• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

ROSE ISLAND - GÜL ADASI

ROSE ISLAND - GÜL ADASI

Aşağıdaki yorumlar Bursa Anadolu Lisesi ’91 Angara Kültür Etkinlikleri Topluluğu'nun ROSE ISLAND - GÜL ADASI adlı film üzerine yaptığı tartışmaların bir özetidir.


Adını, kurucusu İtalyan Mühendis Giorgio Rosa'dan alan, resmi dili göz doktoru Ludwik Lejzer Zamenhof tarafından 1887 yılında yaratılan yapay dil Esperanto, para birimi Mill olan ve Rimini kara sularının hemen dışında, bir yaz boyu hüküm sürebilen ütopik 400 m2’lik, kendi küçük, etkisi büyük platform devletçik!!!

Avrupa Konseyi, İtalya ile Rose Cumhuriyeti arasındaki anlaşmazlığı müzakere edemeyeceğini açıklayarak esasen onu bağımsız bir devlet olarak kabul etmiş olmasına rağmen İtalyan Hükümeti adayı istila edip havaya uçurmuştur. Rose Cumhuriyeti'nin tarihe ve uluslararası hukuka kalıcı etkisi  ise, benzer olayların yaşanmaması için BM'nin uluslararası suların dünya genelinde 6 milden 12 mile çıkartılmasına karar vermiş olmasıdır.

Bu olayı filmleştirmiş olan Netflix, sinematografi açısından öyle aman aman bir yapıt ortaya koyamamış ise de, filmin içindeki kara mizah insanı ekrana bağlamayı  ve özellikle de bu olayı daha önce duymamış olanların merakını uyandırmayı başarabiliyor. 

68 kuşağını başlatan olayların ilki, Ernesto Che Guevera' nın 1967 yılında Bolivya Ordusu tarafından yakalanıp öldürülmesi ile Fransa'daki Sorbonne Üniversitesi'nde meydana gelen öğrenci isyanıdır. Rosa da, 1960'lı yıllarda kapitalist birçok ülkede  esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenen "zamane gençleri"nden biri olarak, genelde dünya düzenine ve devlet otoritesine, özelde de kendi yakın çevresine tepki olarak "başkaldır, yık ve daha güzel bir dünya kur" mottosu  ile bu işe soyunuyor. 

Ancak, yaratıcı ve yetenekli mühendis Rosa da, çok geçmeden hayal gücünden yoksun  yaşlılar kulübü İtalyan Hükümeti ve ikiyüzlü Vatikan'ın gazabına uğruyor. Film, yerleşik düzene en küçük bir  aykırılık tepki görürken, üstünde barış içinde eğlenip dans eden, sevişen gençler olan 400 m2 de olsa bir platformun, hükümeti ve dini otoriteyi nasıl bir paniğe sürüklediğini ve histeri yarattığını ince bir kara mizah ile işlemiş. Filmin başından itibaren, ne otorite, ne de bir hukukçu olarak aslında otoritenin bir aracı olan eski kız arkadaşı Gabriella, Rosa'nın yaptığı ve trafiğe çıkardığı arabadaki, platformdaki hayalgücü yaratıcılık ve inşa ederken yararlandığı mühendislikle ilgilenmemiş, kendisi de bir teknisyen olan babası ve babasını üzdüğü için kendisine içerleyen annesi dahi başarısını göz ardı etmiş, yok saymıştır.

Otorite, hayal edemediği ile başa çıkamayınca kullandığı bilindik yöntemleri denemiş, isyankârı yalnızlaştırıp, ötekileştirerek, önce arkadaşlarını uzaklaştırmış ve babasını da işinden ederek, Rosa' yı itaate zorlamıştır. Bunu başaramayınca da, Rosa'nın otoritenin silahlı gücüne boyun eğmesi sağlanmıştır.

Filmi izlerken, bir taraftan 68 kuşağının Türkiye'deki uzantısı olan,  haklarında okuduklarım sonucu  naifliklerine ve sonlarına hayıflandığım  Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ve otoritenin gazabına uğramış devrimciler ve eylemci öğrenciler ile Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisinin 1975 yapımı, bizim Rose Island' ımız, Güler misin, Ağlar mısın? filmi aklıma düştü. Belki  senarist de bu olaydan etkilenmiştir.   Ben de sormak istiyorum onlar gibi,  "Deniz babanın malı mı?" (https://www.youtube.com/watch?v=Oqvi1kW1dEA )

Meltem Gürsoy


Geçen hafta izleyip çok beğenip yazmıştım. #Mademevdeyiz  o zaman güzel bir film izleyelim: L’Isola Delle Rose. İki kişinin yarattığı, beş kişinin yaşattığı, norm ve sınırdışı ufacık bir özgürlük alanının, koca bir devleti nasıl korkuttuğu, siyasi otoriteleri nasıl sinirlendirdiği, toplumun her birimini nasıl rahatsız ettiği, ve bu özgürlük alanının kamuoyu ve yurtdışı otoriteleri tarafından tanındıkça hükümetin, gizli servisin ve askerin nasıl dehşete düştüğü, ‘büyük’ düzeni korunmak için her yol mübahtır diyerek kanunlara aykırı hareket ve müdahale hakkını kendinde gördüğünü çok ironik bir komedi halinde gözler önüne seriyor bu film.

