• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

ANAL DÖNEM

ANAL DÖNEM

Takıntılı kişiler anal dönemin özelliklerini taşırlar. 2-4 yaşları arasındaki anal dönemde motor etkinlik, konuşma yetisi ve bilişsel yetiler yani benlik işlevleri artar. Çocuk, herşeyi kendisi yapmak ister, merakı, soru sorması artar. Annesinin sabrını taşırmaya başlar. İnatçılık, karşı koymacılık, zıtlaşma dönemin baskın özellikleridir.

Anal dönemde egemen olan tutma-bırakma, bağımlılık-özerklik, inatçılık-uysallık, düzenlilik-düzensizlik, temizlik-pislik, yapma-yapmama, isteme-istememe çifte değerlilik (ambivalans) yaratan çatışma kaynaklarıdır. Celal Odağ’a göre başlıca sorun güç, özerklik mücadelesi ve ayrılmadır. Bunlara dürtü denetiminin ve tuvalet eğitiminin neden olduğu sorunlar eklenir. Çocuk kakasını istediği zaman istediği gibi yapmak, içindeki gerilimi boşaltmak ister. Özerk olmak isterken annesi bunu sınırlar ve ona kurallar koyar. Çocuk dünyasıyla erişkin dünyası arasındaki çatışma; haz ve gerçeklik ilkesinin savaşıdır. Çocuk “ben keyfime göre yaşarım (haz ilkesi)” derken anne-baba “hayır, gerçek keyiften önce gelir (gerçeklik ilkesi)” der.

Şunu eklemek isterim ki görünürde aile çocuğuna toplum kurallarını öğretir ama temelde yaşanan çocuğun (küçük) kaygı birikiminin annesi (büyük) ile uyum içinde boşalabilmesidir.

Haz ilkesiyle gerçeklik ilkesinin karşılaşması, çocuk ile büyükler (anne) arasında sorunlar yaratan bir etkileşim başlatırken çocuğu fanteziye ve büyüsel düşünceye yöneltir. “Şimdi işeme sonra tuvalete işersin.” kuralı çocuğa bir tuvaleti ve boşalımı hayal ettirir. Gerçeklik ilkesi ve kurallar altında ezilen çocuk Örümcek Adam, Pamuk Prenses gibi süper kahramanlarla özdeşleşerek çıkış arayabilir. Ama asıl çıkış erteleme gücünü arttıran bir gelecekteki boşalım hayalinin gerçekle örtüşmesidir.

Karşılıklı güç mücadelesi çözümlenemezse çocuk büyüdüğünde kurallar ve mantık aracılığı ile başkalarına gücünü gösterme, onları alaşağı etme, onları baskı altında tutma eğilimleri geliştirir. Burada annenin koyduğu yasaktan çok yasağın ortaya konuş biçimi, yani uyguladığı baskının şiddeti ve zamanlaması nevroza götürücü etmenler arasındadır. Konulan yasakların empatik bir ölçü içinde olması gelişimi olumlu etkiler. Böylelikle hem çocuğun bedeni ve düşlemi hem de çocuğun boşalma ihtiyacı ile annenin temizlik isteği eşleşir.

Anne-baba ve çocuk arasındaki inatlaşma ve sert cezalar anal dönemdeki özerklik ve ayrışma sorunlarının çözümünü engeller. Bu kişiler ya çok bağımlı ve yalnız başına karar veremeyen ya da tümüyle özerk ve kendi başına olurlar. İnadı kırılmış kişiler gerekli olan yerlerde karşı koymasını, direnmesini, eleştirmesini, inandıkları bir düşünceyi sonuna kadar savunmasını öğrenemezler, rekabete giremezler. Sessiz ve belirsiz bir karşı koyma, pasif direniş ve pasif saldırganlık göstermenin yollarını bulurlar. Aşırı inatçılığı benimseyenler; isyankar, herşeye karşı koyan, dediğim dedik, esneklikten yoksun, katı davranışlar gösterirler. Toplumdan ve topluluklardan koparlar. Öfkeyi üstlerine çeker, kendilerini dışlatırlar.

Anna Freud 1965’teki Takıntılı Nevroz başlıklı Uluslararası Psikanaliz Kongresi’ndeki konuşmaları özetlerken takıntılı nevrozu ortaya çıkarabilecek durumları şöyle sıralar:

1. annenin bebeğe yatırım yapamaması veya bebeğin onunla ilişki kuramaması; örneğin bebeğinden cinsel olarak uyarılan annenin ya da onu bağımlı kıldığı için bebeğine öfke duyan annenin bunları yansıtmamak için yalnızca aşırı titiz ve düzenli bir bakıma odaklanması.

2. annenin normal beden-zihin etkileşimi üzerindeki olumsuz etkisi; annenin, zihni daha ön plana çıkartırken zihnin bedenle bağını kopartması.

3. annenin kaygıya karşı rahatlatıcı ve koruyucu olarak hareket edememesi; hatta bebek kaygılandığında annenin de kaygılanması. Örneğin kaygıları olan obsesif bir annenin bebeği rahatlatamaması, hatta bebeğinin duygularını anlayıp yatıştıramadıkça daha da gerilmesi.

4. bebeğin kısmi nesneleri birleştirme ve bütüncül nesne ilişkilerini kurma görevinde annenin yardımının azlığı veya eksikliği; böyle bağlantılar oluşturmak ve bütünleştirmeye gidebilmek için duygulanımlar ve özellikle sevgi gerekir. Örneğin takıntılı ve künt bir annenin varlığı, bebeğin duyguların bütünleştirici gücünü kullanmasını engeller.

5. nesne kaybı deneyimi (reddedilme, geri çekilme, ihmal, ayrılma, ölüm yoluyla). Buna nesneden ayrışma deneyimi demek daha doğru olur. Duygusal boşalımın yalıtılması ve temizlenmesi ayrılık deneyimiyle oynamayı ve bu deneyimin işlenmesini engeller. Bunun yerine ayrılık; tersine çevrilmeye, yapma bozma, sayma gibi ritüellerle dondurulur. Ayrılık, bir korku olarak kalır. Nesneye yatırım yapılamamasının bir nedeni de nesneden ayrılmanın yasının tutulamayacağından endişe edilmesidir. Ayrılık öyle büyük bir acıdır ki hiç bağlanmamak çözüm olmuştur.

6. nesne dünyasının değerinin düşürülmesi. Nesne ilişkilerinden gelebilecek hazzı yasaklayan üstbenlik nesne dünyasını bozuk, yanlış, kirli görür. Saldırganlığın, annesini yok edeceğinden korkan çocuk anne tasarımına yatırım yapmaz, yalıtım ile ilişkiyi keser. Bu durum kendiliği yalnızlaştırır.

7. cinselleştirme ve ardından gelen kaygı ile oynama, mazoşist zevkin kaynağıdır. Ama zevk yasaklandığı için ancak acı çekmek ve çektirmek üzerinden haz alınabilir. O da az bir miktar.