilecek işlere girişmesini engeller. Venedik Taciri’ndeki mahkeme ve Venedik hükümdarı bu görevi üstlenir.

Liderlerin benlik işlevlerinin gelişmiş, derinleşmiş ve olgunlaşmış olması, toplumların travmaların getirdiği ruhsal gerilemelerden dağılma ile değil bütünleşme ve yeni bireşimler oluşturarak çıkmasına olanak tanır. Liderin benlik dürtüleri bireysel sağkalımını, kendini korumasını ve soyunun sürmesini sağlarken toplumun sağkalımını, korunmasını ve sürekliliğini de sağlar. Bu ahengin yakalanması ile lider ve toplumu arasında bir kaynaşma olur. Lider; yaratıcılığa, uzlaşmaya ve adalete öncelik verebiliyorsa toplumundaki çatışmaların aşağılanmalara ve dışlanmalara neden olmasını engelleyecek bir öngörü ile hareket edebilir. Bu durumda liderin üstbenliğinin ve benlik ülküsünün niteliği önem kazanır.

"Günah Keçisi" Azınlıklar

Travmalar, büyük grubun tarihinin dönüm noktaları olarak grubun geçmişindeki yerini alır. Travmanın kuşaktan kuşağa aktarılmasında öykülerin, efsanelerin, tiyatronun yanında artık sinema da vardır. 11. yüzyılda Yahudiler İngiltere’den sürülmüş ve Ada “temizlenmiştir”. Ama “kötü” Yahudilerin izi ve onlara duyulan öfke, 500 yıl sonra bile Venedik Taciri’nde kendisini gösterebilmiştir. Bir biçimde “kötü olan ötekiler” tasarımının vazgeçilmez nesnesi olan, “Yahudi” “göçmen” “azınlık” yıllar sonra Shakespeare’in sahnesindeki yerini almıştır. Niçin onlara gereksinim duyulduğunu Greenblatt “Shakespeare Olmak”[14] adlı yapıtında şöyle açıklar:

Yahudiler, Etiyopyalılar, Türkler, cadılar ve kamburlar; korkulan ve küçümsenen figürler olarak çabuk ve kolay bir yönelim sağlıyor, belirgin hudutlar çiziyor, durumları ve sorunları sınırlıyordu. … Bir ölçüm aletiydi Yahudi, örneğin 'Bir Yahudi görse ağlardı halimize' sözünde kalpsizliğin derecesini ölçmeye yarıyordu.[15]

Yahudilerin, dışlansalar da toplumda bir yerleri vardır. Hıristiyanların faiz alıp vermesi yasak olduğundan bu işi Yahudiler yapar. Tefecilik ilk olarak Tevrat tarafından yasaklanmıştır fakat Yahudilerin başka iş yapmalarına izin verilmediğinden kötü ve günah olarak kabul edilen işleri yapmak zorunda kalırlar. Aslında böyle olunca hem yararlı bir topluluk hem de daha kolay suçlanabilen bir topluluk olmuşlardır.

Kötüleme, toplulukların bir günah keçisine duyduğu gereksinimle ortaya çıkar. Olumsuz duygu ve düşüncelerin işlenememesi bunların yansıtılacağı ve depolanacağı bir nesne gereksinimi ortaya çıkartır. Bir sınıfta, bir arkadaş topluluğunda, bir işyerinde ya da bazen bir ailede suçların yüklendiği bir günah keçisi bulunur. Bunlar sıklıkla kendisini pek savunamayacak kişilerden seçilirler. Zamanla bu kişilerin günah keçisi olma rolünü benimsediği olur. Günah keçisi, asıl suçluları ceza almaktan ve suçlanmaktan kurtarır. Ailesinde günah keçisi durumuna düşmüş olan kişilerin bireyleşme ve ayrışma sorunları taşıdıkları gözlemlenir. Aile içinde ilişkiler yakınlaştığında bilinçdışı olarak kaynaşma ve yok olma kaygıları yaşayabilirler. Aile içi ilişkilerdeki uzaklığın, ensest kaygıları yüzünden ayarlanamaması ve karmaşıklaşması suçluluk yaratabilir. Bu suçluluk hissi, bilinçdışı bir biçimde suçlanmaları üstlenme ve bir günah keçisine dönüşmeye varabilir.

