• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BABA - GODFATHER PART I

BABA - GODFATHER PART I

Bugünkü sunumum, “Babalık” hakkındaki yazı dizimde geldiğim son aşama. Bu yazıyı yazarken bu konudaki ilk yazımı baba-oğul ilişkisi üzerine yazdığımı, Bursa Grubu ile çalışmamızda sunduğumu anımsadım. Celal Hoca, “Çok ideal bir baba anlatmışsın.” demişti. 2013 Yılında 5. Bursa Psikanaliz Günleri’nin konusu “Kaygı”ydı ve orada “Baba ve Kaygı” adlı bir sunum yapmıştım. Sonra bu sunumum Psikanaliz Yazılarının 37. Sayısında “Kaygı Yaratan ve Gideren Baba” başlığı ile yayınlandı. 2015 Yılında Bursa Psikanaliz Günleri’nin konusu da bugünkü gibi “Annelik ve Babalık”tı. Bu toplantıda “Babalık ve Büyükbabalık” başlıklı bir konuşma yapmıştım. İnsanın bir büyükbabasının ya da dedesinin olmasının ruh sağlığını nasıl olumlu etkilediğini hiçbir zaman bir büyükbabası olamayan John Connor’ın Terminatör ile mücadelesindeki kısır döngüden yola çıkarak değerlendirmiştim.

“Babalık ve Büyükbabalık”ta olduğu gibi babalık ile ilgili yazılarımda filmlerden ve romanlardan çok yararlandım. Cem Yılmaz’ın “Hokkabaz” adlı filmiyle ilgili “Baba – Oğul İlişkileri ve Sakarlık Üzerine Özgün Bir Hikâye”, 2014 yapımı “Yargıç” adlı filmle ilgili “Yargıç Baba, Avukat Oğul ve Tatlı Torunlar”, Anthony Hopkins’in oynadığı “Kanıt” adlı film üzerine “Babanın Ülküsü Kızı Olursa” başlıklı yazılarımı yazdım.

Kaygı, yıkıcılık, sadizm, idealler, yargılama konularına değinmiştim ama mafya üzerine çalışırken bunun da önemli bir öge olduğunu gördüm. Son yıllarda arkadaşlarımla üç konunun dinamikleri üzerine konuşurken buluyorum kendimi: Büyücülük, mafyacılık, İngilizcesi concrete thinking/ betonculuk somut düşünce. Büyüsel düşünme biçiminin ve animistik düşüncenin yaygınlığı korkutucu ve aptallaştırıcı düzeyde. Bunun sıkıntısını en çok bilimsel düşünememe ve analitik düşünceye yaklaşamama biçiminde yaşıyoruz. Bu açıdan eğitim kurumlarımızdaki eksiklerin giderilmesi şart. İkinci konu olan mafyacılık meselesi Kurtlar Vadisi ile ekrana yansımıştı. Sedat Peker ve benzerleri ile sosyal medyaya taşındı. İzlenme rekorları kıran paylaşımlar ülkemizin ruhsal-toplumsal olarak nasıl mafyatik bir düzene gerilediğinin kanıtıdır. Günlük yaşamdaki ve siyasetteki mafyatik süreçlere girmiyorum. Eminim bildikleriniz söyleyeceklerimden kat kat fazladır. Bunun yanında mafya olgusu bize özgü değil tabi ki. Baba-Godfather kitabı ve filmi tüm dünyaca sevildiği için insan ruhsallığında bir yeri olduğunu düşünüyorum.

Psikanalizde içsel mafya ve içsel çete oluşumu Rosenfeld ve Meltzer’in değindiği, Steiner’in açıkladığı kavramlar. Bunlara sonda değineceğim.

Bu sunumda içsel mafya örgütlenmesini araştıracağım ve sanattan destek alacağım. Önce bir başyapıt olan Mario Puzo’nun “Baba” kitabı ve Puzo ve Coppola’nun filmi üzerinde duracağım. Baba serisini birkaç kez seyretmişimdir. Kitabını okumaktan da çok keyif almıştım. Kitabın ilginç bir sadeliği vardı. Puzo ve Coppola’nın mafya ile ilgilerinin olmaması ve bir kurgu oluşturmaları içsel mafyayı araştırmak için iyi bir kaynak sağlıyor.

