• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

“BEN OLMA” HALİ HAM İKEN

“BEN OLMA” HALİ HAM İKEN

Winnicott’un BEN OLMA'NIN (I AM) ham olduğu anla ilgili düşünceleri ‘Sum, I AM’ (1968)  makalesinde özetlenmiştir. Bu yazıda özellikle benliğe yapılan eklemelerin, çıkarmaların ve bölmelerin BEN OLMA halinin gelişimini nasıl etkilediğine odaklanmıştır. Entelektüel kapasitenin ve yeteneklerin öneminin ve onu psike-somadan ayırmanın tehlikesinin altını çizmiştir. Benliğin bütünleşmesi sırasında, ruhsal açıdan bir “düşme” riski vardır. Ayrıca var olma yolculuğunda sakatlanma riski de mevcuttur. Bütünleşmenin başlangıcında, annenin ve onun yerine geçen kişilerin benlik desteği çocuk için çok önemlidir. Annenin -Winnicott'un (1971a) kadınsı öge olarak tanımladığı- 'var olma' yeteneği, birey kendiliğin temelini oluşturur. Annenin kadınsı ögesindeki sorunlar, çocuğun bu ögeyle özdeşleşmesindeki sorunlar veya kadınsı ve erkeksi ögelerin birbirinden çözülerek ayrılması kaçınılmaz olarak 'Ben kimim?' biçimindeki temel soruyu gündemde tutar.

Benlik

Başlarken, yazının devamında sık sık geçecek olan benlik ve kendilik kavramlarını kısaca tanımlamak isterim. Benlik yani ego, insanın ruhsal yapısının ana unsurudur ve kişinin “ben” demesiyle ilişkilidir. “Ben” zamiri kullanılan durumlara bakarsanız benliğin nasıl bir ruhsal aygıt olduğunu anlayabilirsiniz. Günümüzde ego, egoist kelimesi ile bencil ve kendini düşünen olarak dilimize yerleşmiştir. “Egolu” diye kullanıldığında kendini gösterme iddiasını taşıyan bir kendini beğenme, büyüklenme anlamı taşır. Psikolojideki benliği düşünürken benlik iddiasının yüksek olmadığı, kişinin kendisini tanımladığı sıradan durumları akla getirilmelidir. “Ben yüzebilirim. Ben meyve yemeyi severim. Ben onu başarılı buluyorum” gibi ben zamirini içeren cümleler benliğin ne olduğu konusunda bize ipucu verirler.

Psikanaliz benliği tanımanın, işlevleri aracılığı ile olabileceğini bulmuş ve üç ana işlevi olduğunu saptamıştır: 

1. Algılama ve yorumlama,

2. kaygılara karşı savunmalar geliştirme ve

3. ilişkiler kurma ve sürdürme.  

Kendilik

Kendiliğe gelirsek, çocuk için çevresindeki insanlar gibi kendisi de bir kişidir. Annesi, babası, kardeşleri ve arkadaşları aracılığıyla kendisini tanır, kendisi hakkında bilgiler edinir. Bu bilgi ve deneyim birikimi ile kendilik denen yapı oluşur. Bir dönüşlülük zamiri olan “kendi”, kişinin kendisine geri dönüşleri ifade eder. Bu geri dönüşler hem kişinin kendisiyle ilgili yargılarıyla hem de çevresinin ona geri bildirimleriyle şekillenir. Örneğin bir dağ gezintisi sonrası kişi rahatlamış ve gezintiden keyif almış ise kendisi hakkında “Ben dağ gezilerini seven ve bunlardan keyif alan birisiyim.” izlenimi edinir. Bu izlenimin tam farkında değil ise bir arkadaşının ondaki rahatlamayı ve yüzündeki memnuniyeti görmesi ile ona bunu söylemesi sayesinde farkındalığı artar. Buna benzer deneyimlerin ve ilişkilerin toplamı kişinin kendisini algılaması, tanımlaması ve anlamasında ve kendilik tasarımını oluşturmasında rol oynar.

Winnicott (1968) Londra'daki bir öğretmen okulunda matematik öğretmenlerine verdiği “Sum, I am” başlıklı konuşmasının başında, dinleyicilerden bir düzeye kadar bütünleşmişliğe[1] ve birlik haline[2] sahip olmasına izin vermelerini istemiştir. Bu tavrında, bütünleşmişliğin ve birlik halinin bir düzeye kadar yaşanabileceğine dair bir mesaj vardır. Yani iç dünyadaki toplama işlemi sonlanabilen bir durum değildir.

