• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

DÜRTÜLER

DÜRTÜLER

Dürtünün tek amacı doyumdur.

Sigmund Freud

İçgüdü ve Dürtü

Freud’un yazıları Almancadan İngilizceye çevrilirken “trieb” kelimesi “instinct” olarak kullanılınca dürtü ve içgüdü kavramları karışmıştır. Bazı yazarlar çözümü “instinctual drive” olarak kullanmakta bulsa da zaten tüm dürtülerin içgüdüsel bir kökeni vardır. Dürtüleri anlamak için içgüdüler ve içgüdüler ile dürtüler arasındaki bağları bilmek gereklidir.

Tüm canlılar genetik bir bilgi taşıyarak dünyaya gelirler. Bu bilgi canlıya, ana hatları ve ana ihtiyaçları kodlanmış bir yaşama biçimini içerir. Memeliler gibi gelişmiş canlı türlerinde genetik bilgi yalnızca hücrenin yaşamını belirlemez, canlının davranış biçimlerini de belirler. Örneğin bir köpek cinsinin davranışları bile diğer köpek cinsinden biyolojik olarak farklıdır. İçgüdüler, genetik kaynaklıdır, dış uyaranlara ya da içsel gereksinimlere göre programlanmış ya da kalıplaşmış hareket ve davranış yanıtları verilmesini sağlarlar.

İnsana gelirsek, insan vahşi doğaya karşı zayıftır, büyüyene kadar uzun süre ebeveynine bağımlıdır ve sosyal yaşamın içinde kalmak zorundadır. Bu etkenler insanı öğrenmeye ve duruma uygun davranmaya zorlarlar. Bu zorlama, genetik mirastan gelen gücün öğrenme ile yeni davranışlara ve zihinsel yaratıcılığa evrilmesini sağlar. İçgüdülerin ilkel halleri bastırılır ve dürtü türevleri olarak farklılaşarak ortaya çıkarlar. Kişisel ve toplumsal zihinsel birikim, öğrenme ile kuşaktan kuşağa aktarılır ve kültürel bir birikim oluşur. Ertelenebilir olan içgüdüler dürtüye dönüşürler.

 

İçgüdülerin Yolağı:

UYARILMA – GERİLİM – HAREKET - GERİLİMİN BOŞALMASI - DOYUM

Dürtülerde ise bastırmanın etkisi ile dürtü türevleri ortaya çıkar ve dürtünün etkisi farklılaşır.

Dürtülerin Yolağı:

UYARILMA – GERİLİM - DÜRTÜ TÜREVLERİNİN ALGILANMASI – HAREKET/DÜŞÜNME/DÜŞLEMLEME - GERİLİMİN BOŞALMASI - DOYUM

Moore B. E., Fine B. D. (1999) Psychoanalysis: The Major Concepts, Yale University Press.

İnsan; yemek yiyerek enerji aldığı, uyuyarak dinlendiği sürece eğer fiziksel sağlığı yerinde ise içgüdüleri canlı kalır. Bu yolla, beden kaynaklı bir enerji içgüdüleri besleyip insanı harekete geçirirken aynı zamanda ruhsal enerjiye dönüşür. 

 

Anne-babası ile ilişkisinde bebek, yaşamın başından itibaren içgüdülerini ilkel haliyle doyuramayacağını öğrenir. İlk uyarı süt çocukluğu döneminde gelir. Bebek, anne memesini doyana kadar emebilir ama ısıramaz. Bu engellenmeler, içgüdüleri bilinçdışına bastırırken türevleri ile yaşama yansımalarına ve bu yolla doyurulmalarına neden olur. Engellenmenin ve doyum aramanın yarattığı psişik gerilim boşalım yolları arar. Psişik gerilim, kaçmanın hiçbir zaman olanaklı olmadığı içsel uyaranlardan etkilenir.

Dürtüler, içgüdülerden daha üst düzey ve daha işlenmiş olsalar bile yine de büyük oranda altbenlikte, bilinçdışında bulunurlar. Haz ilkesine uyarak doyum aramaya devam ederler. Hem içgüdüler hem de dürtüler dış uyaranlardan etkilenirler, uyarılırlar ya da baskılanırlar. 