ÇARESİZLİK VE DÜĞÜN

Film 3 adamın çaresizliği ile başlar; cenazeci, fırıncı, şarkıcı. Onlar çaresizlik ve karanlık içinde yardım dilenirken dışarıda aydınlık içinde ve coşkulu bir zengin düğünü vardır. Filmde görüntü, sahneler ve karakterler bölmeyi iyi yansıtır.

Baba, cenazeciye bir ahlak ve dostluk dersi verir. Cenazecinin babaya kiralık katil gibi davranmasını saygısızlık addeder. Babaya değil de Amerikan adaletine güvenmesinin yanlışlığını anlatır. Cenazeci çaresiz ve öfkelidir. Babanın dostluğunu ister ve ailenin bir üyesi haline gelir. Baba’ya göre her sorun aile içinde çözülmelidir. Ahlak ve adalet anlayışı babanın şefkatli ve babacan tavırları ile çarpıtılır. Baba’nın babacanlığı ve intikam arzusu film boyunca ahlak ve adaletin çarpıtılmasının normal olduğu yönünde seyirciyi ayartır.

Fırıncı ise Don Corleone’nin sadık bir dostudur ve işi kolayca çözülür. Fırıncı ile ilişkisi Baba’nın sade bir adam olduğuna ve çok şey istemediğine bir kanıt gibidir. Pasta, çörek ve börek getiren bir dostun istekleri emirdir. Baba ona, “Senin için ne yapabilirim?” der ve fırıncı konuşmadan onu anlar. Gereken yerlere gereken rüşvetler verilecektir. Baba, göçmen ailelerin ABD’ye uyum sağlamasında onlara destek olan bir hayır kurumu görünümündedir.

Şarkıcı Johnny Fontane Baba’nın vaftiz oğludur, Baba onu sever. Maalesef tüm yaşamı kadınlarla sorun içinde geçer. Histerik bir erkeğin dört dörtlük tablosunu yansıtır kitapta. İktidarsızlaşmıştır ve yeniden iktidar kazanmak için babadan yardım ister. Bir rol daha alsa müthiş olacaktır. Baba, şarkıcının “karı gibi” yardım dilenmesine kızar. Kızmasında müşfik bir eda vardır. Karısını bırakmamasını hem ailesine babalık yapmasını hem de zamparalığa devam etmesini öğütler. Bölme, Baba için üst düzeydeki, bilinçli ve bilinçdışı olarak kullanılan ana savunma mekanizmasıdır. Arkadaşlarını sattığı için Johnny’ye kızar, arkadaşlığın ve köklerin önemini anlatır.[1]

Her üç durumda sıcaklık, dostluk, aile, yardımseverlik övülmektedir. Bu övgü ve iyiliğin içinde suç, adam kayırma, rüşvet ve şiddet; karışım halinde, varlıkları bilinerek, açıkça dile getirilmeyerek, gizlenerek ve çıkar amaçlı olarak kullanılır. Puzo okuyucuyu manipüle etmektedir. Coppola da bunu mafya kelimesini kullanmayıp filmde mafyaya aile diyerek yapar.

AİLE, GÖÇMENLİK VE YARDIMSEVERLİK

Mafyaya başvuranlar köylüdür ve Sicilyalıdır. Küçük, inatçı, saldırgan ve kapalı bir klanın üyeleridir. Yeni devlet sistemine uyum sağlamakta zorluk yaşarlar. Mafya bu kişilerin uyumuna yardımcı olur, engellenmelerini ortadan kaldırır. Namus, adalet, aile, göçmenlik meselelerinden mustariptirler. Başları sıkıştığında, bu sorunların yarattığı ihtiyaçla özdeşleşen tümgüçlü Baba’ya giderler.

Baba iyiliği ile idealize edilmiştir. Hem yardımsever hem de yol yordam bilen birisidir, sakindir. Baba, tek bir şey ister dostu olmanızı bildirmeniz ve dost olmanız. Kitaptan alıntılarsam:

“O zaman yardım isteyen ki­şi ne kadar yoksul ne kadar güçsüz olursa olsun Don Corleone onun dertlerini kendine dert edinirdi. O ki­şinin derdini çözümlemek için elinden geleni yapardı. Karşılığında ne mi elde ederdi? Dostluk, saygıde­ğer 'Don' sıfatı, bazen de daha sevgi dolu bir sözcük 'Vaftiz Babası'. … . Ona, borçlu olduğunuzu bilmeniz, sırası gelince Don Corleone'nin sizden küçük bir ricada bulunacağını unutmamanız yeterdi.”

