• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

OTİSTİK-BİTİŞİK KONUM

OTİSTİK-BİTİŞİK KONUM

OTİSTİK-BİTİŞİK KONUM

The Primitive Edge of Experience – Thomas Ogden

(S. 47-81’den özet çeviri;  Dr. Ali Algın Köşkdere)

 

İngiltere’deki psikanaliz tartışmaları 1930 ve 1970 arasında Klein, Winnicott, Fairbairn ve Bion’un çalışmaları etrafında yapıldı. Bu psikanalistler şu alanlarda katkılar yaptılar:

Klein1958; paranoid ve depresif konum

Winnicott 1971; anne-bebek ilişkisinin gelişimi ve geçiş olgusunun değerlendirilmesi

Fairbairn 1944; içselleştirilmiş nesne ilişkileri

Bion 1962; savunmanın, iletişimin ve kapsamanın ilkel bir biçimi olarak yansıtmalı özdeşim

Otistik-bitişik konum olarak adlandırdığım ve paranoid-şizoid konumdan daha ilkel olduğunu düşündüğüm bu insan deneyimini anlamada, Esther Bick, Donald Meltzer ve Frances Tustin’in çalışmalarından da yararlandım.

Son çalışmalar otistik çocuklarda paranoid-şizoid konumdan daha ilkel bir durumun olduğunu göstermiştir ki, buna otistik-bitişik konum dedim. Konum kelimesini, bu durumun gelişimin bir aşaması değil de gelişmeye ve var olmaya devam eden bir hal olduğunu belirtmek için kullandım. Aşağıda anlatacaklarım, bu konumdaki örgütlenmeye özgü savunmaları, nesne bağlantılarını, kaygı niceliğini ve öznellik düzeyini açıklamaya yöneliktir. Şunu da belirtmeliyim ki; depresif, paranoid –şizoid ve otistik-bitişik konumlar; gece-gündüz, bilinç-bilinçdışı gibi birbirlerini var eden, koruyan ve olumsuzlayan olgular gibidir.

DENEYİMİN İLKEL ÖRGÜTLENMESİ

Otistik-bitişik konumdayken, çiğ duyusal veriler, duyusal izlenimler arasında sembol-öncesi bağlantılar kurma yoluyla sıralanırlar. Bu duyusal (sensory) izlenimler, sınırlanmış yüzeyler oluştururlar. Böylelikle, yüzeyler üzerinden ilk kendilik deneyimleri oluşmaya başlar; “Benlik ilk olarak ve öncelikle, bedensel benliktir.” (Freud, 1923), “… sonuçta benlik bedensel duyumlardan türer, özellikle de bedenin yüzeyinden kaynak alan duyumlardan.” (Freud, önceki cümleye 1927’de eklenmiş dipnottan)

Otistik kelimesi genelde, patolojik bir biçimde kapanmış bir psikolojik sistem için kullanılıyor olsa da, normaldeki otistik-bitişik konum böyle değildir. Patolojik otizmde; bu konumdaki savunmalar, nesne bağlantıları ve deneyim anlamlandırmaları hipertrofiye olmuştur. Bitişik kelimesi ise otistik kelimesindeki yalıtım ve bağlantısızlık yükünü almaktadır.

Eğer (yapısal ve/veya çevresel nedenlerle) bebekteki kaygı çok yüksekse, bu sistemin savunmaları aşırı düzeyde artmaktadır ve geniş bir patolojik otizm yelpazesi (patolojik otizmden, nörotik yapılanmalardaki otistik özelliklere kadar giden) oluşturabilmektedir.

Mahler’in normal otizminde bebek, kapalı monadik bir sistemdedir ve halusinatuar arzu doyumu ile kendine yetebilmektedir. Ama ben otistik-bitişik konumu kapalı bir sistem olarak algılamıyorum. Bu konumda, bebeğin nesneleriyle, duyusal yüzeyler aracılığıyla kurduğu etkileşimlerle ve bu etkileşimler sırasında bebeğin içinde oluşan duyusal dönüşümlerle oluşturduğu nesne ilişkileri deneyimlenir. Duyusal bir izlenim olan nesneye bir anlam atfedilir ve örgütlenen ve örgütleyen bir biçimde yanıt verilir. Tüm bunlar, (var olmaya bağlayan) kendilik ile nesne arasındaki, karşılıklı olarak dönüştüren bir oyun içinde yapılır.