Özgürlüğün gücü... Sadece bunu görmek için seyretmeye değer... Azıcık özgürlük nasıl titretiyor herkesi. Bu özgürlüğü kısıtlamak için her türlü kanunsuzluğu uygulama hakkı buluyorlar kendilerinde ‘yetkililer’!!! Ufacık özgürlük karşısında titriyorsa hekres, yaratılmış kocaman sistemler ve ‘otoriteler’de  bir hata olsa gerek değil mi? Nükteli bir şekilde siyasi yozlaşmayı tasvir eden, dini, politik, ekonomik, askeri sistem eleştirisi yapan, bir yandan da kişinin kendi hayalleri, idealleri ve inandıklarından vazgeçmemesinin nasıl bir güç olduğunu gösteren çok dürüst bir film. Gerçek bir hikaye olması ise filme ayrı bir güç katıyor.

Zeynep Atılgan Boneval


Netflix’de Gül Adası insanın var oluş ve bireyselleşme süreciyle ilgili temel dinamikleri eğlenceli biçimde anlatmış. Bu var oluşu bir diploma kutlaması ile başlangıcına oturtmuş. Giorgio -doğmak gibi- sınavını geçmiş ve var oluş hakkı kazanmıştır ama sisteme girmekle ilgili sorunu ehliyet ve plaka yokluğu ile kendini gösterir. Sevgilisi ise üst düzeydeki sistemin temsilcisi olan bir uluslararası hukuk avukatı olarak güzel bir zıtlık yaratır.

Sıradan bir doğumla, sıradan bir anne, müthiş çocuğunu dünyaya geldiği anda kabullenir. Ama bir erkeğin erkeklerin dünyasında yer edinebilmesi için kendini göstermesi, ilk içeri giren kızı öpebilmesi ve aynı anda kanuna boyun eğmesi, ehliyet alması gerekir. Bu açıdan film erkekler arası bir ayrışma ve hiyerarşi oluşturmaya odaklanıyor: erkeklerden oluşan bir hükümet, kilise, ordu, konsey ve Giorgio arasında. Erkekler arası ilişkiler babaya boyun eğmek ve yasaya boyun eğmek ile simgeleşir. Filmde babalarına ve kanuna boyun eğmeyen bireyler görüyoruz. Giorgio’nun arası babası ile oldukça uzak (babası da başkaldırı gücüne sahip ve inatçı). Maurizio babasını kandırarak var oluyor. Neumann evinden atılmış, ulusu tarafından tanınmayan bir adam.

BİZ KİMİZ? KİMDEN BAĞIMSIZLAŞIYORUZ?
Genç, yapabilirliği ile bir alan kazandığında ve iktidarını hissettiğinde yapabilirliğe yapışık gezen bir soru gelir aklına “Ben kimim?” Yapabilirliğin yani eylem ile “ol”uşun iç içeliği ve bir birini tamamlayışı filmde güzel sahnelenmiş. Ada bitince sıra bir örgütlenmeye ve hükümet kurmaya gelir. Yalnızca eğlence, diskotekleşmiş bir yaşam yeterli değildir. Gabriella bunu küçümser.
Bir kadın olarak Gabriella, Giorgio için tanımlayıcı bir otorite. Aşkı Gabriella’yı bir referans noktası haline getirmiştir. Yıkılsa, tökezlese, beceremese de Gabriella’nın ölçülerine değer veriyor. Ama aralarındaki aşkın derinliklerini göremiyoruz. Bu aşk da ada gibi direklerin üstündeki bir platform gibi.

Kendini tanımlama, biz kimiz sorusunu yanıtlama, yapabilirlik ile birlikte otoritenin varlığı ile mümkün. Giorgio ise yakın ve kötü olan hükümete karşı çıkarken uzaktaki sevimli konseye kendini tanıtmaya çabalıyor. Böylelikle Giorgio karşısındaki otoriteyi ikiye bölüyor: dışlayan öfkeli bir baba-devlet ile kimliğiyle ilgilenen baba/konsey. Bu biçimde ikiye bölme insanın bir başa çıkış yoludur.
Bağımsızlık içinde bir ayrışma, özerkleşme ve bireyselleşme barındırır. Bu açıdan ada tam bir bağımsızlık simgesi. Elbette, bağları ve iktidarı reddedilip yok sayılan İtalyan hükümetinin de tepkileri, bağlama ve boyun eğdirme teknikleri vardır. İçişleri bakanı da bir bağımsızlaşma sürecinden geçmiştir. Ama özgürlük, ajanların bile “kafasını güzelleştirir”, aklını karıştırır. Hemen ardından ceza tehdidi ile ajanlara verilen ayar aracılığıyla ayrışan güçler hizaya getirilir.

TANINMAK YA DA TANINMAMAK
İlk pasaport alan ve ilk tanınan kişi olarak Neumann, gençliğe varoluşun pasaportunu veren arkadaşlarla bağ kurma gücünü anımsatıyor. Filmde ayrışmak ve özgür olmak kadar tanınma çabalarını da görüyoruz. Bu da ergenlerden, ergenliğimizden, gençlerden tanıdığımız bir davranış. Hem ayrışmak ve özgür olmak hem de tanınmak isterken ergenlerin sakarlıkları tatlıdır. Anne-baba dışındaki otoritelerin onları tanıması onlar için değerlidir. Yeni özdeşimlere, adalara, konseylere yelken açmak isterler.
Bunun tersi de olur. Anne-babasıyla kavgalı gençler, anne-babasını tanımayanlar ölene kadar otoritelerle kavga edebilirler. İnsan Ata’sını tanımayınca soyuyla bağları kopar. Geçmişiyle beraber geleceği de dağılır. Örgütlenme ve kurumsallaşma sağlayacak içsel otoritesini inşa edemez. Böyle insanların her türlü örgütlenmeye öfkesi, kini olduğunu görürüz. Bir kuruma girince kurumu dağıtır, bozarlar. İktidarı elde ettiklerinde yıkıcı ve sömürücü olurlar.

G.T VE İKTİDAR
İtalya başbakanının Vatikanda rahiple görüşmesi filmin özel bir sahnesi. Üniversiteler işgal edilmiş özgür düşünce kontrol altına alınmışken ortaya istediğin her şeyi yapabileceğin bir ada çıkması baskıyı seven siyasi ve dini otoriteyi rahatsız eder. Mesele poponun temsil ettikleridir: “Popo ve istediğin her şeyi yapma olasılığı...”
Argoda iktidarı, cesareti ve gücü tanımlama, öfkeyi ifade etme araçlarından biri olan g.t ve s.çmak filmde sık kullanılmaktadır. Dilimizdeki "g.tü yememek, g.tü olmamak, g.t ister" gibi tanımlar g.tün iktidar sahibi olmaktaki önemli yerini gösterir. Çocuğun kakasını ve çişini tutmaya başladığı anal dönem 2-4 yaşları arasındadır ve çocuğun dünyadaki iktidarını hissetmeye başladığı dönemdir. Bu dönem çocuğun g.tünü kontrol edebilmesi ile simgelendiğinden anal dönem denir. Çocuk böylelikle kendi bedeni üzerindeki egemenliğini ilan eder. Bununla da kalmaz g.tünü kontrol ederek annesini de kontrol edebileceğini fark eder. Çünkü annesinin istediği zamanda kakasını yaparsa onu mutlu edebilmekte, annesini sinir etmek için kakasını tutabilmektedir. 2 gün üst üste s.çmazsa annesinin kaygılanmaya başladığını büyük bir keyifle seyredebilir. G.t aynı zamanda kakanın çıktığı yer olarak çocuğun ayrışmayı ve ayrılmayı çalıştığı yerdir. Bu açıdan iktidar aynı zamanda ayrılmayı becerebilmekle elde edilir.

ÖZGÜN “OL”ANIN ÇEKİCİLİĞİ VE OLMAK
Özgün olanın, simgeselliğe kavuşup Rose Adası gibi bibloları yapılanın çekiciliği çok güçlüdür. Bu açıdan İtalyanların tasarım yeteneği filme yansımış. Gabriella yakışıklı nişanlısını değil, tasarımcı olanı ve özgünlük yaratanı seçiyor. Psikanalist Winnicott “ol”ma halini kadınsılığa özgü bir hal olarak tanımlar. Annelik de kadınsılığın içindedir. Winnicott, annelik “yap”ılamayacağını yalnızca anne “ol”unabileceğini belirtmiştir. Anne-kadının “ol”uşu ile özdeşleşen bebek, yaşamın başında “ol”ma halini içine emer, hücrelerine alır. Ruhsallığın tüm gelişmeleri ve bileşenleri bunun üzerine inşa edilir. Bu açıdan deniz -yaşamın başladığı yer- üzerindeki bir ada simgeseldir. “Ol”ma hali aynı zamanda annenin memesi gibi çekicidir çünkü var oluşsal açlığı bir tek o doyurabilir. Winnicott, insanın ne yaptığının değil, yapış sırasındaki “ol”ma halinin çekiciliğine vurgu yapar. Bu açıdan “ol”mamış bir erkeğin çekici olamayacağını belirtir ki masal, Gabriella’nın “Bu adayı benim için mi yaptın?" sorusuna özgürlük üzerinden oluş öyküsünü geveleyen Giorgio’yu öpmesi ile biter. Film ise hükümetin daha büyük bir g.te sahip olduğunu kanıtlaması ile.

Ali Algın Köşkdere