“Sum” Latince’de “ben” anlamına gelir. Yani aslında Winnicott’ın konuşmasının başlığı “Toplam, benim”, “Toplamda, ben oldum”, “Ben, benim” (Ego sum.) anlamlarına gelir. İngilizce’de de kullanılan “sum”; toplam, toplamak, toparlamak demektir. İki ya da daha fazla parçanın biraraya gelmesidir. İngilizce’de bir miktar parayı ya da bir bütünü ifade etmek için de kullanılır. Bir düşünce grubunu ya da önemli noktaları bir araya getirip özetlemek anlamına da gelir. (Merriam-Webster, 2018). Bazı ögeleri toplayabilmek için, aynı gruptan olmaları veya birbirlerine benzer olmaları gerekir. Eğer iç dünyada birbirinden çok ayrı parçalar varsa bütünleştirmede zorlanılır. Sınırda hastalar böyledir.

Winnicott (1968), BEN OLMA aşamasına gelmenin ve birlik halini sürdürmenin insani gelişimde merkezi bir özellik olduğunu vurgulamıştır. Ben diyebilme aşaması hem insalık açısından hem de birey açısından gelinen bir düzeydir. İnsanlık birey olabildiğinde matematik gelişmeye başlamıştır. Birey olabilmek hem sayılarla ilgilenme hem kişinin kendisinden çözerek ayırdığını konularla dağılma yaşamadan ilgilenebilme olanağı verir. BEN OLMAK ve birlik halini sürdürmek, insanın kişiliğinin bedeninden ayrıştırılmış, soyut bir versiyonu olan matematikte özellikle önemlidir. Matematiksel düşünme ve hesaplamalar, matematikçiler tarafından günümüz yaşamından çözülerek ayrılmış ve geliştirilmiştir. Matematikteki bilginin çözülerek ayrılmasının geldiği bir aşama ile karşılaşan lise öğrencileri matematik öğrenirken “Bu öğrendiklerimiz yaşamda ne işe yarayacak?” sorusunu sık sık dile getirirler. Haddinden fazla çözerek ayrıştırma, birliği olduğu kadar anlamı da kaybettirebilir.

Bir çocuk BEN OLMA aşamasına geldiğinde, kendisinin farklı kısımların toplamalı ve  bütünleştirmelidir. Ayrıca sahip olmak istemediği parçaları da reddetmek zorundadır. “hayır” deme ve olumsuzlama kapasitesi gelişmelidir. Bunu başarmak için, çocuğun iç ve dış dünyasındaki nesneleri tanımlaması ve onları istenenler ve istenmeyenler olarak sınıflandırması gerekir. Bu benliğin ayrıştırma ve kategorize etme işlevidir. Benliğin var oluşunun kalitesi ortaya çıkmaya başlar ve artık benlik bir sonraki aşama olan 'BEN OLMA'yı yaşamaya geçebilir. Bu aşamanın başında benlik; ham, zedelenebilir ve savunmasızdır. Aynı zamanda paranoid olmaya eğilimlidir. (Winnicott, 1958, sayfa 418) Klinikteki paranoid durumlarda ben olamama ve dağılma halinde olmanın etkisi vardır.

Nesne ile ilişki açısından, BEN OLMA aşaması annenin O (ANNE) OLMA aşamasıdır. Winnicott, “Birisiyle İlgilenme Yetisi” (1963) başlıklı makalesinde çocuğun kendilik tasarımının birlendiği aşamada, çocuğun zihninde bütün bir anne tasarımının da oluştuğunu belirtir. Bu, benliğin bütünleştirme işlevidir. Bu aşamanın tutarsızlıklarından çocuğu, annenin kucaklamasının kurtardığını söyler. Çocuğun zihnindeki farklı tasarım parçaları, annenin kucaklaması ve bakım vermesi ile bütünleşir. Winnicott bu aşamayı “Rafadan Kafadan Aşaması” (Humpty Dumpty Stage) olarak tanımlar. Rafadan Kafadan ninnisinde yumurta kafalı bir karakter olan Rafadan Kafadan duvarın üstünden düşer ve kimse onu bir daha biraraya getiremez. Eğer anne, yeni bir kendilik oluşmaktayken bebeği kucaklamayı bırakırsa, bebek düşecek ve bir yumurta gibi parçalanacaktır. Winnicott bu aşamada, simgesel olarak annenin kucağından düşen bebeğin başkalarınca bütünleştirilmesinde yaşanacak zorluğu betimler. Yani bebeğin kendiliğinin bütünleşmesi, annenin benliğinin bütünleştirme işlevine bağlıdır. Klink açıdan hastanın kendiliğinin bütünleşmesi, terapistin benliğinin bütünleştirme işlevine bağlıdır.