Araştırmalar ilk gün ve haftalardan itibaren bebeklerin, dış nesneleri algılama, ayırt etme ve onlara yanıt verme yetilerinin olduğunu göstermiştir. Otistik-bitişik konumun olağan elaborasyonu; anne ve bebeğin, ayrılık farkındalığının acısını “iyileştiren” ya da “dayanılabilir kılan” duyusal deneyim biçimleri oluşturabilme kapasitesine bağlıdır. Bu ayrılık farkındalığı, erken bebeklik deneyimlerinin içeriden ve kendiliğinden oluşan bir ögesidir (Tustin, 1986). Bebeğin, iyileştirici duyusal deneyimlerindeki eksiklikler, “ortaya çıkan kendiliğin” (Stern, 1985) dokusunda delikler oluşturur. Bu delikler; büyük bir bilinçlilik acısına dönüşen, bedensel ayrılığın dayanılmaz farkındalığının kaynakları haline gelirler (Tustin, 1986). Bu koşullar altında bir psikolojik ölüm hali oluşur ki, Meltzer ve ark bunu petit mal epileptik nöbetteki “absans/yokluk” haline benzetirler. Ben bu duruma, deneyime anlam atfetme sürecinin durduğu ya da felç olduğu “non-experience/deneyimlememe” hali diyorum.

DUYUMSAMANIN BASKINLIĞINDAKİ DENEYİMİN DOĞASI

Deri yüzeyindeki dokunma duyusu, bir ritimle birlikte, bebekteki nesne ilişkilerinin (annenin taşıması, kucaklaması, bakım vermesi, konuşması) en temelinde yer alır. Klein’ın depresif konumunda sembol ve sembolleştirilen arasında, kişi ve kişinin yaşadığı deneyim arasında arabuluculuk yapan, yorumlayıcı bir özne vardır. Paranoid-şizoid konumda ise arada olan, yorumlayan bir “ben” duygusu çok siliktir. Kendilik, büyük oranda, bir nesne olan kendilik haline gelmiş, kendilik kendini, düşüncelerinin, duygularının, duyularının, algılarının yazarı olarak algılayamamaya başlamıştır.

Otistik-bitişik haldeyken duyusal deneyim, varoluşun sürekliliğine dönüşen bir ritmiklik taşır. Bu deneyimin sınırları vardır ve bu sınırların içinde kişi düşünebileceği ve yaşayabileceği bir yeri deneyimlemeye başlar. Kişinin kim olduğuyla ilgili nitelikleri oluşturan biçim, sertlik, soğukluk, sıcaklık ve doku gibi özellikler taşır.

Tustin, otistik-bitişik konum ile ilgili, nesnelerle deneyimlenen iki yaşantı tanımlamıştır. Birincisi yumuşakça dokunulan yüzeylerde deneyimlenen, duyusal bir izlenim veren durumlarda algılanan “hissedilen (felt) biçimler” ile oluşan “otistik biçimler”dir. Otistik-bitişik konumdayken biçim oluşturan nesneler, annenin ve bebeğin bedeni ve yumuşak bedensel ürünlerdir (dışkı, idrar, tükürük gibi). Otistik-bitişik konumdaki biçim deneyimi, kendiliğin kohezyonuna-bağlaşıklığına katkıda bulunur. Daha sonra bu deneyime “rahatlık, sakinleşme, güvenlik, ilişkililik, taşıyıcılık, sarılmak ve naziklik” tanımları iliştirilecektir.

İkinci deneyim “otistik nesneler”dir. Otistik nesneler, bebeğin derisine sertçe bastırılan, sert ve köşeli yüzeylerin yarattığı deneyimdir. Burada kişi yüzeyini, daha sonra adlandırılabilecek anlatılamaz tehlikelere karşı kendisini koruyan bir kabuk ya da kalkan gibi deneyimler. Otistik nesnelerin yarattığı duyusal deneyimlerin niteliklerine daha sonra; zırh, kabuk, tehlike, saldırı, ayrılık, ötekilik, istila, sertlik, girilemezlik, geri itme gibi kelimeler iliştirilir.