İçgüdüler, insanın hayvani yönüdür ve insan türüne özgü davranış kalıplarını belirler. Dürtü, içgüdülerin topluluğa ve kişiye özgü davranışlara dönüşen türevleridir. Dürtüler, benliğin devreye girmesiyle farklılaşırlar ve kişisel geçmişin izlerini taşırlar. Bu nedenlerle özneldirler ve kişisel tavırları belirlerler. Örneğin sabah kahvaltı yapmak her insan için, açlığın yarattığı yeme içgüdüsünü doyurmak adına bir zorunluluktur. Sabah kahvaltısında bir Alman; tahıllı ekmek, marmelat, jambonlu yumurta, Gouda peyniri yemeyi ve kahve içmeyi tercih ederken bir Türk kahvaltısında; beyaz ekmek, zeytin, peynir, demleme çay, tereyağı ve ev yapımı bir reçeli tercih edebilir. Daha da özelde bir ailede her sabah sadece kaşarlı yumurta yenip süt içilebilir. Bu aileden bir kişi ise diğerleri yumurta yerken meyveli yoğurt yiyebilir. Sonuçta içgüdü farklı biçimlerde doyurularak kişisel tercihe dönüşmüş ve bir kimlik kazanmıştır.

Dürtüler, fiziksel gelişimden ve ruhsal olgunlaşmadan etkilenirler. Dürtüsel enerji ergenlikte ve yaşlılıkta, sabah ve akşam, kadınların menstrüel döngüsüne göre ya da mevsime göre farklı olabilir. Dürtüsel enerji ve güç yaşa göre değiştiği için, bu durum kaygı bozukluklarının gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde daha çok yaşanmasına neden olur. Dürtülerin yıkıcı bir gerileme ile içgüdülere doğru gitmesi psikiyatrik rahatsızlıklara yol açarken yüceltilerek yapıcı örgütlenmelere ilerlemesi benlik gücünün ve yaratıcılığın artmasına olanak tanır.

Dürtülerin Düzenlenmesi

Dürtüler, ancak tasarımlar ve türevler aracılığıyla önbilince ve bilince çıkarlar. Benlikte güce, güdüye ve düşünceye dönüşürler. Bu düzeye geldiklerinde gerçeklik ilkesiyle ve savunmalarla düzenlenirler. Eğer dürtü çok güçlü ortaya çıkar, önbilinci ve bilinci aşarsa eylem olarak ortaya çıkar. Buna genel olarak dürtüsellik denir.

Benlik, bütünleştirme ve bireşim işlevleriyle ya bir dürtünün yerine geçen başka bir oluşum yaratır ya bir uzlaşma sağlar ya da yüceltmeyi kullanarak dürtünün oldukça farklılaşmış bir biçimini yaşama geçirir. Söz, dürtünün en üst düzeydeki tasarımıdır.

İçgüdüler insanı bir davranışa güdülese de dürtüler her zaman davranışa dönüşmez. Freud[1], yasaklar yüzünden dürtüsel uyaran altbenlikte kalınca benliğin zayıfladığını ve çözümü “düşünme işleminin” özdeşi bir yolda aradığını belirtir. Böylelikle benlik daha az enerji kullanır, tehlikeye düşmez, zayıflığını avantaja çevirir. Benliğin bu özelliği, konuşma ya da harekete geçme öncesinde düşünme ve karar verme gücü kazandırır. Bu yolla fantezi ve düş oluşurken bu süreçte annenin düşlemleme yetisi yön verici ve yapılandırıcıdır. “Benlik zayıflığı” durumlarında dürtüler kontrol edilmez, düşünme ve karar verme yönü güçsüzleşir ve hızla eyleme dökmeler görülür.

Dürtü türevleri bilince ulaştığında üstbenlik devreye girer. Üstbenlik, gücü ile dürtüyü türevleştirir ve dürtüye boyun eğdirtir. Böylelikle karşıt yatırımlar yapılarak ahlak standartlarının, kültürel değerlerin, ülkülerin ve bilincin oluşumuna katkı sağlanır. Dürtüsel boşalım isteğinin ilkel biçimlerinin sürekli yasaklanmasıyla gelişen kaygı, önceki bir yaşam ve anı ile bağlantılandıkça dışsal bir olay içselleşir. İçselleşebilen kaygılar bir “uyaran kaygıya”[2] dönüşürler.

