• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

EBEVEYNLERİN VE ÇOCUKLARIN DİLLERİNDEKİ KARIŞIKLIKLAR; KARAGÖZ VE HACIVAT

EBEVEYNLERİN VE ÇOCUKLARIN DİLLERİNDEKİ KARIŞIKLIKLAR; KARAGÖZ VE HACIVAT

Bu konuşmada üç konu üzerinde duracağım. Bunların ilki şakaların ve gülerken yaşanan psikolojik durumların analizi ve bu konuda Freud’un yazdıkları. Freud’un yazdıklarında gülmecenin ve şakaların işlevleri üzerine ciddi bir birikim vardır. İkincisi Ferenczi’nin “Çocukların ve erişkinlerin dillerindeki karışıklıklar” makalesi ve ilişkilere getirdiği bakış açısı. Bu makalede anlaşılamama ve eşduyum yapılamama halinde yaşanan kazalarla ilgili Ferenczi’nin yorumlarını ele alacağım. Son olarak da bunların ışığında “Karagöz ve Hacivat” adlı gölge oyununa, bu gölge oyununda geçenlere ve oyunun izleyenlerdeki etkilerine değineceğim.

ŞAKALARIN VE GÜLERKEN YAŞANAN PSİKOLOJİK SÜREÇLERİN ANALİZİ

İnsanlık; gülmeye, şaka yapmaya, eğlenmeye her devirde ihtiyaç duymuştur. Zaten yaşam ve ölüm, ağır ve acıdır, hafifletilmeye, tatlılaştırılmaya gereksinim vardır. Buna ikili ilişkilerdeki ve sosyal ilişkilerdeki çatışmalar, anlayışsızlıklar, acımasızlıklar, çaresizlikler ve daha birçok zorluk da eklendiğinde sosyal yaşamın örselenmelerini de şaka ile yumuşatma gereksinimi artmakta, bir biçimde şakalar, gülüşmeler, kendilik nesneleri devreye girmektedirler.

Şaka yapmak, gülmek ya da yapamamak, gülememek klinik açıdan araştırılması gereken bir durum ve bir yönüyle tanı ölçütü olabilir. Şakanın biçimi hastayı tanıtabilir. Terapide gülebilmek samimi bir ilişki kurulduğunu ya da hastanın iyileşmeye başladığını gösterebilir.

Freud’un, daha çalışmalarının başında, şakalara ve bunların bilinçdışı ile bağlantılarına dikkat çekmesi etkileyicidir. Ama daha sonra bu alana fazla katkı yapılmaması, psikanaliz yazınında bu konudaki makalelerin 100’ü geçememesi düşündürücüdür. Acaba psikanaliz daha sonraları ciddi ve şaka yapılamaz bir hale mi gelmiştir? Ya da psikoloji ve psikiyatri bilimlerinin genelindeki gibi olumsuz ve sorunlu durumlara daha çok mu odaklanılmıştır?

Şakalar; dile, kültüre ve zamana özgüdür. Strachey, Freud’un “Şakalar ve Bilinçdışı ile ilişkileri” adlı eserini İngilizceye çevirmekte zorlanmış, başka bir dile çevrilemez kısımlarla karşılaşmış ve bazı kelimeleri Almanca haliyle bırakmıştır. Şakalar o kadar özgün ve o kadar naziktirler ki başka bir dile çevrildiklerinde, bazen başka birisine geçtiklerinde ya da zamanları geçtiğinde yok olabilirler.

Şakalarda somut kelimelere soyut anlamlar eklenir ya da bir kelime kullanılmadığı yeni bir biçimle hatta zıt anlamlar yüklenerek kullanılır. Şaka ile, örtülü, gizli, ilk anda akla gelmeyen benzerlikler kurulur.

Freud, şakaların durumlarla, kelimelerle, ilişkilerle oynamak olduğunu vurgulamıştır. Bilinçdışı nasıl rüyalarda anılarla ve yaşantılarla oynuyorsa, bilinç de şakaları kullanarak uyanıkken kelimelerle, yaşamla oynar. Şakalar, yaşantıları bir oyuncağa dönüştürmekte, yaratının nesnesi haline getirmektedirler.