Benzer bir biçimde azınlıklar, bulundukları topluluklarda varoluşsal kaygılarla birlikte bir savunmasızlık hissedebilirler. Kendilerini, dışlanacakları durumlara düşürerek varoluşlarını ve bütünlüklerini korumak gibi yineleyen bir travmaya girebilirler. Yahudiler gibi toplumsal tarihleri, yinelenen sürgünler ve göçlerle dolu olan toplumların bu tür kaygıları daha şiddetli olacaktır. Azınlıklar her zaman, kültürlerini ve birliklerini koruma ile içinde bulundukları toplulukta asimile olma ikilemi arasında gidip gelirler. Azınlıklar gençlerine, büyük topluluk üyeleri ile evlenme, onların gelenek ve göreneklerini benimseme izni verdiğinde “Acaba soyumuz kurur mu? Büyük topluluk içinde silinip gider miyiz?” kaygılarına kapılırlar. Azınlık dışındaki yabancılarla evlilik yasaklanır ise yalıtılmış bir kapalı topluluğa dönüşme riski vardır.

Venedik Taciri’nde Shylock, öfkeyi ve suçlanmayı, uzlaşmaz inadıyla ve intikam alma arzusuyla birlikte üstüne çeker. Antonio faizle para ödünç aldığı ve karşılığında bedeninden et vaat ettiği için suçlanmaz ama Shylock bir Hristiyan’ın kanını akıtma teşebbüsünden suçlanır.

Öldürme Yasağı

Topluluklar arası ilişkilerde ensest yasağının rolü önemlidir. Ensest yasağı; nasıl sevgilinin, aşkın aile dışında aranmasını getiriyorsa, aynı dışarı yönlendirmeyi saldırganlık için de yapar. Ensest, insan ruhunu öldürdüğü için, yasak yalnızca cinsellik açısından değil saldırganlık açısından da koyulmuştur. Nitekim Oedipus’un babası Layos arkadaşının oğlu ile cinsel ilişki yaşamış daha sonra çocuk bu tacize dayanamayarak kendini öldürmüştür. Bunlar Layos’ta, oğlunun onu öldüreceği korkusuna dönüşmüştür.

“Birbirimizi değil, düşmanları öldüreceğiz.” kanunu, topluluk içini zehirleyebilecek saldırganlığın dışarı boşaltılması olanağını beraberinde getirir. Ensest yasağının dışında kalanlarla evlenebilmek gibi düşman askerini öldürmek de suç olarak kabul edilmez. Saldırganlığın topluluk içine yöneldiği bir iç savaş topluluğu ayrıştırırken saldırganlığın dışarıdan gelen düşmanlara yöneldiği bir savaş topluluğu bir araya getirir. Azınlıklara yönelik saldırganlık toplumda yüceltilemeyen bir saldırganlığın göstergesi ise azınlıklar yok edilince sonlanmaz, kendine yeni nesneler bulur. Bu açıdan Venedik Taciri, Yahudiler Britanya Adasından atılmış olmasına  karşın adada bitmeyen öfkeyi ve saldırganlığı yansıtır. Oyunun sonunda aşağılanan, terk edilen ve tüm mal varlığı alınan Yahudi’nin dışlanması adalet duygusunu pekiştirmekten uzaktır.

Kendilik (self) ve Kimlik (identity)

Topluluklar arası etkileşimlerde konu kendiliğe, kimliğe, grubun değerleriyle özdeşleşmeye ve bu özdeşleşme içinde bireyin kendisi olarak kalabilmesine gelmektedir.

Kendilik daha çok ikili ilişkilerde ve küçük topluluklarda benimsenen rollerden türemektedir[16]. Kendilik, ilişkiler içinde kişinin karşıdan nasıl göründüğü, algılandığı, duyumsandığı ve kişinin kendisini nasıl gördüğü, algıladığı, duyumsadığı ile ilişkilidir. Örneğin anne-çocuk ilişkisinde anne, annelik yaptıkça anne olarak kendilik tasarımını pekiştirir. Bu kendilik tasarımının kökleri, çocukluğunda annesiyle ilişkisinde içselleştirdiği anne tasarımından, çocukken oynadığı evcilik oyunlarından, büyürken çevresinde ilişki kurduğu diğer annelerden beslenir.