Winnicott (1968) insanın bağımlılığının farkındadır. Çevreye olan bu bağımlılığın yaşamın başında daha çok olduğunu ve olgunlaşmayla azaldığını gözlemlemiştir. Çocuk çevresiyle özdeşleştikçe giderek daha bağımsız hale gelmektedir. Bu, bağımlılıklar aracılığıyla gittikçe daha bağımsız hale gelme sürecidir. Bağımlılık, çocuğun benliğine nesnelerle özdeşleşme şansı verir ve onun eşsiz bir kendilik yaratmasına olanak sağlar. İnsanın insana muhtaçlığı, bağımlılık, karşılıklı tamamlama ve yeni etkileşimler yaratma hali ölene kadar sürer. Özdeşleşme, benliği ve kendiliği geliştiren bir benlik işlevidir. Terapide, terapinin yararlı olabilmesi ve işlemesi için hastanın terapistiyle özdeşim kurabilmesi gerekir. Bunun ön koşulu da güvenli bir bağlanma ve bağımlılık halinin yaşanabilmesidir.

ANNE KİM?

Bir çocuk, her zaman adıyla anılırken, annenin çocuğun yaşamının başında bir adı yoktur. O (ANNE) sadece annedir. O (ANNE) diğer kız ve erkek kardeşlerin de annesidir. Çocuk BEN OLMA aşamasına geldiğinde, annesini tanımlamak muhtemelen kendisini tanımlamaktan daha zordur. Zihnini, süt üreten ve çok karmaşık şeyler yapan birinin tasarımını bütünleştirmek için zorlar. Diğer bir zorluk, bebek kendini tanımlamaya başladığında, yaşamında tanımlanacak başka bir kişinin de olduğunu fark etmesindedir. Benlik, hem nesneyi hem kendiliği tanımlamak zorundadır.

SEN KİMSİN?

Başlangıçta bebek kendini tam tanımlayamaz. 'BEN'in tanımı benliğin örgütlenmesinin başlangıcında belirsizdir. O sırada çocuğa “Sen kimsin?” diye sorulsa ancak “Ben, benim” diyebilecektir.[3] Henüz bir çocuk için bir ad olmasa da varoluşun işaretleri ve konuşma yeteneği yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. “Ben, benim” yanıtında belirsizliğe karşı bir savunma olabilecek bir çeşit narsisistik bir ton vardır. Böyle bir yanıt, kendilik üzerine yapılan bir yansıtmayı ve benliğin kendiliğe yaptığı libidinal yatırımı göstermektedir. Sembolik olarak yansıtılabilecek ve içe atılabilecek bir ad henüz mevcut değildir, ama bir varlık hali vardır. Anne/ötekinin yansıtma fonksiyonuna, çocuk hala çok fazla ihtiyaç duymaktadır (Winnicott, 1971b). Bu aşamada benlik, kendiliği anlayan, örgütleyen ve kendiliğe yatırım yapan olarak ayrışmaya başlamıştır. Bu ayrışma için önce annenin benliğinin çocuğu  anlayan, örgütleyen ve çocuğa yatırım yapan olarak ilişki içinde olması gerekir.

KAYGI İLE YANSITMA VE BÖLME

Winnicott'a (1968) göre, insanlık bireysellik kavramına ilk olarak ulaştığında, kaygıyla onu hızla gökyüzüne yansıtmıştır ve ona sadece Musa'nın duyabileceği bir ses atfetmiştir. İnsanlıkta olduğu gibi, kişisel gelişimde BEN OLMA durumuna kaygı eşlik eder.

Aynı kaygıyı Winnicott, sahildeki çocukların kumdan kale yapma oyununda gözlemlemiştir. Çocuk kendi kum kalesini inşa edip dünyaya “Bu kalenin kralı benim!” diyerek krallığını ilan ettiği anda, beklediği saldırıya karşı kendini savunurcasına, hatta saldırırcasına karşısındaki oyun arkadaşına “Seni pis alçak!” diye bağırır.

Çocuk oyununda görüldüğü gibi BEN OLMA aşamasına paranoid saldırı endişesi eşlik eder ki burada bir örgütlenme oluşmasının saldırganlığı yeni bir düzeye getirdiğini ifade edebiliriz. Saldırganlık benliğin egemenliğine girmeden ve bastırma güçlenmeden hemen önce yansıtmalı özdeşim ile karşıdan geliyormuş gibi algılanır. Çocuk kum kalesini inşa ettiğinde -yani anne tasarımını zihninde bütünleştirdiğinde- ve kendi alanını kontrol ettiğinde, rakiplerinden, babasından, kardeşlerinden korkar.

