• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

WİNNİCOTT'IN KURAMINDA OYUN

WİNNİCOTT'IN KURAMINDA OYUN

Yaşam oyunla başlar. Bebekleriyle oynayabileceğini, onu büyütebileceklerini hayal edebilen kadınla erkek birbirleriyle oynarken bir bebek dünyaya getirirler. Bu hem bir oyundur hem de gerçeğin ta kendisi. İyi oynayanlar eğlenir ve gelişir, iyi oynayamayanlar ve yaratıcılıklarını kullanamayanlar yaşamdan keyif alamazlar, güçlükler yaşarlar. Yaşamı tamamıyla bir oyun olarak görenler de gerçek yaşamla bağlantılarını sürdürmekte zorlanır, yaşamlarının ve ilişkilerinin sürekliliğini sağlayamazlar.

Bu yazıda oyunun, insan yavrusunun psikolojik gelişimindeki etkilerini ve yerini açıklamaya çalışacağım. Sizin de göreceğiniz gibi, oyunun yaşamımızdaki yeri çok değerli. Oynayabilenler keyif almakta, üretmekte, özgüvenlerini pekiştirmekte, esnek olabilmekte ve yaşamda başarılı olmaktalar.

Oyun hemen başlar. Dünyaya gelen bebek annesiyle, anne bebekle oynar. Zaman zaman bu oyuna baba da katılır. Bu oyunlarda hep coşku ve neşe vardır. Oyun ne kadar eğlenceli ve şaşırtıcı ise bu anlar ve sahneler bebeğin zihnine o kadar çok kazınır. Anne-baba çocuklarıyla ya da çocuklar kendi aralarında, yaşamdaki gerçeklerin hepsini hafifletilmiş, ruhsal açıdan sindirilebilir biçimleriyle oynarlar. Yemek yeme, konuşma, evcilik, askercilik, ip atlama, kovalamaca, hikaye uydurma vb. oyunlarının tümü hem oyundur hem yaşamdır.

Çocuk oyunla yaşama geçer, yaşamı öğrenir. Bebek önce bedeniyle oynar (annesiyle de oynar ama ilk başlarda onu da kendisinden bir parça gibi gördüğünden annesinin bedeniyle oynarken aslında kendisiyle oynuyordur); hem kendisinin hem annesinin parmağını emer, eliyle, saçıyla oynar. Anne, çocuğunun bu oyununa, kendisiyle ilişki kurmasına ve kendisini kullanmasına izin verirse annesinden güç alan çocuk başka nesnelere, oyuncaklara, kardeşlere, arkadaşlara geçebilir. Annenin kendisini bu biçimde bebeğinin kullanımına sunması sayesinde bebeğin ruhsallığının temelleri oluşur.

Oyun ve oyuncak hem gerçek yaşamın içindedir hem de hayal dünyası aracılığıyla çocuğun iç dünyasının bir parçasıdır. Oyun ve oyuncak arada bir yerdedir. Bu aradalık sayesinde insan yavrusunun sonsuz çeşitlemeler oluşturmasına olanak doğar. Her çeşitlemenin içinde, çocuk kendi sınırlarını, yeteneklerini, kedisini, anne-babasını, kardeşlerini, dünyayı tanır. Dünyalara hakim olmayı öğrenir, hem iç dünyasına, hem dış dünyaya, hem de ikisinin arasında kalan ara dünyaya. İnsanın oynama, oyuncakları kullanma, böyle bir ara alan yaratma kabiliyeti, iç dünyasında yaşadıklarını bu alana yansıtarak çalışabilmesine, bunları yoğurabilmesine, yenilikler yaratabilmesine olanak tanır. Kızlar; bebeklerle oynamaya, bebek sahibi olmayı hayal etmeye, annelik alıştırmaları yapmaya ilk fırsatta başlarlar. Bu yüzden kadınlar ilişki kurma konusunda ustalaşırlar. Erkek çocuklar ise daha çok sert cisimlerle, tahtalarla, silahlarla, arabalarla oynarlar. Onlar da alet kullanımında ve teknik işlerde, dış dünyanın biçimlendirilmesinde kendilerini geliştirirler.

Çocuk, yarattığı oyunlar sayesinde iç dünyasını bütünleştirebilir. Kendisine zor gelen yaşam lokmalarını tekrar tekrar çiğner ve yutulabilecek hale getirir. Her oyunla yaşamdaki arzular, zorluklar, kaygılar yeniden yaşanır, deneyimlenir. Her oyunla çocuk kendisine yeni bir şans tanır. İnsan büyüdükçe oyundan keyif alma düzeyi azalabilir, gereksinim duyduğu yerlerde tekrarlar yapmaktan kaçınabilir. Bunu erişkinler ile çocukların yeni öğrendikleri şeylere yaklaşımında açıkça görürüz. Çocuk, yeni bir dil, yeni bir spor oyununu öğrenirken hatalarından keyif alır, yapamamazlıklarına gülerek denemeye, tekrar etmeye devam eder. Bu yüzden de çocuklar daha hızlı ve daha kolay öğrenirler. Ama bazı erişkinler, özellikle de hata yapma hakkını, yapamama şansını kendilerine tanımayanlar, yanlışlarına gülemeyenler ya da tekrar deneme hakkını kullanamayanlar, yeni şeyler öğrenmekte zorlanırlar. Yeni ilgi alanlarını, öğrenmeyi çabuk bırakır, kendilerini yeterince geliştiremezler.

Oyun ve oyun arkadaşları çocuğun aynasıdırlar. Çocuk, sosyal aynadaki görüntüsüne farklı zamanlarda, mekanlarda ve oyunlarda bakarak kendine bakışını netleştirir, kendini tanır. Çocuk hem kendisini nasıl gördüğünü hem de nasıl görmek istediğini oynar. Bu deneyimleme ve oyunla kendini gerçekleştirme olanağı sayesinde çocuğun özgüveni gelişir, çocuk büyür. Almayı ve vermeyi, kaybetmeyi ve bulmayı, ayrılmayı ve birleşmeyi, erkekliği ve kadınlığı, anneliği ve babalığı, sınır koymayı, sevmeyi, kızmayı, üzülmeyi, yarışı, rekabeti tanır.

Çocuk her oyunda üzerine bir kimlik giyer. Üzerine oturduğunu gördüğü, kendisi için önemli olan kişilerin beğendiğini gördüğü kimlikleri benimser, içselleştirir. Erkek çocuk babasıyla, birbirlerine zarar vermeden rekabet etmeyi, erkek erkeğe etkinlikler yapmayı, annesi ile bir kadın karşısında nasıl erkek olunacağını oynar. Anne-babasının, bu oyunlar içindeki erkek kimliğini tanımalarını ister. Kız çocuk, annesine olan yakınlığını bozmadan onunla nasıl rekabet edebileceğini, kadın kadına nasıl yaşanacağını, babası ile bir erkek karşısında nasıl kadın olunacağını oynar. Her ikisinden de kadınlığını tanımalarını bekler. Bu tanınma, onaylanma o kadar önemlidir ki ancak bunun ardından sağlıklı bir kendilik duygusu, ergenlik ve erişkinlik gelebilir. Örneğin araştırmalar, anne babası boşanmış olan erkek çocukların, eğer baba yerine geçebilecek kişiler bulamazlarsa ya da anne-oğul ilişkisi çok yakın ve çevreden yalıtılmış ise, sağlıklı bir erkek kimliği geliştirmekte zorlandıklarını göstermektedir. Yani annenin ya da babanın oyundan çıkması oyunun dengesini bozar.

Oyun, kültürün öğrenildiği yerdir de. Aile dışından arkadaşlarla oynanan oyunlar, törenler, spor, sanat, dans, tiyatro sayesinde çocuk toplumunun kültürünü öğrenir. Toplumunun ve kültürünün içinde bir yer edinir. Aslında çocukluktaki oyun alanı çok bereketli bir alandır ve çocuk büyüdükçe kültürün, geleneklerin, dinin, sanatın, insanlarla ve nesnelerle ilişkilerin yaratıldığı ve yaşandığı alan haline gelir.

Oyunda çocuk kendisini dile getirir. Çocuk, deneyimlerini, yaşadıklarına karşı geliştirdiği tepkileri, isteklerini, gereksinimlerini oynar. En önemlisi de çocuk oyunlarda fantezilerini, hayallerini oynar. Oyunlar ve oyuncaklar, çocuğun iç dünyasını o kadar güzel yansıtır ki çocuk psikanalistleri, psikiyatristleri ve terapistleri oyunu, erişkinlerin dilinin, konuşmanın eşdeğeri olarak görürler. Çocuklarla oyun oynayarak anlaşır, çocukları oyun oynayarak iyileştirirler. Psikoterapi ve psikanaliz de erişkinlere özel bir oyun alanı yaratır. Bu oyun alanında oyuncakların yerini onların isimleri ve sözcükler alır.

Hayal edebilen çocuklar oyun oynar, oyun oynayan çocuklar hayal edebilirler. Oyunlar tekrar edildikçe tasarımlar içselleştirilir, isimlendirilir ve iç dünyanın şekillenmesine yardımcı olurlar. Oyunlarda yer alan anne-babalar, kardeşler, arkadaşlar, oyun sırasında farklı farklı yönleriyle gözlemlenir ve tanınır. Bu yolla, çocuğun iç dünyasındaki kişilerin hayalleri, tasarımları netleşir, gerçeğe yakınlaşmaya başlar.

Oyunlarda ve masallarda, kötüler, canavarlar, cadılar yenilir ve sonunda çocuğun iç dünyasına iyilik ve mutluluk hakim olur. Çocuğun, iyiliğin gücüne, geleceğin iyiliğine ve kendisine duyduğu güven pekişir, zorluklarla, kötülüklerle mücadele etme yetisi güçlenir. Çocukluğunda bu yönleri gelişmeyen kişiler kendilerine, çevrelerindeki insanlara, dünyaya, yaşama ve geleceğe umutla bakamazlar. Yani oyun hem bütünleştirici hem de iyileştiricidir.

Oyun her zaman heyecan verir, coşkuludur, çünkü oyunu yaratan çocuktur. Her oyun, oynayan çocuğun malıdır. Mızıkçılar, hile yapanlar oyunda istenmezler. Oyunun doğasında samimiyet ve dürüstlük vardır.

Modern yaşamın çocuklarını bazı tehlikeler beklemektedir. Oyun arkadaşları sık değişir, süreksizdir. Çocuklar parklarda hep farklı arkadaşlarla karşılaşmaktadırlar. Aynı arkadaşlarla bir sokakta oynayarak büyümek geçmişte kalmıştır. Artık oyuncaklar eskisi gibi sağlam da değildirler. Çok kolay ve bol miktarlarda elde edilebilmekte, çok kolay ve hızlıca kırılıp parçalanmaktadırlar. Sanal oyunlar ve sanal arkadaşlar sanal ve sahtedirler. Derinlikleri ve canlılıkları yoktur, verdikleri duygular yüzeysel ve geçicidir. Arkadaşlıklardaki süreksizlik, oyuncaklardaki bolluk ve kalitesizlik, sanal dünyadaki sahtelik ve yüzeysellik modern çocuğun şanssızlıklarıdır aslında.

Arkadaşı yeni de olsa, çabuk kırılan bir oyuncakla da olsa, sanal da olsa çocuk içinden geldiğince oynar. Çocuk ne kadar küçükse oyunu o kadar serbestçe ve içinden geldiğince oynar. Her yaşta oyunun içinde serbestçe hareket edilen bir kısım vardır, ama yaş ilerledikçe oyunlara yansıyan içsel ögelerin oranı ve bilinçdışının etkileri azalır, gerçekliğin etkileri ve oyunun kuralları artar. Ama oyun hep devam eder. Ta ki ölüm, oyuncuyu oyundan çıkarana dek. Bu yüzden en heyecanlısı yaşam oyunudur, çünkü ne zaman oyundan çıkılacağını kimse bilmiyordur.