• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

KENDİLİK OLUŞUMU, TAKINTILILIK VE YİNELEME

KENDİLİK OLUŞUMU, TAKINTILILIK VE YİNELEME

Otistik Düzenekler

Donald Meltzer’in (1975), “takıntılı bozuklukların kuşkusuz en ilkeli” olarak tanımladığı otistik çocuklarla yaptığı çalışma, takıntı ile ilgili savunmaların ve düşüncelerin doğasına ışık tutmuştur. Meltzer, “takıntılı” olarak adlandırılan temel düzeneğin, içsel ya da dışsal nesneler üzerindeki tümgüçlü denetimi ve ayrılık ögelerini içerdiğini düşünür. Otistik çocuktaki ve takıntılı bireydeki bölümlere ayırma (segmentation), bölme (splitting) ve bütünlüğü bozma (disintegration) süreçleri birbirinden farklıdır. Otistik çocukta bu süreçler, kendiliği ve dürtüleri iyi ve kötü olarak ayırmaya yarayan bölme süreçlerinden de farklıdır. Çünkü bu düzenekler benliğin iyi ve kötü olarak bölmeyi başarabildiği aşamadan daha geride ve ilkeldir. Kendilik ve nesne tasarımları henüz oluşma aşamasındadır. Bu aşamada zaten tasarımlar bölük bölüktür ve bütünleştirme yapılamıyordur. Ancak, benliğin bütünleştirme ve kapsama işlevleri ortaya çıktıktan sonra bir takıntılılıktan ya da yineleme iradesinden söz edebiliriz. Bu aşamadan önce bu işlevleri bebeğe bakan anne yerine getirmektedir ve çocuktaki yinelemeler biyogenetik kökenlidir, içgüdü düzeyindedir. Benlik devreye girmeye başlayınca bunlar dürtüsel bir anlam kazanacaklardır.

Otistik düzenekler; deneyimi ileri düzeyde basitleştirir, nesnelerle ilgili deneyimleri duyusal ve motor ögelerine ayırırlar. Örneğin ses tonu, bir kişinin kendisi ya da nesne ile yaşadığı deneyimin tek ögesi olabilir. Bunun sonrasında deneyim öyle bir basitliğe indirgenmiş olur ki zihindeki yeri iyice silikleşir.

Meltzer’e göre otistik mekanizmaların özelinde ve takıntılı mekanizmaların genelinde temel etkinlik modu, başlangıç aşamasındaki bir deneyimi, duygusal anlamı 'içerecek' (Bion) 'sembolik bir biçim' olarak işlev göremez hale getirmektir. Bunun için deneyimi “herkesin ortak hissi”nden daha aşağıdaki bir basitlik durumuna söküp ayırarak anlamsız hale getirmek amaçlanır. Böylelikle ancak deneyimin çeşitli bazı parçaları, deneyimden ve kişiden kopuk, rastgele ve mekanik bir biçimde söze dökülebilir. Takıntılı durumlarda bu durum bir psikolojik regresyon durumudur. Takıntılı durumlar otistik kadar bağlamdan kopamaz. Takıntılı durumların psikoza yakınlaşan hallerinde bağlam ve düşlem anlaşılamaz hale gelebilir. Takıntılı durumlarda “odaklanma” kişiyi bağlamdan yalıtır.