Winnicott kendilik biriminin[4] oluşumunun algılandığı anda ortaya çıkan bölünebilirliğin[5] temelinde saldırılma endişesi olduğunu düşünür. Bu endişe yüzünden bir olma hali önce tek, yalnız ve biricik olan Tanrıya atfedilmiştir. Fakat çok hızlı bir biçimde bu birlik hali üçe bölünmüş ve Hristiyanlıktaki kutsal üçleme ortaya çıkmıştır. Üç, aynı zamanda çekirdek ailenin kişi sayısıdır. BEN OLMA aşamasında, anne ve baba bir çift olarak tasarımlanmaya başlar ve bu yüzden bir kişi olmak aynı anda üç kişi olmaktır.

Başka bir açıdan bakarsak ruhsallıktaki bölünebilirliğin ve bölükler halinde olmanın aslında başlangıçta, “var olma biçimi” olduğunu söyleyebiliriz. Bebeğin annesi ile ilişkisindeki anılar parça parça oluşur. Sonra bu parçalar birleşmeye başlar. Bebek bunları birleştirirken haz ilkesine göre doyum verenleri bir arada, vermeyenleri bir arada toplar. Anne-bebek ayrımı oluşmadan önce doyum veren/doyum alan anne-bebek anıları ve aç kalan/aç bırakan anne-bebek anıları biraraya getirilmeye çalışılır.

1. Aşama:

(doyum veren/doyum alan annebebek) ve (aç kalan/aç bırakan annebebek)

Kendilik/bebek ve nesne/anne tasarımları ayrışmaya başlayınca iyi bebek ve iyi anne, kötü bebek ve kötü anne parçaları ortaya çıkar. Yani benlik bu aşamada duygulanımsal duruma göre sınıflamalar yapar ve sonra bunları bütünleştirmeye çalışır.

2. Aşama:

(doyum veren iyi anne - doyum alan iyi bebek) ve (aç bırakan kötü anne - aç kalan kötü bebek)

3. Aşama:

(doyum veren iyi anne - aç bırakan kötü anne ve doyum alan iyi bebek - aç kalan kötü bebek)

Dinler tarihi açısından bakıldığında BEN OLMA aşamasında birliğin tanrıya atfedilmesinden sonra bölünmenin yeniden ortaya çıkması bir gerilemedir, tam bir bütünleşme başarılamamıştır. Daha önceki çok tanrıcılık aşamasında ise, kişisel özellikler tanrı-insanlara atfedilerek tamamen bölünmüş, idealize ve kişileştirilmiş bir biçimdedir. Şimdi çocukların süper kahramanları (X-men, Örümcek Adam, Wolverine...) gibi.

Bölükler halinde olmanın bir başka biçimi de çocuğun çocuk-anne, çocuk-baba, çocuk-kardeş ilişkilerindeki çocuk kendiliğinin farklı olmasıdır. Benlik geliştikçe her ilişkideki kendilik tasarımını bütünleşik bir kimlik altında biraraya getirir.

BÖLÜNME VE ÖZDEŞİM

Bölünmenin kolaylığının bir avantajı vardır. Bölünme sayesinde kendilik biriminin aile gibi daha geniş birimlerle özdeşleşmesini sağlar. Özdeşleşme yoluyla, kendilik birimi daha geniş bir bütünlük kavramının bir parçası haline gelir. Farklı ve daha geniş grupların bir parçası olarak, çocuğun sosyal yaşamındaki özdeşimlerinin bir araya toplanmasıyla Winnicott’ın dünya vatandaşlığı dediği aşamaya varılabilir (Winnicott, 1968).

Winnicott, ‘Sum, I am’de ayrıntıya girmemesine rağmen, kimlik kavramını kendilik kavramının üstüne inşa etmiştir. Bütünleşmiş bir kendilik ve "BEN VARIM" diyebilen bir benlik, kendilik ve nesne tasarımlarının farklı rollerini zihninde organize edebilir. Aile, okul, ulus ve ideolojik gruplar ile özdeşleşmeler yoluyla yeni kendilik ve nesne temsilleri geliştikçe benzersiz bir kimlik ortaya çıkar.

ZİHNİN VE YETENEKLERİN SÖMÜRÜLMESİ

“Birim”[6] kelimesi, aslında insanın birim olmasını ifade etmekten başka bir şey değildir. Winnicott, çocuklarda ilk önce “ben” zamirinin ortaya çıktığını söyler. Bu açıdan “bir” kavramı her çocukta kendilik biriminden türemektedir.