Bazen de şakalarda birden çok anlam bir kelimede yoğunlaşır ya da şaka ile olmadık kelimeler bir araya getirilirler der Freud. Şaka yapmanın haz ilkesinin denetiminde sürdüğünü öne sürer ve tüm bunları düşlerin işleyişine benzetir.

Düşünme eylemine hazzın yatırılması, hazzın iyi bir amaçla kullanılmasına yol açarak kişisel ve kültürel gelişimi destekler.

Farklı anlamlar ve bağlantılar bulma soyut düşünceyi güçlendirir. Bir fıkranın anlatımında üçlü ilişkiler devreye girer.

Başka bir kişinin yaşadıkları bir başkası ile paylaşılır. Bu paylaşımın derinliği ve duygusal tonu iyiyse güldürür.

Şakalar ve espriler ile anlamsız olan, anlamsız gelecek konu ve durumlar anlamlı hale gelir. Sanatın nesnelere duygu katması gibi şakalarda kelimelere farklı duygular katarlar.

Bir kişi hakkında yapılan şaka ile çevrenin ona gülmesi, gülünen kişinin bozulması ve aşağılanması sağlanabilir. Yüce şahsiyetleri eleştirmek, onlarla dalga geçmek ve onlara gülmek mümkün olur şakalarda. Freud, şakaların bu açıdan otoriteye karşı bir başkaldırı, onların baskısından kurtulma olduğunu vurgular. Böylelikle tümgüçlülük, özgüven ve özsaygı gereksinimleri de onarılır ve karşılanır şakalar üzerinden. Aynı gereksinimler; acı veren, engellenme, çaresizlik, öfke hissettiren durumlarda yapılan şakalarda da doyum bulur. Bu durumların ortaya çıkardığı doyumsuzluk değişmez ama yerini bu durumlarla alay etmenin, bu durumlara gülmenin, güldürmenin getirdiği doyum alır. Gülmek, başka bir duygunun, bazen kızgınlığın, aşağılanmışlık ya da boşluk hissetmenin yerine geçeni olur. Kısmi bir boşalım da sağlar; saldırganca, düşmanlıkla yapılan şakalar, öldürmez ama acıtır.

Saçma olandan haz alındığı, saçma olana (sense-nonsense) bir duygu katıldığı yerdir şakalar. Anlayamadıklarımıza, hissedemediklerimize, sezemediklerimize saçma ya da anlamsız deriz. Hissedilen, sezilebilen anlaşılır hale gelir, ardından tanımlanır, düşünceye dönüşür ve söze dökülebilir. Hissedilemeyen, empati yapılamayan da saçma ve anlaşılmazdır. Empati yani eşduyum yapabilmek için önce benliğin hizmetinde, denetiminde bir gerileme ile karşı tarafın durumu ile özdeşim yapar, karşı tarafın halini tanır, sonra bunu tanımlar, kelimelere döker konuşur ya da davranışa döker sarılır, dokunur, harekete geçer, güleriz. Bu süreç, bir erişkin ile bir çocuk arasında yaşanıyorsa erişkin çocuksulaşabilmelidir. Bunların sonucunda karşıdaki kişi, bazen çocuk, kendisinin anlaşıldığını, insan yerine konulduğunu, tanındığını hisseder.

FERENCZİ: EBEVEYNLERİN VE ÇOCUKLARIN DİLLERİNDEKİ KARIŞIKLIKLAR

Ferenczi, “Erişkinlerin ve çocukların dillerindeki karışıklıklar, şefkatin ve tutkunun dili” adlı makalesinde psikanaliz, psikoterapi ve ruhsal gelişimle ilgili önemli düşünceler ortaya atar. Freud’un tepkisiyle karşılaşır ama yine de sonraki psikanalistleri etkiler. Bu yazının önemi empati ve iletişim konusunda önemli tespitlerin olması, anlayamamanın ve yanlış anlamanın olumsuz sonuçlarına getirdiği açıklamalardan gelmektedir.