Freud’un[3] (1915) Tanımladığı Dürtü Özellikleri:

  1. Dürtülerin kaynakları vardır; bedenseldirler (Oral, anal, fallik ve genital bölgeler gibi erotojenik alanlar). Dürtüler somatopsişiktirler; somadan kaynaklanırlar, uyarı haline gelirler ve psişeyi etkilerler. Cinsel olanlar bir “erotojenik alan”da kısmen odaklanabilirler. Erotojenik alanın uyarılması haz verir. Hazzın getirdiği doyum yineleme gereksinimi doğurur. Beslenme, dışkılama, işeme gibi bedensel süreçlerle bağlantılı uyarımlar ortaya çıkabilir. Bir başka uyarı kaynağı dışarıdan gelen uyarmalardır. Bu iki kaynağın (bedensel ve dışsal) türevleri zaman içinde içsel kaynaklara dönüşürler.
  2. Güçleri ve baskıları vardır; eyleme geçirebilirler. Her dürtü bir parça eylemdir. En hafif haliyle düşünce eyleme geçer. Ruhsallığı mı, bedeni mi eyleme geçireceği benliğin gelişmişliğine ve koşullara bağlıdır. Erken çocuklukta bedensel gereksinimler baskı yaratırken ergenlikte cinsel gereksinimler baskı yapar. Ergenlikle birlikte cinsiyet hormonlarının devreye girmesi ile içsel kaynaklar güçlenir ve o zamana kadar oluşmuş olan fantezilere yön ve enerji verir. Nitekim Ödipus’un öyküsü ergenlikte başlar.
  3. Amaçları vardır; etkin ya da edilgen bir biçimde doyum ararlar. Asıl amaç her zaman doyumdur. Freud, amaca kişinin kendi içinde ulaşabileceğini belirtmiştir. Dürtü, düşlemde bir içsel nesneyi canlandırarak doyuma gidebilir. Amacın geciktirilebilmesi ve dönüştürülebilmesi benliğin gücünü gösterir. Ruhsal gelişim amaçların direk boşalıma odaklanmasının yerine ideallere dönüşmesine olanak tanır. Benlik güçlendikçe idealler, yaşama geçirilme yolları bulunarak gerçekçi hale getirilir. Böylelikle amaçlanan doyum benliği besler, kendiliği yapılandırır ve bir kimlik kazandırır. Çocuğun karşı cinse aşkı ve mastürbasyon yasakla karşılaşınca cinsel doyum önce düşlemsel ve gizli hale gelir. Sonra bu gizlilik ergenlikte zayıflar ve ergenler arasında açığa çıkar. Evlilik ideali ile buluşunca cinsel dürtünün doyumu toplumsal izni alarak gerçeğe dönüşür. Saldırganlık dürtüsü ve öldürme isteği bu açıdan çok daha özel durumlarla sınırlandırılmış ve daha sert yasaklanmıştır.
  4. Nesneleri vardır; nesne aracılığıyla doyum sağlarlar. Nesneler değişebilir, farklılaşabilir. Doyurucu bir nesnenin önemi artar. Önemi artan nesne ile bağlar güçlenir, ona yapılan ruhsal yatırım artar (kateksis) ve bir ilişki kurulur. Bu açıdan dürtüler ilişki kurmaya güdüleyebilirler. (Bazı durumlarda ilişkileri bozup yıkabilirler.) Bebek, emme refleksi ile parmağını otomatik olarak emer. Annenin bebeğine yaptığı libidinal yatırım sayesinde anne, bebeğin ağzı ile parmağı arasına girer. Bebeğin ilk nesnesi olan anne memesi, onu otistik bir parmak emme refleksinin dışına çıkartarak dürtüsel doyumu ilişkiye dönüştürür. Freud, annenin çocuğun erotojenik alanlarını uyarmasını, “annenin bebeğe sevmeyi öğretmesi” olarak tanımlamıştır. Daha sonra otoerotizm ile çocuk yeniden bedenine döner.