BEN OLMA aşamasına ulaşılmasının entelektüel kapasite[7] ile ilişkisi vardır. Winnicott (1968) bunu yüksek ve düşük IQ'lu iki çocukla açıklamıştır. Daha yüksek IQ'ya sahip olan çocuk aç olduğunda, çevresindeki seslerden annesinin yemek hazırladığını anlayabilir. "Yiyecek geliyor galiba, sadece biraz oyalanıyım ve az sonra her şey yoluna girecek." diye düşünebilir. Bunu düşünebilmek için çocuğun annesini tanımlaması ve ‘Annem kim? Nasıl bir kadın?” sorusuna, “Annem yemeğimi hazırlayan kadındır. Çok hoş bir kadın. Ne zaman acıktığımı anlıyor ve beni her zaman doyuruyor.” diyebilmelidir.

Bu entelektüel kapasite, hayal kırıklığını tolere etmeye yardımcı olurken, psikiyatrik sorunu olan (psikotik, narsisistik, depresif, takıntılı veya histerik) bir anne bebeğinin entelektüel kapasitesini sömürebilir. Eğer anne, bebeğinin entelektüel kapasitesini sömürürse ve katlanabileceğinden daha uzun süre bekletirse, her ikisi de geliştirici olabilecek tatmin edici bir ilişkiyi kaybederler. Böyle bir felaket, çocuğun psişik ve somatik gelişiminin çözülerek ayrılmasına neden olabilir. Bu durum bazen de gerçek ve sahte kendilikleri ayrıştırarak sahte kendiliğin şişmesine neden olacaktır. Kişisel yeteneklerin, açgözlülük, kibir, cimrilik gibi preödipal sorunlara uzlaşma bularak benliğin alanına alınmasını zorlaştıracaktır. Bu ayrışma, çocukluğu kaybetmek demektir. Bir yandan, 'BEN OLMA' hali ve bir uzlaşma oluşturmak akılla ilgilidir. Diğer yandan, aklın sömürülmesi çocukluğun ve dolayısıyla kuşakların kaybına neden olur.

KENDİLİK BİRİMİ, BÜTÜNLÜK HALİ VE YAS TUTMAK

Winnicott (1968) matematik öğrenme yeteneklerine göre üç tip çocuğu sınıflandırmıştır. Bir kategori normal gelişim ile “bir”liğe ulaşmış ve bir kavramını anlayanlar, diğer kategorisi birlik aşamasına ulaşamamış ama sayıları kullanıyormuş gibi gözüken çocuklardır. Diğer kategori, birim statüsüne ulaşmamış ve bir sayısının kendileri için hiçbir şey ifade etmediği çocuklardır. Winnicott, ufak tefek şeylerle ve parçalarla oynarken bu gruptaki çocuklardan hiçbir eğlence beklenmemesi konusunda uyarır. Çünkü bu tür oyunlar, onlar için korku ve kaos anlamına gelebilir. Kişisel bütünlüklerini bir miktar sağlayacak tutarlı bir ortama ihtiyaçları vardır. Bu çocuklara, bir evcil hayvana bakmak faydalı olacaktır. Bir “birim” evcil hayvana bakmak, onu tutmak, kucaklamak ve beslemek çocuğu bütünleştirir ve bir bütünlük hali hissetmesini sağlar. Bu aynı zamanda anne ile özdeşleşmedir. Bakım alma-verme akıldan önce gelir.

Tutarlı bir ortamın nasıl oluşturulacağını açıklarken Winnicott (1968), evcil hayvan bakan bir çocuk için oldukça normal bir sonuç olan, evcil hayvanın ölmesi konusuna değinir. Ölüm ve kayıp, bütünleşme ve bütün olma şansını yok edebilir. Yas tutabilmek için önce psikosomatik bütünlüğün sağlanmasına ihtiyaç vardır. Çocuğu kayba hazırlamak ve ikinci bir şansı garanti etmek, bütünleşmenin gelişimini onarabilir. Tabii ki, en iyisi evcil hayvanla ilgilenmesinde çocuğa yardımcı bir benlik olmaktır.

Terapide, yeni anne olan kadınların annelik süreçlerinde ya da bir yakının kaybetmiş kişilerin yas süreçlerinde terapistler benzer bir yardımcı benlik işlevi görürler.