Kör şizofren hasta örneği

Bu hasta, banyo yapmayı reddediyor, saldırganlaşıyor, elbiselerini değiştirmiyordu. Bedeni çok ağır kokuyor, görüşmeden sonra kokusu odamdan birkaç saat çıkmıyordu. Başını sandalyenin sert sırtlığına dayayarak oturuyordu. Ben ise hasta tarafından istila edilmiş hissediyordum. Mobilyalarıma sinen kokusuyla içime girmeyi başarıyor, derimin altına geçiyordu. Daha sonra bunların, benimle kurduğu yansıtmalı özdeşimin sonucunda algıladığım duygular olduğunu, içsel anne nesnesinin acı verici ve kontrol dışı bir biçimde istilasıyla hissettiklerini bana yansıttığını anladım.

Yıkanmaktan ve küvetin giderinden korkuyordu. Çünkü yıkanırken çözülmekten ve giderden gitmekten endişeleniyordu. Kokusu onun için otistik bir biçim olmuştu. Başını sert sandalyeye yaslayarak bir miktar bağlantılılık hali sağlıyordu. Annesinden saatlerce ayrı kaldığı, bağlantısının koptuğu zamanlarda başını beşiğe vurarak, öz bağlaşıklığını (self-cohesiveness) onarmaya çalışmıştı. Kokusunun gitmesi kendisini kaybetmek gibiydi. Kokusu, birisi olmasında, bir yerde olmasında ve diğer kişi için bir şey olmasında yardımcı oluyordu. Bu vakada kokunun kullanımı, aktarım-karşı aktarım içinde bitişiklik içeren (kokunun dokunuşu ile) bir nesne ilişkisi yarattığı sürece ve nesnenin yerine geçenini yaratmada kullanılmadığı sürece patolojik değildir.

OTİSTİK-BİTİŞİK DURUM VE PATOLOJİK OTİZM

Patolojik otizm asembolik iken, normal otistik konum hali presemboliktir ve geçiş olgusu deneyimindeki sembollerin hazırlık aşamasıdır. Patolojik otizm, statik ve asemboliktir ve tamamıyla izole edilmiş bir kapalı sistem oluşturulmasını amaçlar. Duyusal deneyim hiçbir yere gitmez kendisine geri döner. Patolojik otizmde, bilinmeyen ve belirsiz olan, tamamıyla yok edilmeye çalışılır.

Otistik-bitişik haldeki bebek, annesi ve dış dünya ile ilişki kurarak, dünyadaki var oluş ya da duyularının baskınlığındaki var oluş (var olmayış) biçimleri üzerinde çalışacaktır. Patolojik otizmdeki var oluş/olmayış biçimleri, duyusal kontrolün egemenliğindeki dünyanın dışındakilerden olası bir kendiliği izole etmek için tasarlanır. Buradaki olası kendilik, hiçbir zaman var olamaz. Beden sistemi, diğer insanlarla kurulan, karşılıklı olarak dönüştüren/değiştiren deneyimlerden ne kadar uzaksa, kişi ve öteki arasındaki “olası alan” o kadar yok olacaktır. Bu alan, kendilik deneyimi ve duyusal algı arasındaki psikolojik alandır.

Bebekteki patolojik geviş getirme sendromu, patolojik otizmdeki kendini kapatmış döngüsellik için iyi bir örnektir. Burada, ötekinin farkına varmaya başlanması kısa devre olmuştur. Bebek, tüm beslenme durumunu kendisine göre uyarlar ve besinin yarattığı, sıkıca kapalı bir oto-duyusal döngü içine girer. Ağzına geri gelen besinle bir otistik biçim yaratır ve bu, annenin yerine geçer. Bu yolla, anneyle ilişki içindeki beslenme deneyiminin yerine, nesnesiz bir “kendine yetme” halinin olduğu bir yola girilir.

Geviş getirme için, analitik ortamdaki bir durum örnek verilebilir. Bazı hastalar, kişinin içinde düşünebildiği ve düşüncelerini, duygularını, duyumlarını hissedebildiği bir analitik alanı içselleştirmek yerine analizin bir karikatürünü oluştururlar. Analitik sürecin yerine geçen bir geviş getirme ve taklit etme durumu sergilerler.