Kimlik ise büyük topluluklar ile kurulan bağlar ile ilgilidir. Büyük topluluklar içinde kişinin kendisini nasıl algıladığı, topluluk içinde nasıl tanımlandığı ve algılandığı ile belirlenir. Kendilik deneyimleri artıp çeşitlendikçe, ikili, üçlü, çoklu ilişkiler devreye girdikçe ve bu ilişkilere uyum sağlandıkça hem bireye ait hem de topluluğun özelliklerini taşıyan, özgün bir kimlik ortaya çıkar. Yukarıda örnek verilen anne, içinde bulunduğu topluluktaki annelik kimliğinden etkilenir. Çevresindeki diğer anneler gibi olmaya çalışır. Her toplulukta “Bir anne nasıl olur?” sorusunu yanıtlayan bir anne kimliği tasarımı vardır. Bu kimlik tasarımının ülküsel yönleri anneye, annelikle ilgili hedefler verir. Bu hedeflerden uzaklaşan anneler suçluluk duyarlar.

Kimliğin doğuştan gelen, ırkla ilgili özellikleri vardır[17]. Ten rengi, yüz ve beden biçimi, yani ırksal özellikler ve fiziksel cinsiyet doğuştan gelir. Ardından buna dil eklenir. Hangi dilin konuşulacağına da hangi ırka ve gruba ait olunduğu, yaşanılan yer, anne ve babanın hangi dili konuştuğu belirler. Sonrasında cinsiyet özellikleri öğrenilmeye başlanır ve bunun aracılığı ile de kişinin hangi cinsiyet grubuna ait olduğu belirlenir. Çocuk büyüdükçe, içinde olduğu topluluğun kültürel özelliklerini öğrenir ve benimser. Tüm bu sürecin rengini; kişiler arası ilişkilerde yaşananlar, gelişen kendilik tasarımları ve içselleştirilen nesne ilişkileri belirler. Ait olunan kimliğin ülküleştirilmesi ile kimliğin tutarlılığı ve sürekliliği desteklenir. İçselleştirilmek istenmeyen ötekilerin tasarımları ve özellikleri dışarıda tutulur.

Ergenlik tüm bunların gözden geçirildiği ve kimlik açısından tercih edilebilecek öğelerin sorgulanarak benimsendiği, içselleştirildiği zamandır. Doğumdan itibaren bireyin karşı karşıya olduğu kimlik özellikleri birer tohum olarak içine ekilip yetiştirilirken ergenlikte bu tohumlar filizlenip olgunlaşır. Ergen ve içinde bulunduğu toplulukla etkileşimleri, bunlardan hangilerini yetiştirip büyüteceğini, hangilerini budayacağını, hangilerini bırakıp kurutacağını belirler.

Kimlikler ve bu kimlikleri taşıyan toplulukların durumları, geçmişleri, gelecekleri, yaşadıkları, bireyin önüne gelişim yolakları koyar. Bu yolaklardan bazıları seçime bağlıdır ve kişi isterse seçer. Örneğin mesleki kimlik görece böyledir. Kişi ait olduğu topluluk içinde kendine uygun gördüğü ve yeteneği olduğuna inandığı bir mesleki kimliği seçerek benimseyebilir. Mesleki kimlik içinde mesleği edinme ve mesleği yapma yolları bellidir. Meslek örgütü ve mesleği yapanlar belli kurallar belirlerler. Kişi bu yollara ve kurallara uyarak mesleğinde ilerler.

Topluluğun kimliği kriz zamanlarında çözüm yolları ya da yaşama yolları sunar. Örneğin bir ölüm, bir doğum ya da evlilik gibi geçiş dönemlerinde topluluğun belirlediği kültürel yaşam biçimleri şaşkınlaşan insana uyacağı kalıplar sunar. Böylelikle kriz dönemlerinde ne yapacağını bilemeyen kişinin yaşayışı kolaylaşır. Aynı zamanda her geçiş döneminde kimliği pekişir, topluluğu ile bağları güçlenir. Antonio ve Bassanio böyle krizler yaşarlar ve toplulukları onları bu krizlerden kurtarır.

Topluluk, çareler ve savunmalar vermesiyle, yaslanılabilmesiyle, onarıcılığı, rahatlatıcılığı, güven vericiliği, yalnızca üye olmanın getirdiği sevgi ve sahiplenme ile bireye ve benliğe yaşamda kalma şansı tanır[18]. Aynen aile gibidir. Topluluk, kültür ve kimlik insanın, gerçekliğe yaklaşma, duygulanımlarını ayarlama, sakinleşme gereksinimlerini karşılarken, arzularını doyuracağı ve yaşamını sürdüreceği alanları da yaratır. Kültür, büyük topluluğun içinde bireyin nasıl yaşayacağını belirlemekte, bireyin özdeşleşebileceği kahramanlar ve özellikler sunmaktadır.