ANNENİN BENLİK DESTEĞİ

Winnicott için gelişimsel açıdan önemli olan başka bir konu da kişisel süreçler ile çevresel koşullar arasındaki etkileşimdir. Bununla ilgili “Doğuştan gelenler mi, sonradan elde edilenler mi önemli?” tartışmalarında taraf tutmayı gereksiz bulur. Bebek, büyüme ve gelişme için gerekli ve nitelikli kalıtımsal güçlere sahiptir. Ama bebek, bebeğin ihtiyaçlarıyla özdeşleşen insani/annesel bir ortam olmadan kendi kalıtsal kapasitelerini geliştiremez. Örneğin ormanda büyüyen bebeklerin yürüyemediği ve konuşamadığı gözlenmiştir. Her genetik yeti, belli yaşta ve belli bir çevrede ortaya çıkabilir.

Uyum sağlama ve gerektiğinde uyumu bırakma konusunda yeterince iyi olan bir anne, bebeğin BEN OLMA aşamasının başlangıcına ulaşmasına yardımcı olur. Anne ile kurulan, yapılanmış ve iç içe geçmiş olan, bebeğe güvenilir ve korunaklı gelen bir birlik halinin yerini rahatsız edici bir ayrışık BEN OLMA hali alır. Bu nedenle anne, bebeğin yeni gelişen benliği için bir benlik desteği sağlamalıdır (Winnicott, 1968). Bebek; BEN OLMA halinden aldığı hazzı sürdürmek, ayrılmaya ve bağımsızlığa libidinal yatırımını korumak için bu desteğe ihtiyaç duyar.

Eğitim ve öğretim boyunca, BEN OLMA süreci devam eder ve güçlenir. Ebeveynliğin kusurları, gözden kaçan veya eksik olan kısımları öğretmenler ve arkadaşlar ile işlenir ve değerlendirilir. Bu nedenle Winnicott (1968), öğretmenleri ebeveynlerin benlik desteğinin mirasçıları olarak görmüştür. Alay eden ya da çocuklarla oynamaktan korkan tehdit edici bir öğretmen bu önemli mirası üstlenemez.

Terapistler de aynı biçimde  BEN OLMA sürecinde sorun yaşayan çocuklar ve erişkinler için ebeveynlerin mirasçılarıdır. Benzer işlevleri üstlenirler.

OLMAK YA DA YAPMAK

Winnicott’un “Yaratıcılık ve Kökenleri” makalesindeki (1971a) erkek hastanın öyküsü, çözerek ayrıştırılmış erkeksi ve kadınsı kimliklerin BEN diyebilme yeteneğini nasıl bozduğunu gösterir. Annesinin, bir kızı olmasını istemesi nedeniyle yaşamının ilk yıllarında kız gibi yetiştirilen hasta, 25 yıl boyunca farklı analistlerden psikanalizden geçmiştir. Bu yıllar boyunca saf bir kadınsı öge içinde dokunulmadan kalmıştır. Winnicott, erkek hastanın bir seansta penis kıskançlığından bahsettiğini fark ettiğinde, bir kadını dinlediğini anlar. Bunu yorumladığında, hasta önce bunun kendi deliliği olduğunu düşünür. Ancak Winnicott bunun, onu dinleyen ve ona kız gibi davranan kişinin, yani annesinin deliliği olduğunu ekler. Ayrı duran parçalar bu yorumla birlikte hastanın iç dünyasında yerli yerine oturur. Bu vaka öyküsünden sonra Winnicott, insanlarda erkeksi ve kadınsı ögelerin bazı yönlerini tanımlamaya devam eder.

Winnicott (1971a), erkeksi ögeyi, dürtüler temelinde etkin veya edilgen olarak nesnelerle ilişkiye girmekle ilgilenen parça olarak tanımlamıştır. Yani, erkeksi öge “yapar”, ayırır, nesneleştirir, ilişkiye girer ve dürtüleri tatmin eder. Diğer taraftan saf kadınsı öge meme ile ilişkilidir. Nesne ile öznenin “birlik haline gelmesi” ile kadınsı öge olan meme “var olur”. Bir bebek annesinin memesini emdiğinde meme/anne haline gelir. Winnicott bu “var olma” duygusunu “birlik olma” duygusunun öncesine koymuştur, çünkü o noktada içiçe geçmiş bir özdeşleşmeden başka bir şey yoktur. Burada nesne, özne olur. Yani, kadınsı öge “olmak”tır. Bu, Winnicott'un dürtülerin herhangi bir etkisini göremediği bir ilişki biçimidir. Olma halinin doğası pasiftir. Burada dürtü yoktur, içgüdü ve beden vardır diyebiliriz. Kendilik, olma; benlik, yapma ile ortaya çıkar. Nitekim benlik, işlevleri ile tanımlanır.