Çocukluk ve ergenlik boyunca süregiden psikoseksüel gelişim erişkin cinselliğini biçimlendirir. Freud[4], çocuksu cinsellik sırasında, farklı dürtü bileşenlerinin birbirinden bağımsız olarak doyum aradığını belirtmiştir. Bu dürtü bileşenleri erişkin cinselliğinde ön sevişmenin ögeleri haline gelirler. Böylelikle dürtü bileşenlerinin bir kısmı genital cinselliğin egemenliğine girmiş olurlar. Her psikoseksüel gelişim evresinde bir dürtü bileşeni işlenir. Oral dönem bileşeni öpüşmeye, karşılıklı haz alıp vermeye, anal dönem bileşeni cinselliği kişinin eşi ile birlikte yaşamasına, cinsellik dürtüsünü tutmasına ve uygun yerde boşaltmasına, fallik dönem bileşeni ise erkek için penisi ile eşinin içine girmesine, kadın için vajinası ile eşini içine almaya dönüşür. Eğer bir dürtü bileşeni cinselliğin bir parçası olarak bütünleştirilemezse, cinsel doyum bu dürtü bileşeni üzerinden sağlanırsa ve bu bileşene yönelik bir saplanma olursa bir sapkınlık ya da cinsel işlev bozukluğu oluşabilir. Nevrozlardaysa dürtü bileşeninin bastırılmasında sorunlar çıkması ve belirtinin oluşması gözlemlenir. Dürtü bileşeni savunmalar aracılığı ile yüceltilerek dönüşüme uğrayabilir. Freud, dönüşüm sırasında aşağıdaki süreçlerin görüldüğünü belirtmiştir.

Dürtülerin İzlediği Farklı Dönüşüm Süreçleri [5] [6]:

  1. Aktifken pasife, pasifken aktife dönüşebilirler. Karşıtına dönüştürülerek içerikleri değiştirilebilir.
  2. Dürtünün yatırıldığı nesne ile özne yer değiştirebilir; sadizimden mazoşizme, göstermecilikten gözetlemeciliğe geçilebilir.
  3. Dürtü, öznenin kendisine döndürülebilir. Örneğin savunma amacıyla ya da sevilen nesneye boşalmamak için saldırganlığını kişi kendisine yöneltebilir. Kendini yargılama, suçlama, kendine zarar verme gibi.
  4. Dürtü türevleri bastırılmış olabilir ve bunu sürdürmek için bir içsel enerji harcanması gerekir. Bastırma için benliğin güce ihtiyacı vardır. Benlik, dürtülerin amaçlarını da sınırlar.
  5. Yüceltmede eşdeğer semboller kullanılır. Dürtüsel doyum, yasaklarla ketlenir ve sosyal ya da sanatsal değerlere kaydırılır. Bu sırada libido saldırganlık ile bütünleşir ve libido ön plana çıkar. Dürtünün ifade biçimi yaratıcı ve yaşamı düzenleyici biçimlerde evrilebilirse kişinin kendisi ve topluluğu yarar görür.

Tüm bu farklı süreçler erişkin cinselliğinin çok biçimli, sapkın ve çocuksu doğasını açıklığa kavuşturmaktadır.

Dürtüsel gelişim, dört ana yolakta ilerler. İlki (1) dürtü bileşenlerinin izlediği oral, anal, ödipal aşamalardır. Dürtü bileşenlerinin bir kısmı genital örgütlenme altında toplanır ve yer değiştirerek ebeveynden ayrılır. Bir kısmı da şefkat olarak ebeveyne bağlı kalmaya devam eder. İkinci ana yolak (2) kendilik ve nesne tasarımının libido ve saldırganlık açısından geçirdiği aşamalardır. Kendilik ve nesne tasarımları libido ve saldırganlık yüklü tasarım parçalarının toplanmaya başlamasıyla birlikte libido yüklü “iyi” olan ve saldırganlık yüklü “kötü” olan biçiminde gruplaşır. Bu gruplaşma anal dönemde aynı nesneye libido ve saldırganlık yüklenmesine, sonraki aşamada iki ebeveyn nesnesine libido ve saldırganlığın paylaştırılmasına ve en son aşamada aynı nesneye yönelik çifte değerliliğin hissedilebilmesine dönüşür. Üçüncü yolak (3) libido ve saldırganlığın kendi içinde izlediği süreçtir. Önce libido ve saldırganlık oral dönemde iç içedir. Anal dönemde ayrışmaya başlarken sadizm gelişir. Libido ve saldırganlık ayrıştığında kişi sevdiğine zarar vermez ve saldırganlığını hem ilişkinin içinde hem de dışında ilişkinin yararına kullanır. Bir diğer yolak (4) birincil sahne ile kavramsallaşan anne-baba çocuk üçlüsünün ilişki dinamiğidir. Çocuk, anne-babası arasındaki ilişki örüntüsünü eril ve dişil arasındaki ilişki olarak içselleştirir. Bu içselleştirmede anne ve babanın düşlemlerindeki erkek-kadın ilişkisi rol oynar. Annenin düşlemindeki kadın-erkek ilişkisi, kocası ile ilişkisinin biçimi, annenin annesi ve babası ile arasındaki ilişki dinamiği dürtüsel yatırımın seyrini etkiler.