Kimlik gelişimi tamamlanıp birçok özellik bir kişide öznel bir biçimde bütünleştikten sonra kimlik kalıcılık kazanır. Bu bireysel sürekliliğin yanında büyük toplulukların tarihleri daha uzak bir geçmişe dayandığından büyük bir topluluğa üye olmak, kişinin tarih içinde hissettiği zamansal süreklilik duygusunu derinleştirir.

Ait olunan büyük grubun iyi, diğer grubun kötü olduğu düşüncesi bireysel iyilik düşüncesinden toplumsal iyiliğe geçişi getirirken kötülük olasılığı yadsınmadan iyiliğin alanı genişler, gücü artar. Bu daha da genişlerse insanlıkla ilgili olumlu değerlere ve yargılara geçilebilir.

Sonuç olarak tüccar Antonio Venedikli olmasaydı kötürüm kalabilir, canından olabilirdi. Yaşamda kalmasını Venediklilere, dostlarına, dostlarının dostlarına borçluydu, yine borçlu kalmıştı. Kötülük yapma ve intikam almak isteme araya giren uzlaştırıcılar olmadan bitememişti. Kurumlar ve liderler, uzlaştıcı niteliklerini gösterdiklerinde üçlü ruhsal yapılanmanın oluşması gibi topluma bir düzen verebilmektedirler. Bu süreçte günah keçileri bulmak yerine olumsuzlukların çalışabileceği ortamlar yaratabilmek, bölünüp parçalanmak yerine daha geliştirici olanaklar ortaya çıkartabilir.  Olumsuzluklar, benliğin hizmetine girerek çalışılabilir. Farklı kimliklerin bir arada olması farklı türlerin aynı dünyada yaşaması gibidir. Bugünlerde hem kimliklerin hem de türlerin yok oluşunu durdurmaya her zamandan daha çok gereksinim duymaktayız.

 


[1] W. Shakespeare [1596], Venedik Taciri, Çev. Bülent Bozkurt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2010.

[2] The Merchant of Venice [2004], Yönetmen ve William Shakespeare’in oyunundan uyarlayan Michael Radford; oyuncular Al PacinoJeremy Irons, Lynn Collins, Joseph Fiennes; uzun metrajlı ABD yapımı dram türündeki film.

[3] S. Freud [1917]. “Yas and Melankoli” Çev. R. Uslu ve O. Berksun, Kriz Dergisi S:2, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Yayınları, 1993.

[4] Freud, a.g.e., 1917, s. 4.

[5] Shakespeare, a.g.e., 1596, s. 34-35.

[6] S. Akhtar  [2014]. Sources of Suffering : Fear, Greed, Guilt, Deception, Betrayal, and Revenge, Karnac Books, London, s.143-163.

[7] H. F. Searles [1965]. Collected Papers on Schizophrenia and Related Subjects, “Psychodynamics of vengefulness”, Karnac Books, London, s. 177-191.

[8] A. Green [1990]. Hadım Edilme Kompleksi, Çev. Levent Kayaalp, Metis Yayınları, İstanbul, 2004, s. 40-71.

[9] C. Bollas [1999]. The Mystery of Things, “Dead Mother, Dead Child”, Routledge, London, s.94.

[10] Akhtar, a.g.e., 2014, s. 154.

[11] Akhtar, a.g.e., 2014, s. 155.

[12] Shakespeare, a.g.e., 1596, s. 31.

[13] Shakespeare, a.g.e., 1596, s. 75-76.

[14] S. Greenblatt [2010]. Shakespeare Olmak, Çev. Cem Alpan, Can Yayınları, İstanbul, s. 247.

[15] Greenblatt, a.g.e., 2010, s. 248.

[16] N. Hortaçsu [2007]. Ben Siz Biz Hepimiz, İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 18-36.

[17] S. Akhtar [2010]. Göç ve Kimlik - Kargaşa, Sağaltım ve Dönüşüm. Çev: M. Alkan, S. Uyanık, A. A. Köşkdere. Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri, Org. Ltd. Şti. Yayınları. Yayın No: 13, İzmir, s. 36-51.

[18] C. Odağ [2001]. Nevrozlar 2, Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Yayınları, İzmir, s.115-133.