Bu oluş, aynı zamanda arzu uyandırıcı olmak, erkeksiye/bebeğe heyecan vermektir. Böylelikle kadınsı oluş erkeksiyi heyecanlandırarak harekete geçirir. Eğer penis, kadınsı ögeyi taşıyorsa varlığı ile karşısındakini harekete geçirebilecektir.

BİRİNCİL ÖZDEŞİM

Bebeğin, oluş halini annesiyle ayrışmadan önce içselleştirmesine Jacobson’dan (1954) beri birincil özdeşim denmektedir. Meissner buna henüz nesne ilişkisi yokken oluşan bir “duygulanımsal bağlanma” demiştir (Meissner, William W., 1970). Aynalamanın etkisini çağrıştıracak bir biçimde Bertha Bornstein buna “mimiklerle iletişim” adını vermiştir. Birincil özdeşimde, bebeğin algılama yetenekleri ilkeldir, iyi göremez ve iyi duyamaz, belleği çok zayıftır. Bu nedenle bir nesneyi algılaması büyük bir sorundur. Winnicott bunu bir çocuk doktoru olarak mutlaka biliyordu ve bize birincil özdeşimin olgun bir zihinselliğe veya algılama kapasitesine ihtiyaç duymadığını hatırlatıyordu. Birincil özdeşim yaşamın en başından itibaren görülür ve varlık deneyimi doğumla başlar. Winnicott bu ilişkiyi ruhun temeli olarak görür ve bunun üzerinde bir iç alan ve içerme kapasitesi inşa edileceğini, içe atma ve yansıtma mekanizmalarının gelişebileceğini ve bu araçlarla dış dünya ile ilişki kurulabileceğini belirtir.

OLMA YOLUNDA İKEN SAKATLANMA

Anne rahmindeki yaşamın özellikle ilk üç ayında, organların gelişimi sırasında bir şeyler ters gittiğinde, bebek fiziksel olarak sakatlanır. Bu durum Winnicott’un (1971a) varsayımına çok benzerdir: kendiliğin, benlik ve işlevlerinin gelişimi sırasında, var olmayla ilgili bir şeyler ters giderse, kendilik ve benlik sakat kalacaktır. Bu olumsuz sonuç, bebeğin var olma kapasitesi olmadan gelişmesine neden olabilir. Eğer bebek, yaşamak ve ilişki kurmak için diğer benlik işlevlerini geliştirecek kadar şanslıysa,  “BEN KİMİM” sorusunu bilinçdışında yanıtsız bir biçimde bırakır. Bu soru, kayıp, göç veya terfi gibi yaşamdaki rol değişimlerinde ve krizlerde ortaya çıkabilir.

OLMAK... YA DA... OLMAMAK

Winnicott (1971a) Hamlet'i nasıl "var olacağı" konusunda korkunç bir ikileme sahip bir vaka olarak ele almıştır. Hamlet'in diğer seçeneği bilemediğini, bu yüzden 'olmak' sözünden sonra bir süre durması gerektiğini söylemiştir. Hamlet, sado-mazoşistik bir çözüm olan “... olmama”nın sıradan olan alternatifine gider.

Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?

Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin

Dizelerinde görüldüğü gibi Shakespeare’in Hamlet’i melankolik bir gidiş izlemiştir. Depresif kişi yaşar ama olamaz. Sıklıkla ruhsal olarak orada olamayan bir anneyi inkorpore etmiş ve saldırganlığını kendisine yönlendirmiştir. Olmak ve olmamak arasında gider gelir, içindeki ölü anneye yaşam vermeye çalışırken yaşamın sınırlarında gezinir.

Winnicott bunun, babasının ölümünden sonra Hamlet'in erkeksi ve kadınsı ögelerini ayırdığı için ortaya çıktığının düşünmüştü. Hamlet’in Ophelia’ya karşı acımasız tavrını kadınsı ögesini reddetmesi ve bölerek ayırması olarak yorumlamıştır. Winnicott, eğer Hamlet'in oyunu okuma veya izleme şansı olsaydı, ikileminin doğasını anlayacağına inanıyordu. Burada benliğe; kendiliğin çözülmelerini derinlemesine çalışma olanağını ve aynı zamanda bir geçiş alanına sahip olma fırsatını veren benliğin gözlemleme işlevidir. Fakat oyuncu olarak Hamlet, “olma halini” yaşayamayacak bir geçiş alanı karakteridir.