Cinsellik (Libido) ve Saldırganlık (Agresyon)

Dürtüleri kabaca cinsellik ve saldırganlık olarak ikiye ayırabiliriz. Bu ayırım gözlemlerimizi ve verilerimizi anlamamızı kolaylaştırır. Ancak klinik uygulamada bu iki dürtü her zaman çeşitli oranlarda birbirine karışmış biçimdedir. Cinsellik dürtüsü cinsel ilişki için duyulan istekle eşanlamlı değildir, çok daha geniş anlamda kullanılır. Libido da denilen cinsellik dürtüsü; sevgiyi, bağ kurmayı, yapıcılığı, şefkati kapsar. Aynı şekilde saldırganlık dürtüsü de geniş anlamıyla kullanılır. Agresyon da denilen saldırganlık dürtüsü; öfkeyi, bağlara zarar vermeyi, yıkıcılığı ve nefreti kapsar. Günlük kullanımda sevgi genellikle olumludur ama klinik çalışmalar sevginin boğucu, bireyselleşmeyi engelleyici, baskı yaratıcı yönleri olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde saldırganlık genel olarak kötü görülür ama aslında bir miktar saldırganlık kişinin eyleme geçmesini, sınır koyabilmesini, girişimlerde bulunabilmesini ve haklarını savunabilmesini sağlar.

Yaşamın ilk yılında oral doyum yaşamsaldır. Bebek, annesinin verdiği doyum ile ona sıkıca bağlanır. Bu, "Bebeğin annesine yaptığı libidinal yatırım güçlüdür." diye tanımlanır. Ancak bu libidinal yatırım içinde, henüz bebeğin farkında olmadığı bir anneyi emerek tüketmenin saldırganlığını içerir. Anal dönemde bebeğin bireyselleşmesi ve annenin koymaya başladığı yasaklar, bebeğin anneye yönelik kızgınlığının artmasına neden olur ve bu sefer de "bebeğin annesine yaptığı saldırganlık yatırımı artar ve belirginleşir". Anneye yatırılan saldırganlık, ilişkinin mesafesini kontrol etmekte kullanılır. Anne fazla yaklaştığında kızan bebek onu uzaklaştırır, anne fazla uzaklaştığında kızan bebek annesini yaklaştırır. Oral dönemin sadistik evresinde ortaya çıkmaya başlayan saldırganlık, libidinal yatırıma bir çifte değerlilik katmaya başlar.

Libido

Freud; cinsellik, erotisizm ve libido arasında bir ayrım yapmamıştır çünkü libido kuramında hepsi cinsel dürtüden köken alır. Libido, Latince istek veya arzu demektir. Freud libidoyu, 'cinsel içgüdülerin dönüştürülmüş biçimlerinin zihinsel enerji biçiminde ortaya çıkması' olarak tanımlamış, cinsel ve erotik olan arasında bir ayırım yapmamıştır. Cinsel içgüdü yaşam boyu etkisini sürdürür ve yarattığı basınç libidinal enerjiyi üretir, bir güç oluşturur. Fenichel[7], Freud’un her şeyi cinsellikle açıklamadığını, cinsellikle bağı olmadığı düşünülen konuların cinsellikle bağını kurduğunu belirtir.