Kutsal Baba’nın tüm pislikleri bölünüp ayrılır ve inkar edilir. Çünkü o tüm suçları iyilik için yapmaktadır ve “hiç” çıkarı yoktur. Suç işlerken kompartmanlar, bölmeler, hücreler oluşturma yolu izlenir. Suç, onun emriyle işlenir ama o, suç planlanırken orada olmaz. Suç, ondan disosiye edilir. Tetikçi niçin suç işlediğini bilmez. Suç düşüncesi ve tetiği çekme eylemi birbirinden ayrılır.

Bu inkâr ve bölme; içeride mafyanın işleri konuşulurken dışarıda dünyanın en güzel düğün sahnesinin yaşanmasıyla ekrana da yansır. Filmi ikinci kez izlerseniz o mutlu düğündeki birçok kişinin filmin sonuna kadar yaşamadığını fark edersiniz. Bunun aksine bazı dayanıklı karakterler Baba-III’e kadar yaşar.

İyi ve kötü bölünmesinin yanında düğün sahnesindeki üçüncü öge Michael ve Kay çiftidir. Baba’nın asi ama mafya için gelecek vadeden oğlu Michael, babasını reddederek askere gitmiş ve aileye hizmet etmek yerine vatana hizmet etmiş, gazi olmuştur. Mafya olan ailesinin dışında kalmaya ve pisliğe bulaşmamaya çalışır. Baba’ya karşıt güç uygulayabilen tek kişidir. Baba’nın akıllı ve gözde oğludur, “prensip sahibidir”. Michael’ın sevgilisi Kay ise tamamen olayların dışındadır. Pisliklerden habersiz ve saf bir biçimde ailenin sıcaklığına hayran olur, eğlenir. Michael biraz biraz Kay’e gerçekleri çıtlatır ve mafya olmadığının altını çizer.

Film Michael’ın, kitap hem Michael hem Kay’in mafyalaşma sürecini anlatır. Örtük mesaj kimsenin mafya olmaya direnemeyeceği ve kimsenin mafyadan çıkışının olmadığıdır.

Bu mesajı babanın danışmanı, consigliori’si Tom Hagen da verir. Tom Hagen, babanın büyük oğlu Sunny’nin arkadaşıdır. Sunny, kimsesiz bir çocuk olan Tom Hagen’ı eve getirmiş ve Baba onu sahiplenmiştir. Baba, soya önem verir ve evlat edindiği Tom Hagen’ın soyadını değiştirmez. Tom Hagen hukuk okur ve sonra Baba’nın işlerine girmek ister. Sadakatini kanıtlayarak consigliori olur.

Alman-İrlanda melezi Tom Hagen’ın sahiplenilmesi, büyütülmesi ve bu sırada isteklerine ve var oluşuna karışılmaması, güzelce yönlendirilmesi Baba’ya duyulan hayranlığı artırır. Baba, geleneğe karşı çıkmış Sicilyalı olması gereken danışmanlığa Alman-İrlanda melezi birisini getirmiştir. İyi bir lider gibi. Ancak yine bir iyilik ve bakım mafyanın çıkarlarına hizmet etmeye dönüşmüştür. Baba, evlat edinerek de babalık yapar, yine iyi liderler gibi. Kitaptan:

“Baba, ileriyi görerek, zekice davranıyordu; yoksul İtalyan mahallelerinde yaşayan ve bir gün avukat, doktor, savcı hatta yargıç olabilecek çocukların öğrenim masraflarını karşılıyordu. İmparatorluğunun geleceğini büyük bir lider gibi plânlıyor, hazırlıyordu.”[2]

Bu cümlelerin hiç yabancı gelmediğini hissetmişisinizdir. Evlatlık Tom Hagen vaftiz oğul Johnny ile rekabettedir. Filmde herkes Baba'dan babalık beklemekte, istemekte hatta bunun için rekabet etmekte, baba, babalık yapmazsa kırılmaktadırlar.