Rol değişimi içeren, kendilik tasarımının farklılaştığı kriz zamanlarında bazı hastalarımızda böyle sorunlar ortaya çıktığını görürüz. Ensestiyöz kaygılarla erkeksi ve kadınsı ögeler ayrıldığında ve "olma hali" soruna dönüştüğünde, 'Ben kimim?' sorusu dile gelir. Bu sorun, hastanın aynadaki gibi kendini görebileceği bir psikanaliz veya psikanalitik psikoterapide çözülebilir. Tabii ki, Hamlet'in bir oyun karakteri olarak böyle bir aynaya sahip olma fırsatı yoktu. Hamlet, erkeksi ve kadınsı ögelerini iç dünyasında yeni çözümlerin yaratılmasına yol açabilecek çapraz döllemeler için ilişkiye sokamamıştı. Çapraz döllenme, erkeksi ve kadınsı ögelerin etkileşime girerek yeni yaratımlar çıkartması ve yeni yaşam biçimleri oluşturmasıdır. Ve eğer kişi iç dünyasında kadınsı ve erkeksi ögeleri ile var olup bunların etkileşimine izin veriyorsa yaratıcılığı ortaya çıkabilecektir.

SONUÇ

BEN OLMA halinin bu ham anı, gelişim sürecinde ve aynı zamanda psikanalizde önemli bir aşamadır. Çocuk, bebeğini kucaklayarak bir birlik hali oluşturabilecek kadınsı bir annenin “varlığına” ihtiyaç duyar. Yavaş yavaş, çocuk geliştikçe kendini ve annesini tanımlamaya başlar. Çocuk kendini tanımlarken, annesinin kucaklaması ve aynalaması gerekir. Psikanalizde, psikanalistin kucaklaması ve aynalaması yardımıyla kendilik ve nesne tasarımlarının tanımlanması daha açık seçik bir hale gelir.

Kendilik birimi gelişimdeki bütünleşme yoluyla ortaya çıktıkça, saldırganlık ve kaygı bölünme tehdidi yaratır. Entellektüel kapasitenin ya da yeteneklerin sömürülmesi; bireyselleşme, ayrılma ve varoluşu sürdürme süreçlerini bozabilecek kötü huylu bir psiko-soma bölünmesine neden olur. Psikanaliz, entelektüel kapasiteye ve benliğin gözlemleme işlevine önem verir. Bu, bütünleştirici bir psişik alan işlevi görür.

Bakım vererek ve neşeyle oynamak yoluyla benliğe destek vermek, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin sorunlu zamanlarında birliğin korunmasını sağlayabilir. Çocuğun BEN OLMA halinin hazzını sürdürmesi için verilen benlik desteği, libidinal yatırımın ayrılığa ve bağımsızlığa yapılmasını teşvik edecektir. Bu süreçte, çocuğun özdeşleşebileceği daha geniş grupların içinde olmak, kendilik birimini zenginleştirir.

Sonuç olarak en önemli şey, babanın sevdiği bir annenin sevgiyle çocuğunu kucaklaması ve bakım verebilmesidir ki, bu da çocuğun kendilik birimini oluşturmasına ve 'Ben kimim?' sorusuna yanıt bulmasına izin verir.

KAYNAKLAR:

Dethiville, L. (2014). “The Self”, Donald W. Winnicott : A New Approach, Routledge, Londra ve New York, s. 71.

Jacobson, Edith. (1954). Contribution to the metapsychology of psychotic identifications. Journal of the American
Psychoanalytic Association, 2, 239–262

Meissner, William W. (1970). Notes on identification I. Origins in Freud. Psychoanalytic Quarterly, 39, 563.

“Sum.” Merriam-Webster.com, Merriam-Webster, www.merriam-webster.com/dictionary/sum. Accessed 10 July 2018.

Winnicott, D. W. (1958). The Capacity to be Alone. Int. J. Psycho-Anal., 39:416-420.

Winnicott, DW (1963). The development of the capacity for concern. Bull. Menninger Cli., 27:167-76.

Winnicott, DW [1968]. “Sum, I am”, Home is where we start from: Essays by a psychoanalyst, Ed. Winnicott, C., Shepherd R., Davis M., Penguin, London, 1986, p. 55–64.

Winnicott, D. W. (1971a). Playing and Reality. Creativity and its Origins. 65-86.

Winnicott, D. W. (1971b). Playing and Reality. Mirror-role of Mother and Family in Child Development. 111-119.

 


[1] integration

[2] wholeness

[3] Burada Winnicoot, Tevratta Musa Peygamberin Tanrı ile karşılaşmasına atıfta bulunur. İnsanlık Musa Peygamber nezdinde birlik aşamasına ulaşmış ve bunu Tanrıya yansıtmıştır. Musa Peygamber Tanrıya "Sen kimsin?” diye sormuş ve “Ben benim.” yantını almıştır.

[4] unit self

[5] divisibility

[6] unit

[7] split-off intellectual capacity