• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

GÖÇ VE EVLİLİK

GÖÇ VE EVLİLİK

Genel olarak, iyi giden evlilik göçten kaynaklanan acıyı azaltırken kötü giden evlilik ise bu acıyı artırır. Doğru olduğunu kabul edersek, evlilik ve göç ilişkisi iki etkene bağlıdır: (1) evlilik ve göç arasındaki zaman ilişkisi ve (2) çiftlerin ırksal ve ulusal kökenleri.

İlk etkenle ilgili olası dört senaryo vardır.

Birincisi, eğer evlilik göçten uzun süre önce yapılmış ve göç kararı az çok beraber alınmışsa evlenmiş olmak, kaybetmenin ve uyum sağlamanın kargaşasını azaltabilir. İçselleştirmiş oldukları ilk ailelerinden, birbirlerinin gerçekteki ailelerine “göç” etmeyi başarmış olan çiftler, özümseme ve uyum konusunda bir örneğe sahiptirler. Birbirlerini bilgilendirirler ve yeni kültürlerine uygun bir hızda, beraberce ve  mutlulukla uyum sağlarlar.

İkincisi, evliliğin göçün hemen öncesinde yapıldığı durumdur. Böyle durumlarda, kaybedişlerin ve ruhsal dengesizliklerin yaratabileceği kaygılardan bir bakıma kaçınılmış olunur. Bu koşullar altında yapılan evlilik, aceleyle ve zayıf bir biçimde yapılmış bir nesne seçimiyle gerçekleşebilir. Daha da önemlisi düğün, beraberliğin samimi bir kutlamasından çok yas tutmaya karşı manik bir savunma olarak iş görür. Bu tür evliliklerin geleceği risklidir.

Üçüncüsü, göçün hemen sonrasındaki süreçte (göç sonrasındaki ilk on sekiz ay içinde denebilir) yapılan bir evlilik, yas tutma olayını önlemek için gösterilen bir çaba da olabilir. Bu, kaybedilenlerin yerine hemen yenisini koymak gibidir. Eğer yeni gelen göçmen birkaç hafta ya da ay içinde bir yerli ile evlenirse, bu durumun altında yatan “manik savunma” (Akhtar, 1995; Klein, 1935; Winnicott, 1935) daha da açıktır. Gerçekliğin darbeleri ve içsel matemin belirtileri zamanla daha yadsınamaz bir hale geldikçe, bu gibi evlilikler kolayca biter.

Dördüncüsü göçmen, göç sonrasındaki yas sürecini tamamladıktan ve yeterli bir kimlik dönüşümü geçirdikten sonra evlilik kararı alır. İster yeni ülkeden bir kişiyle ister kendi ırk topluluğundan biriyle olsun, böyle evlilikler bireylerin daha derin birikimlerinden ve beraberinde kendilerini ve dolayısıyla birbirlerini daha içten kabullenmelerinden beslenir.

Bu bizi, daha önce belirttiğim ikinci değişkene getirir. Yani, evliliğin kiminle; aynı ırk topluluğundan biriyle mi, yoksa uyum sağlanmaya çalışılan ülkede doğmuş biriyle mi veya farklı bir ülkeden gelen başka bir göçmenle mi yapıldığına. Eğer evlilik aynı ırk topluluğundan biriyle yapılmışsa, ırksal ve dilsel açıdan yeniden beslenmenin (örn., tanıdık yemekler, dil, dini kutlamalar) kesinti olmadan sürmesi çok faydalı olabilir. Aynı zamanda, eve geri dönüş fantezisinden başarılı bir biçimde vazgeçme olasılığı azalır, bu da yas sürecini sekteye uğratabilir. Eğer "yerli" ve göçmen eşler birbirlerinin yemek, müzik, tarih ve geleneklerini öğrenmez ve bunların tadını çıkarmazlarsa, ikinci durumda da yas sürecinin yaşanması zorlaşır ve nostalji yüklü bir ırksal kendilik ayrı olarak varlığını sürdürebilir. Diğer yandan, birbirlerinin bu gibi değerleri hakkında bilgi sahibi olur ve bunun tadını çıkarırlarsa sonuç oldukça yararlı olabilir. Ruhsal yapı yeterince esnekse ve sağlıklı bir espri anlayışı varsa, aslında bu gibi evlilikler oldukça zenginleştirici olabilir (Kahn, 1997b). Üçüncü durumda, yani farklı kültürlerden gelen göçmenler arasındaki evliliklerde (örn., Meksika ve Hindistan), çiftler arasındaki bastırılmış saldırganlığın dışa vurumu için üçüncü bir etkenin varlığı (yeni yurtları olarak kabul ettikleri ülke) ek bir fayda sağlar. İki göçmenin birbirine bağlanmasına yardım edebilir ve küçük dozlarda kullanıldığında faydalı bir taktik olabilir.

 

Bu bölüm, Halime Odağ Vakfı Yayınlarından çıkan, Prof.Dr. Salman Akhtar'ın "Kimlik Ve Göç" adlı kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.