DİRENÇ KABUL ETMEME:

Baba’ya hayranlık duyanlar iki gruptur: birincisi babanın vahşetini bilip korkanlar ikincisi babanın vahşetini bilmeyenler. İki uçta duran iki olasılık vardır ya Baba’nın şefkatli dostluğunu ya da öldürücü düşmanlığını kabul etmek.

Baba bir şey isterse, bu önemli bir meseledir. Onun arzusu gerçekliği belirler ve biçimlendirir. Haz ve gerçeklik ilkesinin bir kaynaşması vardır. Baba, sosyal gerçekliği kendi arzusuna göre büker, çarpıtır. Baba için toplumun belirlediği suçlar suç değildir. Suç, onun arzusuna karşı gelmektir. Suçu, onun arzusu tanımlar. Bu durumda babaya direnç göstermek de suçtur.

Direnç kabul etmeme filmde dört kulvarda ilerler:

  1. Cenazecinin direncinin; “Gördün mü gününü. Hukuk sistemine güvenirsen böyle aşağılanırsın.” diye aşağılayarak ve “Benim gibisini bulamazsın! Onlar kötü ben iyiyim.” büyüklenmeciliğiyle, dostlukla ve ikna yoluyla kırılması,
  2. Film yapımcısı Woltz’un direncini kabul etmeme ve “ona hiç reddedemeyeceği bir teklifte bulunarak” ölüm tehdidi ile boyun eğdirilmesi,
  3. Türk Solozzo’nun Baba’nın direncini kabul etmemesi ve öldürülmesi,
  4. Michael’ın açık direncinin “ihanet edemem Babama” düşüncesiyle tam bir sadakate dönüşmesi ve istismar edilmesi.

Bu dirençler karşısında Baba daha çok yücelir; pedofili olan sapık Woltz’a ve uyuşturucu işine sokmak isteyen Türk Solozzo’ya karşı durmuştur. Puzo okuyucunun direncini Baba'nın karşısına gerçek ve kötücül suçlar koyarak kırar. Alınan intikamlarda ve yapılan tehditlerde Baba’ya hak verilir.[3] Michael’ın direnciyle Baba, özel olarak ilgilenir. Onu gözetir, askerden dönmesini gizlice ayarlar, onsuz düğün fotoğrafı çektirmez…

Direnç geliştiğinde uzlaşmaya gidilemez: boyun eğdirme, istismar etme ya da yok etme seçenekleri vardır.

«BU ADAM PRENSİP SAHİBİ Mİ?»

Daha önce belirttiğim gibi Michael prensip sahibidir. Baba ile takışır. Baba için prensip sahibi ve kişilikli olmak intikam almakta ve kan davası gütmekte ısrarcı olmak demektir. Baba, Woltz’u bu açıdan sorgular. Sonra da onu korkutan, inadını kıran ve küçük düşüren hamlesini yapar, atını alır.

Baba’nın Türkçeye «Bu adam prensip sahibi mi?» olarak çevrilen sorusunun aslı İngilizcede “Bu adam gerçekten taşaklı mı?”dır. Sorunun muhatabı Alman-İrlanda melezi consigliori Tom Hagen bu soruyu anlayamaz, şunları düşünür;

“Woltz kişilik sahibi bir erkek mi? iradesi kuvvetli mi? Her halde kuvvetliydi, ama Baba'nın sorduğu bu değildi. Film yapımcısı Woltz blöfe gelemeyecek kadar yürekli miydi? … Hagen buna evet karşılığını verirdi. Oysa Baba’nın sorduğu bu da değildi. Sonunda Hagen soruyu kafasında gereken biçime soktu. Woltz, intikam almak için her şeyi kaybetmek pahasına da olsa yolunda yürüyebilecek kadar yürekli miydi?”

Baba bunu merak ediyordu. Pozisyonunu buna göre belirleyecekti. Gerçekteki bir kastrasyona yaklaşılmıştı. Bu, Baba için de geçerliydi Michael için de: “Gerçek bir mafya babası asla satın alınamazdı; öcünü kimsede bı­rakmazdı.”[4] Uzlaşma yoktu.