Duygusal Deneyimin Kucaklanması

Otistik düzeneklere çok benzer bir biçimde takıntılı düzenekler, bir felaketi önlemek için duygusal deneyimi denetlemeye ve duygusal deneyimden kaçınmaya yarar. Meltzer’e göre bunu öyle ilkel bir yolla yaparlar ki neredeyse deneyim zihinsel alandan düşer. Meltzer, otistik yalıtım ve ilkel bölmeyi tanımlamak için “parçalara söküp ayırma” (dismantling) tanımını kullanırken, bunu sadizmden yoksun edilgen bir süreç olarak betimler. Parçalara söküp ayırma ya da bölümlere ayırma, duygusal deneyimin yoğunluğu karşısında kişiliğin parçalarını birbirine bağlayabilen zihinsel “birleştirme” (adhesion) yetisinin yokluğundan kaynaklanır. Meltzer’in tanımladığı bu süreç çok regrese olmuş bir takıntılılığı anlatır. Böyle bir durum benliğin zayıfladığı ve işlev göremez hale geldiği bir aşamada yaşanabilir. Birleştirme, kucaklama ve parçaları bir arada tutma benlik işlevleridir. Bergstein, bu duruma, deneyimin aşırı yoğun ögelerini kucaklayabilen ve kapsayabilen bir zihnin yokluğunun da neden olduğunu ekler. Bu nedenle kendilik çöker ve çevredeki duyusal uyaranlara yapışık parçalarıyla birlikte dağılınca çoklu yapılı ve anlamlı bir deneyim içinde bir araya gelemez. Bu açıdan annelik işlevlerindeki bir çöküşü düşündürür.

Obsesif nevrozda kişi, bütünleşmesi dayanılmaz gelen karmaşık bir yaşantıya yol açabilecek olan tüm diğer ögeleri yalıtarak, duygusuz bir laf kalabalığı üretebilir. Bergstein bu üretimi simgesel düşüncelerin iletişiminden çok, tümgüçlü bir biçimde kendi kendini kucaklama (self-holding) olarak yorumlar. Kendini kucaklayarak yaşamda kalma işlevine hizmet eden sözelleştirmeleri ve açıklamaları “otistik nesnelere” ve “otistik duyumsama biçimlerine”[1] benzetir. Bu benzetme zorlama bir benzetmedir çünkü otistik nesneler bedensel bir duygu yaratarak kendiliğe bir biçim verirken obsesif yalıtma duygudan yoksunlaşma yaratır ve bu haliyle kendiliğe kesin bir sınır yaratamaz. Daha çok bir karasızlık hali yaratır. Böyle bir “sözel/düşünsel kendini kucaklama”nın yalıtım yönü karşıdaki kişiyi dışarıda bırakır. Bu dışarıda bırakma, annenin kucaklayamama işlevi ile bir özdeşleşmedir.

Otistik Bitişik Konumda Kendilik Deneyimi

Ogden (1989) otistik-bitişik biçimde deneyim oluşturmayı tüm takıntılı zorlantılı savunmaların önemli bir boyutu olarak görür. Bu savunmaların, deneyimin sıkıca düzenlenmiş duyusal içeriğinin yapılandırılmasını sağladığına inanır. Otistik bitişik konumda bu yapılandırma ritmik bakım ve kucaklamanın getirdiği dokunma ile kendilik ve nesne sınırlarını belirler. Obsesif kompulsif konumda ise, çatışmalı bilinçdışı anal-erotik arzuları ve korkuları boşaltmayı engelleyerek kendini tutma yönünde bir gelişim sağlanır. Benlik, kendiliğin bütünlüğünü henüz sağlayamadığı için duygulanımları kontrol etmeye çalışır. Bu biçimdeki savunmalar aracılığıyla kişinin kendilik hissindeki duyusal deneyimlerindeki delikler tıkanmaya çalışılır. Sağlıklı gelişimde bu delikler, anal sfinkter gibi kontrol edilmeye başlar. Gerektiğinde açılır duygular boşalır ve gerektiğinde kapanır duygular tutulur. Obsesif hasta bu deliklerden yalnızca duyguları değil mevcut bedensel içeriği de akıp gidecekmiş gibi hisseder (en somut duysal yolla) ve bundan korkar.

Duyusal deneyimin bir ritmi vardır, bağ kurmayı ve ilişkileri tanımlamayı sağlar. Kendiliğe ve nesneye bir biçim verir. Bu açıdan (otistik nesnedeki) biçim, beden yüzeyine teması ile kendiliğin toparlanıp bütünleşmesini sağladığı kadar nesne/annenin de nasıl olduğu ile ilgili algıyı da oluşturur. Rahatlık veren, saran, kucaklayan, yüzeyinden kayılan, dokunulamayan anne ya da duvar, kale, çelik, görünmez, şeffaf, savunmasız kendilik gibi. Bu açıdan deri ve dokunma, oluşturduğu sınır ile kendilik ve nesne tasarımına bir koruma ve iç alan yaratan bir zarf, kılıf, kalkan ve kabuk olur.