Libidinal enerji, psikoseksüel gelişimde tanımlanan erotojenik bölgelerce uyarılır ve evrilir. Libidinal yatırım erotojenik bölgeye göredir ve özel bir nesne ilişkisi ortaya çıkar. Oral dönemde bedensel içe atım ve doyum ön plandadır. Ağız, süt veren meme ile ilişki kurar. Anal dönemde kontrol etme ve düzenleme öne çıkar. Anüsün kontrolü ile kaka yapma zamanını ayarlayan çocuk annesini mutlu eder ya da kızdırır. Ödipal dönemden sonra dürtü bileşenleri genital dürtü altında birleşir ve libidinal yatırım karşı cinsteki ebeveyne yapılır. Bu yatırım, rekabeti gündeme getirir. Hemcins ebeveynin saldırganlığından duyulan korku bastırmayı güçlendirir ve ensest yasağı kabullenilir.

Kız çocuğunun babasına yaptığı libidinal yatırımın kökeninde annesine yaptığı yatırım vardır. Aynı zamanda negatif ödipus açısından babası anne sevgisinde rakibidir. Kız çocuk babasına yaptığı libidinal yatırım ile annesinden ayrışırken erkek çocuk için babası annesi ile arasına girer.

Gizillik döneminde bastırmanın egemenliği ile libidinal yatırım, öğrenme ve sosyal yaşamın aile dışına açılması yönünde gelişir. Buraya kadar psikoseksüel gelişimde genetik ve ilişki biçimleri etkilidir, cinsiyet hormonlarının etkisi yoktur ve gerçekliğin kendisi arzuları engeller. Ergenlikle beraber cinsiyet hormonlarının etkisiyle dürtülerin baskısı artar, gerçeklik engelleyici olmaktan çıkar. Ergen, cinselliğini bastırmak durumunda kalır.

Freud, libidinal yatırımı saplanma açısından değerlendirmiş ve libidinal yatırım biçimlerini sınıflamıştır (erotik, narsisistik, obsesif). Kastrasyon kaygısı gerilemeye neden olur libidinal yatırımın bir önceki psikoseksüel gelişim aşamasında saplanır. Libido yer değiştirmelere uğrar ve bir yapışkanlığı vardır.

Fairbairn libido ile ilgili kompleks formülasyonlar yapmıştır. Abraham psikoseksüel evreleri erken ve geç olarak ikiye bölmüş ve bu evrelerdeki sadistik ögeleri ayrıştırmıştır. Otoerotizm, narsisizm, mazoşizm, sadizm, çifte cinsiyetlilik, erkeksi ve kadınsı, gözetlemecilik, gösterimcilik ve sapkınlık libido ve saldırganlık açısından araştırılmış önemli konulardır.

Saldırganlık

Saldırganlık ve libido birbirlerinin tam karşıtları değildir, farklı süreçleri vardır. Ama sonuçları, yapıcılık ve yıkıcılık açısından karşılaştırılabilir. Saldırganlık konusu daha sonraları; özellikle kendilik ve nesne ilişkileri kuramları ortaya atıldıktan sonra klinikte daha iyi kavramsallaştırılmıştır. Olumsuz terapötik tepkilerin ve kişinin kendine zarar verici davranışlarının araştırılmasıyla daha iyi anlaşılmıştır. Saldırganlık yüceltildiğinde veya yansızlaştırıldığında benlik ve üstbenlikle bütünleşir. Böylelikle saldırganlığı gerçekliğe egemen olmada ve kontrol etmede kullanabilirse benlik güçlenecektir. Saldırganlık kendini korumanın, araştırmanın, topluluğun ve yaşamın hizmetinde ise iyi ve yüceltilmiş olarak görülebilir. Kendine ve topluma zarar veren, isteksizlik yaratan, merakı öldüren ve ölüme götüren bir saldırganlık ilkel kabul edilebilir. Yani benlik saldırganlığı; yıkıcılık ve ölüm ya da yapıcılık ve yaşam için kullanabilir. Saldırganlık, engellenme ve hoşnutsuzluk ile bağlantılıdır.

Oral dönemde saldırganlık bebeğin memeyi ısırmasıyla, sonra hayır demeye başlamasıyla kendini gösterir. Anal dönemde saldırganlık tutuculuk ve kirletme ile ifade edilir. Ödipal dönemde rekabette yenerek ezme, yaralama ve öldürme istekleri ile saldırganlık gösterilir.