Baba’nın karşısına Türk tilkisi Solozzo çıkar. Solozzo düzenbazdır, pisliktir. Türkiye’de fazla kalmış, Türkle evlenmiş ve Türk olmuştur. Babayı almak için hamlede bulunur, babayı ilk hamlede alamasa da babanın yanındaki kale gibi Luca’yı devirir, veziri tehdit eder. İkinci denemesinde hastanede hamle yaptığında oyuna güçlü bir taşı, Michael’ı soktuğunun farkında değildir. En zor anında gariban Enzo gibi Baba’ya destek olanları görmek izleyiciyi etkiler. Bu sırada insana şu düşünce hakimdir “Baba’yı öldürürsen iyi ama yaralarsan yandın”. Baba, doğadaki vahşi bir aslan gibidir. Sağ kalması, intikamını alacağını gösterir.

Baba hastaneye yatınca oğlu Sonny mafya savaşını başlatır. Filmde verilen bir diğer mesaj Baba’nın çetesinin saldırganlığını dizginliyor olmasıdır. “İyi ki Baba var.” Baba ortada olmadığında çetesi intikamı; açıkça, vahşice ve tümüyle eyleme döker.

Gerilemiş toplumlarda kim daha vahşi ve güçlü ise adaleti o sağlar. İktidar, adalet ve rekabet ile değil vahşetin gücü ile belirlenir. Uzlaşma sağlayıcı bir otorite oluşturulamaz.

KAPALI GRUP- BİZ VE ONLAR

Mafya’da Omerta sayesinde grup dışarıya kapanır. Omerta’ya göre çete üyesi devlet ve diğer otoriteler karşısında suskunluğunu bozmaz. Baba, oğullarına dışa kapalı olmalarını, kimseye düşüncelerini hissettirmemelerini sık sık öğütler. Sunny’nin bir açık vermesi ile Türk Solozzo tuzağını kurmuştur.

Filmde Tom evlat edinilmiş olsa da Kay ile birlikte hep yabancı kalırlar. Kitapta ise Kay ve Tom asimile olur.

Kapalılık yalnızca kadınlara ve farklı ırklara karşı değil aile dışından gelenlere karşıdır aynı zamanda. Damat haindir, gelinin burnu büyüktür. Aileye dışarıdan kimse giremez. Son bölümde kuzen aşkı vardır.

Kapalılık sert bir bölmedir. Irkın ve ailenin sınırları sert bir şekilde savunulur. Göçmen ve yerli, biz ve onlar bölünmesi bırakılmaz. Biz ve onlar uzlaşamaz.

TOTEM VE TABU’DAKİ İLKEL BABA

Freud “Totem ve Tabu”da Baba filmindekinden daha ilkel olan hatta en ilkel babayı tasarımlar. Bu ilkel babanın kabilesine Freud, Darwin’in ilkel kabilesi der. Netflix’teki Şempanze İmparatorluğunu seyrederseniz Darwin’in kabilesini kolaylıkla hayal edebilirsiniz. Hatta genetik köklerimizin şu anki yaşamımızla benzerliğini görmek sizi şaşırtacaktır.

Freud buradaki babayı, “bütün dişileri kendine saklayan ve büyüyen oğullarını gruptan uzaklaştıran barbar, kıskanç bir baba” olarak tanımlar. Bu babadan kurtulmak için:

“Bir gün kabileden uzaklaştırılan erkek kardeşler bir araya gelir, babalarını öldürüp yiyerek ataerkil kabile düzenine son verirler. Birlikte oldukları zaman, bireysel anlamda imkansız olan şeyi yapacak cesareti bulurlar. (Belki de kültürel bir gelişme, yeni bir silah, kendilerine daha üstün bir güç duygusu vermiştir. [Baba filmindeki gibi babanın yaşlanması veya zayıflaması daha sık karşılaşılan bir durum olmalı.]) Yamyam ilkellerin, öldürdükleri kurbanlarını yediklerini söylemeye gerek yok. Kuşkusuz, şiddet düşkünü ilkel baba erkek kardeşlerden her birisi için korkulan ve kıskanılan bir model olmuştur: ve onu yerken, onunla özdeşim kurmuşlar ve her birisi babanın gücünün bir kısmını kazanmıştır. Belki de insanlığın en eski festivali olan totem yemeği böylece, birçok şeyin de —toplumsal örgütlenmenin, ahlaki kısıtlamaların ve dinin— başlangıcı olan bu önemli suç olayının bir tekrarı ve anılması olacaktır.”