Özetle bu yazısında Ferenczi, kişilik gelişiminde etkili olan dışsal faktörlerden, psikanalist hasta ilişkisinden ve ebeveyn-çocuk ilişkisinden bahseder. Klinik deneyimlerinde, bazı hastalarının belirtileri azalırken geçmişteki örseleyici anılarını anımsamalarının arttığını, daha sonra hastalarının kötüleştiğini anlatır. Kaygı ataklarında hastaları Ferenczi’yi, duyarsız, soğuk, sert, kaba, bencil, kalpsiz, kibirli olmakla suçlarlar. Bu yaşananları araştıran Ferenczi, hastalarının, analistin arzularına, eğilimlerine, heveslerine, beğenilerine karşı çok hassas olduklarını ve bunları sezdiklerini anlar. Ama hastalar, analistleriyle çeliştikleri, çatıştıkları durumlarda, karşı çıkmak yerine daha çok özdeşim kurmayı yeğlemektedirler. Psikanalistin, bu durumlarla, eleştirilerin getireceği hoşnutsuzluklarla yüzleşebilmesi, bu konuları ele alabilmesi için iyi bir analizden geçmiş olmasının gerektiğini söyler. Bunlar yapılamazsa, analistin, hastasını anlamadığı halde anlıyormuş gibi yapacağını ve mesleki bir ikiyüzlülüğün ortaya çıkacağını belirtir. Terapist içinde farklı hissedecek ya da hissedemeyecek, hastasına farklı, anlamış gibi davranacaktır. Terapi ilişkisinde konuşulmayan, samimi olmayan durumlar ortaya çıkarsa hastanın dilinin bağlandığını, eğer samimi bir tartışma olursa hastanın özgürleşeceğini, hastanın güveninin artacağını öne sürer.

Bir hastasının yakınıyla ilişkisi üzerine anlattıklarından yola çıkarak, gerileyen hastalarla bir ilişki, bir bağ kurabilmek için analistin benliğinin denetiminde gerileyebilmesi gerektiğini, böyle yapamayan, öğretmen gibi davranan terapistlerin gerileyen hastaları ile ilişki kurma şansını kaybettiklerini yazar.

Bunun da ötesine geçerek, iletişimde yanlış ve farklı anlaşılan iletiler varsa, bunun gerilemiş ya da gerideki taraf için bir örselenme olacağını anlatır. Buna örnek verirken, şefkat arayan, erişkine karşı ebeveyninin rolünü üstlenme fantezisini oynayan çocuk ile erişkinin ilişkisini anlatır. Patolojik erişkinlerin bu çocukların cinsel bir arzuyu ve tutkuyu dile getirdiklerini zannedip sanki bu çocuklar olgun birer erişkinlermiş gibi karşılık verebildiğini söyler.

Bu çocukların nasıl bir örselenme yaşadıklarını, neler hissettiklerini göz önüne serer. Benzer bir durumun dayanılmaz cezalandırmalarla da ortaya çıktığını ve bir saplanmaya neden olabildiğini belirtir. Böyle durumlarda ya bir boyun eğme ile kişi kendisini saldırganın arzusuna bırakır ya da saldırganla özdeşleşir. Saldırganın tasarımını içine atar. Her iki durumunda da ağır bir duygu yükü ve bölme vardır ve benliğin denetimine girmeleri zordur. İki durumun yaşattıklarında ve taşıdıkları duygularda, özellikle suçluluk, utanma, öfke gibi ketleyici yüklerde ayarlamaların yapılabilmesinde kendilik nesneleri devreye girer. Bu olursa kendilik bütünlüğü, uyumu ve gelişimi korunur, benliğin gücü ve denetimi artar. Ancak bu yolla, bu durumların yarattığı saplanmalar ve bölmeler ortadan kaldırılabilir ve benlik bütünleşme, sentez ve yüceltme yollarına çıkabilir.

Bu tür zorlayıcı süreçler yaşayan insan için; psikanalist, psikoterapist, yakın arkadaşlıklar, eşler, kardeşler ve ebeveynler birer kendilik nesnesi işlevi görürler. İlişkinin içinde kendilik nesnesi olarak seçilen kişinin şöyle işlevleri vardır: kendilik duygusunu güçlendirme, farklı duygulanımlara uyum sağlama, sakinleştirme, soyut yaşantıları doğrulama, ayrılmışlık, yalnızlık duygularına katlanmayı arttırma, dağılma korkularını bastırma, özdeğerlilik ve özsaygı duygularını ayarlama. Sanat, kültür, gelenek ve din de kısmen bu işlevi görürler. Sanatın en keyiflilerinden olan güldürü ve gölge oyunu Karagöz ve Hacivat’ın bu yönü ilgi çekicidir.