Klein çocuklardaki sadizmi ve saldırganlığı görmekten etkilenmiştir[8]. Saldırganlık, sadizm ve yıkıcılık kelimelerini birbirinin yerine kullanmıştır. Çocuğun, nesnesine saldırmak isteyince kaygılandığını, yıkıcılığından ve misilleme gelmesinden korktuğunu gözlemlemiştir. Yansıtmalı özdeşleşme üzerinden saldırganlığın derinlemesine çalışılmasını göstermiştir. Klein’a[9] göre saldırganlık ile merak ve bilme dürtüsü bağlantılıdır. Saldırganlık, simgesel denkliklerin ve simgelerin oluşumunda rol alır.

Bion çocuğun, ölüm korkularını, saldırganlığını ve diğer “kötü” duyguları annesine yansıttığını ve annenin bunları kapsama kapasitesinin önemini ortaya koymuştur. Anne, saldırganlığı taşıma ve yorumlama yetisi ile çocuğunun saldırganlık dürtüsünü biçimlendirir ve yüceltir.

Winnicott, Klein gibi ölüm dürtüsünün ve saldırganlığın doğuştan gelmediğini düşünmüş, saldırganlığın çevre/anne ile etkileşim ile geliştiğini öne sürmüştür. Yeterince iyi bir çevrede saldırganlık ruhsallık için yararlı bir enerji kaynağına dönüşür. Winnicott, bebekteki “ilkel acımasız kendiliği” tanımlamıştır. Acımasız kendilik, çocukta nesne için kaygılanma kapasitesinin gelişmesinde rol alır. Çocuk acımasızlığını annesiyle oynayabilirse bunu disosiye etmek ve saklamak zorunda kalmaz. Çocuğun saldırganlığını taşıyabilen anne yıkılmayınca çocuğu için “gerçek” olur. Böylelikle saldırganlık bir gerçeği değerlendirme aracı haline gelir, çünkü düşlemsel saldırıyla yıkılmayan nesne gerçektir ve içsel düşlemin dışındadır.

Benlik ve Ölüm Dürtüleri

Freud, önce dürtüleri cinsel dürtüler ve benlik dürtüleri olarak ikiye ayırmıştır. Kişinin kendini koruma içgüdüsünün benlik dürtüleri olarak tanımlaması cinsel dürtülerin bastırıldığını düşündürür. Daha sonra kendini koruma dürtüsünü narsisistik libido ile ilişkilendirilmiştir.

Kişinin; acı dolu, tehlikeli ve ölümcül deneyimleri yinelemesi, travma sonrası yineleyen düşler ve çocuk oyunları gibi kendini olumsuz etkileyecek, yıkıcı düşlemleri ve eylemleri olması ölüm dürtüsünün varlığını düşündürmüştür. Bunlar haz ilkesine karşıttır. Freud, yaşamın amacını ölüm ve inorganik hale dönüş olarak yorumlamıştır. Ölüm dürtüsünün türevi olan saldırganlığı; mazoşizm, olumsuz terapötik tepki ve bilinçdışı suçluluk ile bağlantılandırmıştır. Bu üç öge melankolide görülür ve ölüm dürtüsünü güçlendirir.

Akhtar[10], ölüm dürtüsünü sınırların kaldırılması ve kendiliğin varlığının yok olması açsından değerlendirmiştir. Buna yönelik psikanalitik yazındaki şu temaların işlendiğini belirtir:

  1. Anne memesi ile preödipalde kaynaşma düşlemleri[11]
  2. Yeme, yutulma ve uyuma ile bağlantılı kaynaşma düşlemleri[12]
  3. Dönüşüm (metamorfoz) ile insani kimliğin kaybedilmesi düşlemi[13]
  4. Kaybedilmiş olan anne ile ilk birliğe dönüş düşlemleri[14]
  5. Tüm gereksinimlerin anında karşılandığı yenidoğan aşamasına dönme[15]
  6. İkilinin bir olduğu ayrışılmamış aşamaya dönme[16]
  7. Birlik arayışı[17]
  8. Salt birliğin olduğu rahim içi yaşama dönüş[18]
  9. “Birgün” ve “keşke” düşlemleri[19]
  10. “Her şey” ve “hiçbir şey” düşlemleri[20]

Görüldüğü gibi bu temalarda libido ve saldırganlık karışım halindedir, ayrışmamıştır ve tümdencidir. Kaynaşarak yok olma arzusu ölüm ile simgelenebilir. Libido ve saldırganlık ayrıştığında, libido birleşme ve yaşatma ile saldırganlık dışlama, atma ve öldürme ile kendini gösterir. Tüm canlılar ya içeriden gelen bir nedenle ya da dışarıdan gelen bir nedenle ölürler. Benliğin saldırganlığı düşünüldüğünde ölüm dürtüsü içe yönelirse kendiliği, dışa yönelirse nesneyi yıkar.