KADINSI VE ERKEKSİNİN AYRIMI

Yukarıdaki gibi kastre eden ilkel otorite, hem paranoyaya hem de şiddete sürükler. Çeteleştirir. Totem ve Tabu'da erkekler çözümü çeteleşerek babayı öldürmekte bulmuştur. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Eğer eril ve dişil ögeler birbirinden ayrılırsa yaşam süremez, kendini gerçekleştirme ketlenir. Kastre eden ilkel baba, oğullarının birer erkek olarak varoluşlarını ve dişiliği içlerine alışlarını engellediğinde oğullar varoluşsal bir sorun yaşamış ve çözümü varoluşlarını engelleyen babayı öldürmekte bulmuşlardır. Bu, babalık ve oğulluk arasında, bir kan davasının, kısırlaştıran bir şiddet döngüsünün oluşmasıdır: kastre eden kastre edilir.

Burada kastrasyonun gerçekleşmesi ile kastrasyon kaygısı birbirinden ayrılmalıdır. Uyarı, yasa ve cezalar kastrasyon kaygısı yaratır. Freud'un Totem ve Tabu'da bahsettiği ilkel baba kastrasyonu eyleme geçiren babadır. Kastrasyonu, oğullarının tüm kadınlarla ilişkisini keserek ve tüm kadınları sahiplenerek eyleme dökmüştür. Normalde anne-baba kastrasyonu eylem olarak uygulamazlar ya da cinselliği tamamen yok etmezler. Çünkü sert üstbenlik yer değiştirmeyi, oyuna yönelmeyi ketlerse simgeleştirmeyi engeller.

Kastrasyonun bir uyarı değil de eylem olması kişiyi somut düşünceye saplar. Söz, eylem yerine geçecek kadar güçlü olur. Böyle bir durum çocuğun düşlemini geliştireceği bir “geçiş alanı” oluşmasını engeller. Söz ve eylemin simgesel denkliği soyut düşünceye izin vermez.

Aynı zamanda, baba ve oğul arasındaki kuşak farkı da inkar edilir. Baba, zamanın geçişini ve yaşlandığını inkar etmektedir.

İlkel üstbenliğin eril ve dişil ögeleri ayrı tutması sonucunda; kendini gerçekleştirememe, paranoya, şiddet, somut ve büyüsel düşünceye saplanma, yer değiştirmeyi kullanamama, sözün eyleme denk olması, geçiş alanının oluşmaması ve kuşak farkının reddi ruhsal işlemleme süreçlerine alan bırakmaz.

Kadınsı ve erkeksinin sert ayrımı kabile yaşantısında, ilkel toplumlarda, gerileyen toplumlarda ve psikiyatrik hastalıklarda görülebilmektedir. Kadınsı ve erkeksinin ayrımı bilinçdışında anne-babanın bir araya getirilememesi gibidir.

Eril ve dişil ögelerin birbirinden ayrılması ve tüm erilliğin tek kişide toplanması erkek çocuğu babasının önünde pasif bir boyun eğmeye götürerek onunla erkeksi özdeşimini gerçekleştirmesini engeller. Çocuk, kız mı erkek mi olduğu konusunda şüpheye düşebilir. Bu dinamik, cinsiyetlerin birbirini aşağılamasına, birbirlerini yalnızca cinsel doyum sağlayan bir nesne olarak görmesine ve insanın sadece bir cinsel organa (penis, vajina, anüs ya da rahim şeklindeki parça nesneye) dönüşmesine neden olur. Otoriteye, erkeksiye, kadınsıya, üretene yönelik şiddet yükselir.