KARAGÖZ VE HACIVAT'IN PSİKANALİTİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Oyunun çıkış hikayesi ilginçtir, yasla, hüzünle başlamış, yasın, hüznün, suçluluğun ve üstbenliğin sınırlarını yırtarak ortaya çıkmıştır. Zamanla o kadar sevilmiş ve içselleştirilmiştir ki, sarayda, kahvelerde, şenliklerde, hem erişkinler hem çocuklar arasında kendisine yer bulmuştur.

Konuları çeşitlidir, hepsi yazılı değildir. Büyük kısmı oynatıldığı sırada üretilir. Yazılı olanlar arasında Hacivat’ın gerçek diye Karagöz’e yutturduğu rüyalar, Karagöz’ün iş kurmada, evlenmede, sosyal yaşamda yaşadığı beceriksizlikler, insanın gülünç ve çaresiz duruma düştüğü birçok yaşantı vardır.

Oyunu “hayali” denen sanatçı, bir perdenin ardında oynatır. Bu perde sayesinde karakterlerin geliş gidişleri ve sanatçı gözükmez. Bu karakterlere canlılık verir; bir yanılsama, gerileme ve oyun alanı yaratır.

Dili yeni öğrenen, bu sırada kelimeleri oyuncağı olarak kullanan tümgüçlü çocuk gibi, Karagöz ve Hacivat da, kelimelerle oynarlar, yeni kelimeler, yeni bağlantılar üretirler. Dilin kurallarının, erişkinliğin dışına çıkılır.

Şakalar, ketlenmiş enerjileri, bastırmanın etkisinden kurtarırlar, der Freud. Hayal perdesinde Bastırmanın yanında diğer savunma mekanizmalarının kendileri gülmecenin konusu olurlar. Karagöz bazen içinden başka konuşur, karşısındakine başka. Disosiasyona güldürerek, kabul edilir ve bilinçli hale getirir. Çifte değerliliği göz önüne serer. Karagöz Hacivat’tan tamamıyla nefret etmez, ama genellikle istemediği halde konuşur. Hem ona kızar, döver, aşağılar hem de sözüne kulak verir, dediklerini yapar. Aynıları Hacivat için de geçerlidir. Arkadaşlıkları tüm sıkıntılara rağmen sürer, ikisinin de birbirlerine olan sevgileri hissedilir. Hep yüz yüze bakarlar.

Karagöz Hacivat’ı istemez gibi gözükür, gitse de kurtulsam der ama Hacivat gibi bir otoriteye muhtaçtır, hep ondan yardım isteyendir. Hacivat; zengin, eğitimli, bilmiş, akıl danışılan yönleriyle üstünleri, otoriteyi, üstbenliği, ebeveynleri ve erişkin kendiliği temsil eder. Hacivat’ın üstbenlik çekirdeklerini temsil eden iki erkek kardeşi de vardır: “Demeli” ve “Dediği Gibi”.

Karagöz çocuksu, Hacivat erişkinsidir. Karagöz birincil süreçleri, Hacivat ikincil süreçleri simgeler. Karagöz, Hacivat’ın mecazi anlatımlarını anlamaz, somut anlamları ile karşılık verir. Karagöz karısına hem abla der hem karı der, evlilik bağını tanımak ile akrabalık bağını tanımak arasında bir yerdedir. Karagöz; fakir, eğitimsiz, bilgisiz, yanlış anlayan, akıl danışan, yardım arayan yönleriyle alt sınıfı, yönetilenleri, çocukları ve çocuk kendiliği temsil eder.