Ogden bu temas alanının otistik yapılanmalarda bitişik olduğunu ve otistiklerin bir ara alan yaratamadıklarını belirtir. Yani ayrılık yoktur. Obsesif kompulsif konumda ayrılık ortaya çıkmış ve bir ara alan oluşmuştur. Bu ara alan; ritüellerle, çalışmayla ve düşünceyle doldurulur. Obsesif kompulsif konum, bu ara alanın düşünce (obsesyon) ve eylem (kompulsiyon) ile oluşmaya başladığı dönemdir. Obsesif nevrozlu hastaların, zihinlerine yapışan takıntıları ile uğraşırken ilişkisel ara alanı kaybettiklerini sık sık gözlemleriz.

Kendilikte Erken Ayrışma Deneyimi

Zamanından önce gelişen ayrılık farkındalığı otistik korunma manevralarına doğru geri çekilmenin temelidir. Tustin (1992), çocuk duygusal yaşantılarına katlanmada yalnız bırakılırsa “ikiliğin” ve ayrılığın farkına gerekenden önce, ani ve beklenmedik bir biçimde varır der. Çocuk, katlanma ya da bir kalıba sokma yetisini aşan bir bilinçliliğin ıstırabını yaşar. Bu ıstıraptan kaçınmak ve farkındalığını cansızlaştırmak için çeşitli koruyucu otistik manevralar kullanır. Duygusal gerçekliğe yönelik farkındalığın aşırılığı bireyi incinebilir kılar. Bu durum takıntı düzeneklerinin kullanımının ana nedenlerindendir. Ancak bu incinebilirlik açısından hastaya yardım edilebilirse takıntılılık azalabilir. Bu incinmenin terapi sırasında yavaş yavaş duyumsanması ve duygusal deneyim ile bütünleşmesi kendiliği güçlendirir. Bunun birçok defa yinelenmesi ile kendilik deneyimi bir ilişki içinde var olabilmeye ve bütünleşmeye başlar.

Yoğun duygusal yaşantıya dayanma yetisi, annenin kendi duygusal deneyimlerine katlanma ve kapsama yetilerinin içselleştirilmesine bağlıdır. Bebeğin yoğun ve dayanılmaz hislerine dayanabilecek ve bunları kapsayabilecek bir annenin yokluğu, felakete yol açan bir ayrılık hissi olarak deneyimlenir (Tustin, 1992). Bu deneyim kişiliğin psikotik parçasını tanımlayan, merak etme itkisinde ciddi bir bozukluğa yol açar (Bion, 1959).

İlkel Duygusal Gelişim

Bu makalesine Winnicott psikotik hastalardaki dezorganize hali, kendilik ile kendilik olmayanı ayrıt edememe halini tanımlayarak başlar. Bebeklerde birincil bütünleşmemişlik (unintegration) halinin kliniğe yansımasına bir örnek verir. Bu örnekte hasta sonunu tüm detaylarıyla anlatmaya çalışan hasta, bunu başardığında bir doygunluk yaşar. Burada hastanın bilinmek istemesi analistin zihninde bir bütünleşme yaratmakta ve böylelikle hasta hem analistin hem kendisinin zihninde bir bütünleşmişlik (self integration) yaşamıştır.

Winnicott, kendilikteki bütünleşmemişlik (unintegrated) halinin bütünleşmişlik haline evrilmesi, kişileşmemişlik (depersonalize) halinin kişileşmeye ulaşması için iki “dizi” deneyim tanımlar:

  1. Annenin bebeği sıcak tuttuğu, ona dokunduğu, yıkadığı, salladığı ve onu adıyla seslendiği bebek bakım teknikleri ve
  2. Kendiliğin içinden gelen, kişiliği bir araya getirme eğilimi gösteren güçlü içgüdüsel deneyimler.

