• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

SİNEMA: BİR OYUN VE KÜLTÜR ALANI

SİNEMA: BİR OYUN VE KÜLTÜR ALANI

Sinemanın yaşamımızdaki yerini anlamada Winnicott'ın "oyun alanı" kavramı konuya ışık tutacak niteliktedir.

Sinema, sunduğu semboller ve özdeşim nesneleri ile izleyeni etkileyen, içine alan, yeni düşünceler ve çağrışımlar yaratan bir sanattır. Senaryo yazarının, yönetmenin, oyuncuların ve üretime katılanların yanında, izleyenin de kendi katkılarının olduğu bir kültürel etkinliktir. Kültürel etkinlik olması ile kişiler arasında önemli bir ara alan yaratmaktadır. Diğer yandan ergenlikte de önemli bir oyun alanıdır sinema ve izleyici koltukları.

Ama sinemanın eksik olan bir tarafı vardır: oyuncu ve izleyici etkileşimi yoktur sinemada. Bu eksiklik, filmin ardından diğer izleyiciler ile konuşarak, filmde yaşananları paylaşarak, aşılmaya çalışılır. Sinemada etkileşim, film ile izleyici arasındadır. Karanlık ortam, izleyiciyi yanlızlaştırarak iç dünyasıyla bağlantısını güçlendirir.

Bağımlılık ve Etkileşim

Winnicott, iki kişi ve aralarında bir etkileşim olduğunda bir ara alanın, geçiş alanının oluşabileceğinden söz eder. Bu geçiş alanının oluşumunda bazı ögelerin vazgeçilmezliğine değinir. Temel ilişki olan anne-bebek ilişkisi üzerinden gidersek bu ögelerden birisi annenin bebeği kucaklamasıdır. Anne bebeğine dokunur, onu taşır, ona sarılır. Bebek anneye bağımlıdır. Eğer bebek, ihtiyaçlarına uyum sağlayabilen bir anne ile karşılaşır ve güven hissederse aralarında bir etkileşim ve geçiş alanı ortaya çıkabilir. Bu bağımlılığın ve etkileşimin örseleyici olmadan yaşanılması gelecekteki bağları ve kurulacak oyun alanlarını olumlu etkiler.

Sinemada izleyici kendisini filme bırakır, filmin onu kucaklamasına izin verir.

Yansıtmalar ve Aynalamalar

Anne-bebek ilişkisinde yansıtılanlar ve aynalananlar vardır. İlk yansıtan, oynayan annedir ve bebeğin ruhu annenin yansıttıklarının içinden biçimlenir. Bebeğin yansıtmaları ise annede anlamlanır, dönüştürülür ve başta bakım verme olarak geri yansıtılanlar zamanla anlam verme, bütünleştirme ve toparlama olarak sürer gider. Burada annenin bebeğin oyununa katılabilmesi, onun düzeyine inebilmesiyle olabilir. Duygu ve anlam katan, derinleştiren, bütünleştiren, ayrımlaştıran, değişikilk yaratabilen bir ayna olarak anne, oyun alanının oyun kurucusudur. Bu var oluş bir süre sonra bebeğin kendini gerçek hissetmesini sağlayacak, bebeğin de bir oyun kurucusuna dönüşmesine olanak tanıyacaktır.

Sinema perdesi de bir ayna olarak görülebilir. Doğrudan bir etkileşim olmasa da filmde tanıdığımız karakterler, özellikle de ana karakterler, onları anlayabildiğimiz sürece yansıttığımız parçaları taşırlar. Oyunlarını oynarlar ve yansıttığımız parçalar değişmiş olarak içimize geri dönerler. Yani bir parçamız filmin içindedir. Ama aslında biz filmin çok dışındayızdır. Filmin gerçek olmadığını biliriz ama bir süreliğine ona gerçekmiş muamelesi yaparız. Belki patronların mutlu son istemesi, filmlerin gerçek olduğunu arzulamamızı güçlendirmek içindir. Filmlere herkes farklı bir iç dünya yansıttığı için filmin anlamı herkes için değişiktir. İzleyici de kendine özgü bir dünya yaşar filmin içinde. Bu yüzden filmin yansıttıkları ile izleyicinin yansıttıkları birbirine karışır. Bir kültür oluşmuştur, besi yerinin ve canlıların bir araya geldiği, üretimin ve yaratıcılığın ortaya çıktığı bir kültür.

Tekrarlamalar ve Kültür

Bazı filmleri tekrar tekrar izleriz, tekrar tekrar anlatırız. Bu filmler izlenerek ve anlatılarak üzerinde tekrar tekrar düşünülen, eskitilen filmler olur. Ya da film değişse de tekrar eden bir izleme ve anlatma geleneği oluşur. Kültür, tekrarlarla ve birlikteliklerin getirdiği etkileşimler ile oluşur. Winnicott takıntının, yani tekrar etmenin, oyunun bir özelliği olduğunu ve böylelikle bir süreliğine yatırımın dış dünyadan çekildiğini söyler. Dış dünyadan, gerçeklikten bir süreliğine uzaklaşılmıştır.

Sonuç olarak kültürel bir dünyanın ortaya çıkması için oyun oynayabilmek, oyun oynamak için de öncesinde ebeveynlerle ilişkide kurulan bir ara alana ihtiyacımız vardır. Bu ara alan, gerçekliğin ve hayalin arasındadır. Bu ara alan aynı zamanda iki veya daha çok kişinin öznel dünyalarının kesiştiği alandır. Bu alanın gelişebilmesi için çocuğun ailesi ile ilişkisinde yansıtmalara, aynalamalara ve oyuna gereksinim duyulur.