Tüm ilkelliklerine rağmen, gerçek yaşamdakinin tersine başrolde, aslında tam da bir çocuğun istediği gibi, Karagöz ve çocuksuluk vardır. Karagöz, oyun sırasında zaman zaman kendisiyle konuşur. İsmi isim değil sıfattır, bir lakap gibidir, her kara gözlü üstüne alabilir. Hem isminin özelliği hem iç sesini açığa vurması sayesinde Karagöz ile özdeşim yapmak kolaylaşmaktadır. O zaten konuşunca herkesin içindeki ilkellikler, saflıklar, çocukluklar ile bağlantısını kurmaktadır. Bir yandan şu temel mekanizma işlemeye devam etmektedir: bunları yaşayan ben değilim Karagöz, o zaman tüm bunlara rahatça gülebilirim. Karagöz’e gülünürken ne Karagöz tam Karagöz ne de tam izleyicinin kendisidir. Hem şakalar hem de oyundaki karakterler, oluşturdukları yerine geçenler ile öznel bir oyun alanı yaratmaktadırlar. Yerine geçenler, semboller sayesinde bilinçdışındaki yaşantılar, ilkel duygular, kırılmalar, kızgınlıklar, incinmeler, komik duruma düşmeler daha kolay çalışılabilmektedir.

İlişkilerdeki öfkenin boşalımına ve şakayla yüceltilmesine bir yol açar. Karagöz her aldatılmanın, yanlış anlamanın, anlaşılmamanın, ukalalığın, büyüklenmenin, çıkarcılığın bedelini dayakla ödetir Hacivat’a. Karagöz ebeveyninin ne dediğini anlayamayan bir çocuk gibi kendisine saçma gelen benzerlikleri dile getirir. Yanlış anlamayı, getirdiği absurd ve uç nokta ile güldürür, kendisine saçma ve anlamsız gelen mesajların içini iyice boşaltarak gülmeyle doldurur. 

Oyun, hiyerarşik bir toplumda astların üstlerine yapamadıklarını, söyleyemediklerini ve üstlerin olumsuz yönlerini ortaya serer. Aynı hiyerarşinin yaşandığı evde ast-üst ilişkisinin getirdiği anlaşılmazlıkları, saçmalıkları, bastırılanları, biriken öfkeyi temsil ederek ve boşaltarak tüm bunların yaratacağı suçluluk, utanç, kızgınlık, hayal kırıklığı gibi duyguları yumuşatır, narsisistik kırılmaları onarır, bunların ketleyici yüklerini alır. Böylelikle disosiasyonu, bölmeyi, çifte değerliliği işler, sonuç olarak kendiliğin bütünlüğünü, dengesini ve benliğin yetilerini korur. Sanatın ve gülmenin oluşturduğu gerileme ile iç dünyanın derinliklerinde bir bütünleşme ve sentez yaşanır.

Karagöz her karakterden, özellikle de Hacivat’tan aldığı akılları mantıksız birleştirmeler ile iyice karıştırır sonunda hesabı Hacivat’a keser. Genellikle Hacivat, Karagöz’ün kendilik nesnesidir. Karagöz’ü zorluklardan kurtarır, çareler, yollar önerir, bilmediklerini öğretir, iş verir, eş bulur. Ama Hacivat kötü bir kendilik nesnesidir aynı zamanda. Karagöz’ün ne yapıp ne yapamayacağını kestiremez. Hem Karagöz’ün çocukluklarına, saçmalıklarına, yanlış anlamalarına gülmek hem de Hacivat’ın kendilik nesnesi olarak beceriksizliklerine, çıkarcılıklarına, ikiyüzlülüklerine, kendini beğenmişliklerine, “empatisizliğine” gülmek olanaklı hale gelir. Bu gülmece de izleyen iç dünyasında; Karagöz’le özdeşim kurduğunda kendisi ile kendilik nesnesi arasındaki hayal kırıklıklarını; Hacivat ile özdeşim kurduğunda kendilik nesnesi olduğu ilişkilerdeki yapamamazlıklarını, beceriksizliklerini çalışır. Bu özdeşimler yaşa özgü değildir. Kohut “Kendilik ve kendilik nesnesi ilişkileri doğumdan ölüme kadar varlıklarını sürdürürler.” der. Sanat, özellikle tiyatro ve sinema da bu ilişkide önemli bir rol üstlenmektedir. Karagöz ve Hacivat’ın ise burada özel ve zenginlik dolu bir yeri vardır, çünkü hem bir çocuk kendilik ile erişkin kendilik arasındaki ilişkiyi ele almakta hem de bu ilişki içinde kendilik nesneleri ile ortaya çıkan sorunlarla dalga geçmektedir. Hayal kırıklıklarını, çaresizlikleri, dağılmışlıkları onarmada kullanılacak nesnenin yarattığı hayal kırıklıklarına güldürmektedir.