Winnicott’un “Yaratıcılık ve Kökenleri” makalesindeki erkek hastanın öyküsü, çözerek ayrıştırılmış erkeksi ve kadınsı kimliklerin BEN diyebilme yeteneğini nasıl bozduğunu gösterir. Annesinin, bir kızı olmasını istemesi nedeniyle yaşamının ilk yıllarında kız gibi yetiştirilen hasta, 25 yıl boyunca farklı analistlerden analizden geçmiştir. Bu yıllar boyunca saf bir kadınsı öge içinde dokunulmadan kalmıştır. Winnicott, erkek hastanın seansta penis kıskançlığından bahsettiğini fark ettiğinde, bir kadını dinlediğini anlar. Bunu yorumladığında, hasta önce bunun kendi deliliği olduğunu düşünür. Ancak Winnicott bunun, onu dinleyen ve ona kız gibi davranan kişinin, yani annesinin deliliği olduğunu ekler. Ayrı duran parçalar bu yorumla birlikte hastanın iç dünyasında yerli yerine oturur.

Winnicott, erkeksi ögeyi, dürtüler temelinde etkin veya edilgen olarak nesnelerle ilişkiye girmekle ilgilenen parça olarak tanımlamıştır. Yani, erkeksi öge “yapar”, ayırır, nesneleştirir, ilişkiye girer ve dürtüleri tatmin eder. Diğer taraftan saf kadınsı öge meme ile ilişkilidir. Nesne ile öznenin “birlik haline gelmesi” ile kadınsı öge olan meme “var olur”. Bir bebek annesinin memesini emdiğinde meme/anne haline gelir. Winnicott bu “var olma” duygusunu “birlik olma” duygusunun öncesine koymuştur, çünkü o noktada iç içe geçmiş bir özdeşleşmeden başka bir şey yoktur. Burada nesne, özne olur. Yani, kadınsı öge “olmak”tır.

Yukarıdaki olguda ve dünkü filmde ilişki kurması bozulmuş erkeksi ve kadınsı ögeler savunma amaçlı olarak ayrı tutulmaktadır. Annenin erkeksiye yönelik bir saldırısı vardır. Kadınsı ve erkeksi ögeleri ayrı tutma ihtiyacı iç dünyada kaynaşmış olduklarını gösterebilir. Bu ögeler, kaynaşmış ve ilkel halde durduklarında dürtüsel yükleri yoğun kalabilir, tümgüçlülükle birlikte korku ve çaresizlik yaratabilirler. Çifte değerlilikte duygu ve dürtülerin önce kaynaşık, sonra iç içe, sonra ayrışmış ve en sonunda birlikte ve bastırmanın egemenliğinde iyilik adına yapılanmaları gibi; kadınsı-erkeksi, ben-sen, dost-yabancı gibi bazı temel  “çifte durumluluk” hallerini çocuk önce ayrıştırır sonra birlikte var oluşlarını yapılandırır.

İlkel babanın sadece ilkel çağlara özgü olduğunu kesinlikle düşünmeyin. Bugün de tüm kadınları tüm erki elinde tutarak kendisinden sonra gelen kuşaklara yaşam şansı tanımayan, onların yaşamda varoluşlarını desteklemeyen babalar şiddeti körüklemektedirler. İçsel travmalarını kendilerinden sonra gelen kuşaklar üzerinden yinelemektedirler.

TRAVMANIN İÇİNDE YAŞARKEN TOPLUMSAL GERİLEME

Deprem sonrasındaki dönemde yıllar içinde Odağ Yayınlarında travma ile ilgili ciddi bir kaynak oluştuğunu fark ettim. Yayınlarımız 30 kitaba ulaştı. Toplumsal travmaların yol açtığı toplumsal gerilemeler ile ilgili olarak da Vamık Hocanın yazdıkları ve Türkçeye çevrilen kitapları çok değerli kaynaklar. Vamık Hoca bu konudaki çalışmaları sonucunda psikolojik açıdan gerilemiş toplulukların 20 özelliğini belirlemiştir. Bunların hepsi mafya örgütlenmesi için geçerlidir. Bazıları şöyledir:

  1. Grup üyeleri bireyselliklerini yitirirler.
  2. Grup gözü kapalı bir biçimde liderin çevresinde toplanır.
  3. Grup “iyi” (yani sadakatle lideri izleyen) ve “kötü” (yani lidere karşıt olarak algılanan) parçalara bölünür. Arındırmayı simgeleyen davranışlarda bulunmaya başlar.
  4. Grup kendisiyle “düşman” (bunlar genellikle komşudurlar) gruplar arasında keskin bir “biz” ve “onlar” bölünmesi yaratır. