• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

“FATMA”DA; VURMA, ÇARPMA, İTTİRME, YAKMA

“FATMA”DA; VURMA, ÇARPMA, İTTİRME, YAKMA

İnsan psikolojisini anlamada dilin merkezi bir rolü var. Bir kelimenin anlamını araştırarak o kelimenin ruh sağlığındaki yerini irdelemede sözlükler her zaman klavuzum oldu. “Vurmak” kelimesine gelince ilginç bir şeyle karşılaştım, TDK Sözlük’te “vurma”nın 31 anlamı olduğunu görünce vuruldum. Ne kadar çok etkisi varmış “vurma”nın yaşamımızda. Genellikle anlamlarının saldırganlık yüklü olmasına pek şaşırmadım çünkü saldırganlığın insan psikolojisindeki yerini önceden biliyordum. Vurmak sadece elini masaya vurmak değil, bazen Fatma’nın yaptığı gibi deliliğe vurmak, silahla vurmak, öfkesini dışarı vurmak. Sigorta davasıyla vurulmak da var. Kocası kan parasını çarpınca onu kurşunla vurulmuştan beter etmek de. Haksız değil Fatma, kocası pek vurdum-duymaz…

Vurmak ses çıkarmanın bir yolu. Masaya vurunca masanın, insana vurunca insanın sesi çıkıyor. Bu açıdan bir iletişim biçimini ifade ediyor. İletişimin eylem ile ses arasındaki geçişini ifade eden bir kelime. Ses, nefesin ses tellerine “vuruşu”nu “kontrol” ederek oluşuyor. Vurma, saf eylem olduğunda daha saldırgan. Vurmanın içinde bir niyet, bir irade olduğunda karşı tarafa daha nitelikli bir mesaj aktarılabiliyor.

Matematikteki çarpma işlemi için de “vurma” fiili kullanılıyor. TDK Sözlük “çarpma”nın taşıdığı hıza, etkiye, öfkeye, kurnazlığa, çekiciliğe değinmiş ama sakarlığı es geçmiş. Sakarlıkla, kazara, yanlışlıkla çarpmayı, es geçmemek lazım çünkü sakarlık içinde tüm bilinçdışını taşıyacak güce sahip. Bazen bir dil sürçmesi, bazen bir yanlış anlama, bir unutma ya da kaza insanın bilinçdışına ittiği bir ögeyi gün yüzüne çıkartır. Bu çıkanı önemsemek, onunla ilgilenmek, anlamaya çalışmak iyi gelir insana. Çünkü içerideki “sessiz” ama etkili parça sesini çıkartmaya, bilincin kapısına vurmaya başlamıştır. Kapıyı açıp onu ağırlamak da onu dışarı ittirmek de insanın kendi elindedir.

Fatma dizide; Oğuz’a araba çarptı diyor, elimden kaçtı diyor ama tükenmişliğini, bezmişliğini, yorulmuşluğunu es geçiyor. En sonunda es geçmediğini aslında bilmek, farkında olmak, anımsamak istemediğini anlıyoruz. İnsanın oğlundan bıkması, bezmesi, yorulması mümkün mü? “Hayır, kesinlikle hayır.” diyor insan hemen. Hiç düşünmek istemeden. Ama zor. Otistik, engelli, özürlü çocuğu olması insanın çok zor. Dizi bunu travmatik bir durum üzerinden anlatmış, ağırlaştırmış. Engelli çocuğu olan annelerde sık görülen bir durum, tükendiklerinde içlerinden çocuklarını ittirmek gelmesidir. Bu ittirmeyi tamamen bırakmak, dışlamak gibi yorumlayıp tükenmişliği yok saymak yoğun bir suçluluk yaratır bu annelerde. Halbuki bu ittirme istememektir ama tamamen istememek değil. Biraz istememek. Dinlenmek için, nefes almak için, uyumak için kısa bir süre istememek.

Engelli çocuğu olanların içinden çıkamadığı bir konu da suçluluktur. Oğuz mu, Zafer mi, Fatma mı, Bayram mı… suçlu? Yoksa onları suçlayanlar mı suçlu?

Dizi, ittirmenin farklı yönlerini de ele almış. Fatma ittirmeyi sık kullanıyor. Kızınca, canı yanınca, tehdit edilince, yorulunca ittiriyor. İttirmeyi uzaklaştırmak değil de ittirerek atmak, yok etmek olarak görüyoruz dizide. Bunun bir karşılıklılık içerdiğini kız kardeşi ile ilişkisinde anlıyoruz. İttirilip atılan da ittirip atıyor. Bu açıdan dizi “Sen de ona aynısını yap.” biçimindeki intikam almaları anlatan yüzeysel bir saldırganlık düzeyinde kalmış.

Çarpma, sahneye Oğuz’un ölümü ile çıkıyor. Fatma 4. bölümün başında (vurmalı çalgılar virtüözü) mafya babası Ekber’i indirir. Olayın büyümesinden korkan Bayram da Fatma’yı indirmek ister. Bayram’ın adamı Fatma’yı vurmaya niyetlenir ama sert kayaya çarptığının farkında değildir. Fatma’nın dizide böyle bir rolü var: “ona vurmak isteyen, ona vuran erkekleri vurmak”. Oğluna arabayla çarpanlar da onu vurmaya kalkışınca onları da vurur.

Çarpma eylemi “kazara” öldürmeye kadar gider. Vurma da silahla vurmaya, ihanetle vurulmaya ve sonunda topunu yakmaya kadar gidiyor. “Yakma”, ateşle tüm kötüleri ve kötülükleri yakarak intikam alma, aslında Fatma’nın içinin nasıl yandığını da göstermiş. Öfkesinin ne kadar yakıcı ve şiddetli olduğunu da yansıtmış. Bu yakıcılıkta tanrısal bir güç, bir şiddet var. Siz misiniz sessiz, silik, kimsesiz, gariban Fatma’yı mağdur eden şimdi tadın ateşin gazabını, yok ediciliğini.

“Fatma, sessiz, silik, görünmez temizlikçi rolüyle Netflix’in hangi izleyici kitlesine hitap edebilir ki?” diye sorarsanız bilin ki bu soruyu dizi de kendine sormuş. Böyle bir temizlikçi ile Netflix’in izleyici kitlesi ancak yazar ile temizlikçisi kadar ilişki kurabilir diye düşünmeyin. Bilinçdışının, sessiz, silik, görünmez, kirli, utanç verici yönleri vardır. Bazı kısımlarını insan bilinçli olarak gizler, bazı kısımlarını farkında olmadan gizler, bazı kısımlar ise insan istemese de gizlenir. Uygarlığa biçim veren bu gizlenen içeriği ne kadar kültüre dönüştürebildiğidir. Sessizliği şarkıya, silikliği resme, görünmezliği filme, kirliliği oyuna dönüştüren uygarlıktır. Bilinçdışı ne kadar bilincin dışında olursa insanın iradesi ve uygarlığı o kadar zayıflar. İradeyi ve uygarlığı zayıflatan saldırganlığın ve cinselliğin dile ve simgelere dönüşemeden bir hayvanda olduğu gibi doğrudan eyleme geçmesidir. İstediği zaman vurması, çarpması, ittirmesi, yakmasıdır.

Bir diğer iradeyi zayıflatan durum “zafer”e ulaşmak ile intihar etmenin birbirine karışmasıdır. İttirip atmak ile yaşamanın, sevmek ile öldürmenin birbirine karışması. Bu karışıklık yoğun bir suçluluk yaratır ve bu suçluluk da konuşmayı engeller.

Tüm bunların temelini bilinçdışında anne ve babanın, kadın ve erkeğin nasıl ilişki kurduğunun tasarımlanması yatar. Bu açıdan “Fatma”nın dünyasında erkek kadını aldatıyor, kullanıyor, taciz ediyor, sömürüyor. Kadın ise aldatan erkeği aldatıyor, tepip deviriyor, vuruyor, ittiriyor, yakıyor. “Fatma”nın dünyasında kadın ve erkeğin birbirini sevmesi, ortak bir ürün oluşturması, yaratıcılığı yok. Yalnızca yıkıcılığı var.

Fatma’nın kocası ile dünyaya getirdiği Oğuz zor bir çocuk ve ölüyor. Yeni kuşaklar gelmiyor dünyaya. Yazarın, Fatma ile konuşup yazdığı öykü doğduktan sonra ölüyor. Yeni izlenimlere, yaratılara dönüşemiyor. Bu açılardan dizi karamsar bir tablo çizmiş. Yine de sanatın büyüsü burada, bu karamsarlığı, karanlığı konuşturmasında, yazdırmasında gizli. Bu karanlığın çökerten yıkıcılığını konuştukça yeni yaratımlar doğacak. Umarım bu ülkede, Fatmalar ve Zaferler kendilerini yakmadan öfkelerini dile getirecek yollar bulacaklar.