Bu tanımdaki “dizi” kelimesi anlatılan deneyimlerin birçok kez yinelendiğini gösterir. Bu öyle bir yinelemedir ki bebekte süregiden bir kendilik hissi yaratırken “bakım tekniğinin parçacıkları, görülen yüzler, işitilen sesler ve koklanan kokular ancak aşamalı olarak anne adı verilecek olan tek bir varlıkta bir araya getirilir”. Anne, “takıntılı” bir biçimde yineleyerek bebeğine bakım verirken “saplantılı” bir biçimde zihninde onun parçalarını severek taşır ve bütünleştirir. Annenin zihninde bebeği bir “kişi” (person, self) olarak bütünleştirmesi, bebeğini severek bakması ile bebeğin kendisini bedeninde hissetmesini sağlar.

Kendi Kendine Yetme: Duygusal Doyumun Otoerotik Düşleme Evrilmesi

Kendilik gelişiminde “ihtiyacın” ihtiyaç duyulduğu anda anne tarafından karşılanması da önemli bir ögedir. Winnicott bunun bir yanılsama yarattığını ve aynı zamanda dış gerçekliğin kabulünü sağladığını belirtir. Benliğin dış gerçekliği kabulüne giden bu yol, inkorporasyonu geliştirir ve kendiliği besler. Benlik acıktığında annenin onu beslemesi kendiliğe değerli, gerçek, canlı, güvende ve zengin bir dünyadaymış gibi hissettirir. Bu açıdan bebeğin kendini “gerçek” hissetmesi ile gerçekliği değerlendirme yetisi birbiriyle ilişkilidir. Bu aşamayı yukarıdaki iki “dizi” deneyime ekleyebiliriz:

3. Bebeğin içinden gelen açlık ile annenin beslemesinin buluşması.

Winnicott makalenin sonunda ilkel misilleme konusunu ele alır. Anne, bebeğini beslemekte zorlandığında bebek anneyi korumak için aşkı ve nefreti kendine döndürmektedir. Winnicott bunu parmak emme üzerinden anlatır. Bu olumsuz durum, olumluya giderse parmak emme otoerotik etkinliğe dönüşür. Otoerotik etkinlik, başta yine parmak emme gibi refleks halindedir. Annenin bakımı ve ilgisi ile çocuk doyuran bir anne tasarımını inkorpore ettiğinde otoerotik düşlem gelişir. Parmak emme, düşlemle beraber, annenin yokluğunda kendiliğin doyurulmasını ve regüle edilmesini sağlar. Bu aşama “ihtiyaç duyan kendilik” ile “ihtiyacı karşılayan nesne” buluşmasının içselleştirildiğini gösterir:

4. Otoerotik düşlem ile benliğin kendiliği doyurması

Yukarıdaki tüm aşamalar ve gelişimler içlerinde sayısız yinelemeler barındırırlar. Bu yinelemelere saplantı ya da zorlantı demeyiz. Ama başlangıçta annenin benliği ve sonrasında çocuğunki bazen sevgi bazen öfke ile bu yinelemeleri eyleme döker ya da düşünür. Benliğin bunu yapabilmesi obsesif kompulsif konumu içselleştirdiğini gösterir.

KAYNAKLAR:

Bergstein, A. (2016). “takıntılılık: duygusal hakikatle karşılaşmanın düzenlenmesi”. Pskanaliz Yazıları, 32:45-70

Meltzer, D. (1975). “The Relation of Autism to Obsessional States in General” Explorations in autism: A psycho-analytical study. Clunie Press.

Ogden, T. H. (1989). “The Autistic-Contigious Position”, The primitive edge of experience. London: J. Aronson.

Winnicott, D. W. (2011) ilkel duygusal gelişim. Psikanaliz Yazıları 23:109-123

 

 


[1] autistic sensation shapes, Tustin, 1992