İntihar girişiminde bulunan obsesif kompulsif bozukluğu olan hasta

Bu hasta, bir yere girmeden önce “bir düşünceyi doğru anlamak” için uğraşıyordu. Geçmişindeki bir deneyimi, tüm duyusal özellikleriyle birlikte zihninde yeniden oluşturmaya çalışıyordu. Zamanla bu hastanın psikolojik dünyasının anlamların yaratılmasından oluşmadığını fark ettim. Ne içsel ne de dışsal olan, zamansız bir duyusal deneyim dünyası vardı. İntiharı da belki bu durumu ölümle sağlayabileceğini düşünerek yapmıştı.

Annesiyle ilişkisinde kucaklayan bir çevreyi içselleştirememiş ve bunun yerine geçenini yaratmaya çalışmıştı. Tüm yaşamını, bebek ve anne arasındaki alanın yerine geçecek bir alan yaratmaya adamıştı. Böyle bir alanın yokluğunda, Bayan M, bu duyumun kendisi olmaya çalışmıştı. Bu alanın yokluğu, sakladığı kutuda sembolleşiyordu ki, bu kutuda kendisinin ve dış nesnelerle kurduğu ilişkilerin değerli parçaları vardı.

Otistik-bitişik hali, obsesif kompulsif savunmaların önemli bir boyutu olarak görüyorum. Bu savunmaların her zaman, yaşantının duyusal içeriğinin sıkıca düzenlenmiş bir yapılanmasını sağladığına inanıyorum. Deneyimin duyusal içeriğinin bu biçimi hiçbir zaman basit bir sembolik ve düşünsel bir düzenleme değildir. Bu yolla, çatışmalı bilinçdışı anal-erotik arzular ve korkular savılmaya, kontrol edilmeye ve ifade edilmeye çalışılır.

Savunmanın bu biçimi, kendilik duygusunda duyusal açıdan deneyimlenen delikleri tıkamaya yarar. Bu deliklerden, yalnızca hastanın düşüncelerinin, en somut duyusal biçimlerdeki korkularının ve hislerinin değil gerçekteki bedensel içeriklerinin de sızacağı endişesi vardır. Obsesif kompulsif belirtilerin ve savunmaların temelinde, erken çocukluktaki duyusal deneyimler için bağlantılılık hissinin düzenlenmesi ve yaratılması çabaları vardır.

OTİSTİK-BİTİŞİK KAYGININ DOĞASI

Üç temel psikolojik örgütlenmenin kendine özgü kaygı karakterleri vardır. Her durumda kaygı, bağlantının ve bütünlüğün bozulması deneyimiyle ilişkilidir.

  1. Depresif konumda tüm nesne ilişkisinin bozulması kaygısı vardır.
  2. Paranoid şizoid konumda, kendilik ve nesne kısımlarının parçalara ayrılması kaygısı yaşanır.
  3. Otistik-bitişik konumda, duyusal bağlaşıklığın ve bağlantılılığın bozulması kaygısı vardır.

Otistik-bitişik konumda kişinin duyusal yüzeyinin ya da güvenlik ritminin bütünlüğünün bozulmasından ve böylelikle sızarak çözünme, gözden kaybolma ya da bağların olmadığı biçimsiz bir alana düşme hissi oluşur.

Obsesif bitişik konum kaygısının görünümleri şöyledir:

                Çürümekten korkma

                Sfinkterlerin ya da kapsayıcı ve tutucu düzeneklerin iflas etmesi

                Tükürük, gözyaşı, idrar, dışkı, kan, adet akıntısı gibi içeriklerin akıp gitmesi endişesi

                Sonsuz ve biçimsiz bir alana düşme korkusu (uykuya dalarken böyle bir düşme hisseden hastalar etraflarını battaniye ve yastıklarla sarar, ışıkları veya televizyonu açık tutar, müzik çalarlar)

                Sisten ve okyanus sesinden korkma

SAVUNMANIN OTİSTİK-BİTİŞİK HALLERİ

Analitik seansta analizanların duyusal bir alan yaratmaya çalıştıklarını görürüz. Saçlarıyla oynarlar, dudaklarını, yanaklarını, kulaklarını çekerler, duvardaki-tavandaki geometrik şekillere odaklanırlar. Yani otistik biçimleri kullanarak kendilerini sakinleştirirler.

Analitik seanslar arasında; uzun süre bisiklete binerek, yeme ve temizleme ritüelleriyle, sallanarak (örn. sandalyede), saatlerce araba kullanarak, sayılarla ve geometrik şekillerle sürekli uğraşarak, bedensel bağlaşıklıklarını ve bütünlüklerini sürdürmeye ya da yeniden oluşturmaya çalışırlar.

Bick; deri yüzeyinin bütünlük hissindeki bozulmalarda kişilerin “ikinci bir deri oluşturduklarını” söylemiştir. Başka bir nesnenin yüzeyine dokunarak kendi yüzeylerinin bütünlüğünü yeniden oluştururlar.

Meltzer, yapıştırarak bütünleştiren özdeşim tanımını öne sürmüş, bütünlüğün bozulduğu kaygısından kurtulmak için nesneye yapışıp bağlı kalındığını bildirmiştir.

Vaka

Bayan R’nin uykusuzluğu vardı ve seansta hiçbir düşüncesi olmadığını söylüyor, sürekli yüzündeki deriyi yoluyordu. Sonra da kağıt peçetelerden alıp bu lezyonlara yapıştırıyordu. Ona derisi yokmuş gibi hissediyor olabileceğini, uyuyamadığını çünkü uykuya dalarsa kabuslara karşı psikolojik olarak savunmasız kalacağını düşünebileceğini söyledim. Benim peçetelerimle deri oluşturarak kendisini örtmeye çalışmasını anladığımı, bunun kendisini soyulmuş hissetmesini azaltabileceğini söyledim.

Sonraki seansta uyudu. Bir sonrakisinde, önceki seansta uyurken sanki üstünün örtülmüş olduğunu hissettiğini söyledi. Uyuduğunda ikinci bir deri olarak beni daha sembolik bir biçimde kullanmıştı.

Çatışmalı cinsellik ve saldırganlık arzularından kaynaklanan, otistik bitişik haldeki iki savunma biçimi daha vardır.

Birincisi, duyusal bağlaşıklığın kaybedildiği hislerinden kurtulmak için yükselme deneyimi yaratan mastürbasyondur.

İkincisi, ağrılı, kaygı yaratan geciktirmelerdir. Böylelikle kişinin kendisini tanımlamaya çalıştığı, dokunularak hissedilebilen duyusal kenarlar oluşturulur. Bu hastalar, yaklaşan bitirme gününün kaygısını nefret ettikleri bir baskı olarak tanımlarken, bunu süreğen bir biçimde yaratmaya devam ederler. “Bir sonlanma tarihi, önümde duran, ittirebileceğim bir duvar gibidir.” demişti bir hastam.

Bu hastalar, görev tamamlanınca hasta olurlar, migren, dermatit, somatik hezeyanlar yaşarlar. Bu belirtiler, sonlandırma tarihinin kapsayıcı baskısı olmadığında, duyusal yüzeyin korunmasını sağlayan yerine geçiciler olarak anlaşılmalıdır.

OTİSTİK-BİTİŞİK KONUMDA İÇSELLEŞTİRME

Taklit etmenin otistik-bitişik biçimlerinde kişi, dış nesnelerle kurduğu ilişkinin etkisiyle yüzeyinin biçiminde değişiklik yaşar. Bazen öteki kişinin nitelikleri ya da parçaları, fantezide saklanacak kadar iç-alan bulamazsa, taklit etme, nesneye atfedilen özelliklere tutunmada kullanılabilecek birkaç yoldan biridir. Otistik-bitişik halde “girilmek” hissi ya da fantezisi, yırtılmak, parçalanmak ile eş eşanlamlı olduğundan taklit etme, öteki kişinin etkisini kişinin yüzeyinde taşıması şansını verir.

İçerisi-dışarısı, daha gerçek ya da daha gerçek ya da orijinal olan olmadığı için bu aşamada sahte kendilik yoktur. Bu aşamadaki  taklit etme eylemi, üzerinde bir kendilik odağının gelişebileceği bir bağlaşma ve yapışma yüzeyinin onarılması ya da oluşturulması çabasıdır. Taklit, otistik-bitişik haldeki önemli bir nesne ilişkilenme biçimidir.

Taklit etme sadece otistiklere, sınırda hastalara, şizofrenlere özgü değildir. Asistan-süpervizör ilişkisinde asistan, terapist kimliğinin yoksunluğunu süpervizörünü taklit ederek saklar. Hastalarla birlikteyken süpervizörünün derisini kullanır. İkinci bir süpervizör öncekini eleştirirse asistan kendisini “çiğ” hisseder ve derisi soyulmuş gibi olur. Sonra da ikinci süpervizörün derisini üzerine alır.

OTİSTİK-BİTİŞİK KAYGI VE SEMBOLLERİN BAĞ KURMA GÜCÜ

Psikopatoloji, yaşantı halleri arasındaki üretken ve diyalektik etkileşimlerin çökmesi/yıkılması olarak düşünülebilir. Otistik-bitişik hal yönündeki bir yıkılma, “potansiyel alanın” gelişimini engelleyen biçimde, bedensel duyumlardan oluşan kapalı bir sistemin içine hapsolmayla sonuçlanır.

Bu etkileşime bir örnek verirsek, otistik-bitişik halin ve depresif halin birbirinin içine girdiği bir durumu anlatabiliriz. Burada otistik-bitişik konumun duyusal bağlantılılığı ile depresif konumun sembol oluşturma, tarihselleştirme ve öznellik kapasiteleri bir araya gelerek birleştiklerinden daha büyük bir bütün oluştururlar. Aralarındaki karşılıklı etkileşim var olmazsa, anlatacağım psikopatoloji biçimleri ortaya çıkar.

Depresif hal ile otistik-bitişik hal arasındaki bağlantı bozulunca kişi ya duyusal deneyime karşı yabancılaşır ya da duyusal deneyim içine hapsolur.

Bay D, 25 yaşında bir erkektir, seki birisidir ve felsefe okumaktadır. “Cinsel arzunun” ne anlama geldiğini bilemiyordu. Cinsel açıdan hiç heyecanlanmamıştı. Yaşadığı cinsellik, hiçbir zaman “doğal” gelmemişti. Yaşamında, doğal olarak yaşadığı tek durum, kano kullanmak ve ırmakla birlikte akmaktı (kendiliksiz bir bilinçlilikle / unself-conscious).

Bıraktığı yere uymadığını ve gideceği yere de uyamayacağını biliyordu. Bu yüzden deneyimleri doğal gelmiyordu. Ancak depresif hal ile otistik-bitişik hal arasındaki üretken bir etkileşimde kişi, “şeylerin düzeninde” kendisine yer olduğunu hisseder ve yaptıklarını doğallık taşıyarak yapar. Bay D’nin savunmacı ve fakirleşmiş psikolojik dünyası, şizoid bir durum ya da duygulanımlandırma karşıtı bir durum (Fairbairn 1940, McDougall 1984) olarak tanımlanabilir. Ya da duyumdan arındırılmış bir durum denebilir.

Otistik-bitişik hal ve depresif hal arasındaki ilişki yıkılınca, sembollerle tanımlanamayan ya da ortamlandırılamayan bir duyumlar dünyasında hapsolunmuş hissi oluşur.

Bir akşam yemeğinden sonra, bir peçeteye “napkin” denmesi ilginç geldi. Nap ve kin biçimindeki iki sesi o kadar çok tekrar ettim ki, aralarındaki bağlantı koptu ve korkutucu bir duyguyla doldum. Böylelikle her kelimenin bir anlam ifade etme gücünü yok edebileceğimi hayal ettim. Kendimi delirtmenin bir yolunu bulmuştum. Böylelikle, geri kalan dünyadan, aynı kelime sistemini kullanan insanlardan bağlantımı kopartabildim.

Duyusal olan ile sembolik olan arasındaki diyalektik etkileşimin kendilik deneyimindeki güçlü kökleri, linguistik eğitimi olan öğrencilerle ve öğretmenlerle yapılan psikanalitik çalışmalarda çok belirginleşir. Bu kişiler, dilin bağ kurma gücünü yıktıklarında, çözündükleri duygusuyla birlikte paniğe kapılırlar.