Klein çatışmanın her zaman yaşam ve ölüm dürtüleri arasında olduğunun altını çizmiştir. Klein, ölüm korkusunun temel korku olduğunu düşünmüştür. Çocukların düşlemlerindeki saldırganlığı ve sertliği gözlemlemiştir. Klein’a göre; zalim içsel nesne içe yansıtılmış annedir ve bu anne tasarımını zalimleştiren çocuğun annesine saldırma düşlemidir. Klein, haset ve açgözlülüğün ölüm dürtüsü ile iyi nesneyi yok etmeye çalıştığını öne sürmüştür. İçe alınmış kötü nesne ya da içsel kötü nesne yansızlaştırılamazsa kendiliği yok etme yönünde tehdit eder.

 


[1] S. Freud, “Instincts and their Vicissitudes”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 1915, 14:109-140.

[2] İng. signal anxiety. Kaygı bölümüne bakabilirsiniz.

[3] S. Freud, “Instincts and their Vicissitudes”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 1915, 14:109-140.

[4] H. Nagera, [1969] Basic Psychoanalytic Concepts on the Libido Theory - Basic Psychoanalytic Concepts (Volume 1), Routledge, 2014. 

[5] B. E. Moore, B. D. Fine Psychoanalysis: The Major Concepts, Yale University Press, 1999.

[6] S. Freud, “Instincts and their Vicissitudes”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud 1915, 14: s. 109-140.

[7] O. Fenichel, [1946] Nevrozların Psikoanalitik Teorisi, Çev. S, Tuncer, Ege Üniversitesi, İzmir, s.50, 1974.

[8] R. Hinshelwood, A Dictionary of Kleinian Thought, Free Association Books, 1989.

[9] M. Klein, [1930] “Benlik Gelişiminde Sembol Oluşumun Önemi”, Sevgi, Suçluluk ve Onarım, Kanat Kitap, İstanbul, 2008.

[10] S. Akhtar, Comprehensive Dictionary of Psychoanalysis, Routledge, 2018.

[11] J. Lacan (1938). “Les complexes familiaux dans la formation de l'individu”, Essai d'Analyse d'une Function en Psychologie Paris: Navarin, s. 3–37, 1984.

[12] B. Lewin, The Psychoanalysis of Elation, New York: W. W. Norton, 1950.

[13] H. Lichtenstein, “The dilemma of human identity: notes on self-transformation, self-objectivation, and metamorphosis”. Journal of the American Psychoanalytic Association, 11: 173–223 1963.

[14] E. Jacobson [1964] Kendilik ve Nesne Dünyası, Çev. S. Yazgan, Metis Yayınları, İstanbul, 2004.

[15] L. Stone, “Reflections on the psychoanalytic concept of aggression”, Psychoanalytic Quarterly, 40: s. 236, 1971.

[16] M. Mahler, “A study of the separation–individuation process and its possible application to borderline phenomena in the psychoanalytic situation”, The Selected Papers of Margaret S. Mahler, Volume Two, Separation–Individuation, s. 186, New York: Jason Aronson, 1971.

[17] L. Kaplan, Oneness and Separateness: From Infancy to Individual. New York: Simon and Shuster, s. 39, 1978.

[18] J. Chasseguet-Smirgel, “From the Archaic Matrix of the Oedipus Complex to the Fully Developed Oedipus Complex—Theoretical Perspective in Relation to Clinical Experience and Technique”, Psychoanalytic Quarterly 57:505-527, 1988.

[19] S. Akhtar, “Panel report: sadomasochism in the perversions”. Journal of the American Psychoanalytic Association, 39(3): 741–755, 1991.

[20] L. Shengold, “A variety of narcissistic pathology stemming from parental weakness”, Psychoanalytic Quarterly, 60: 86–92, 1991.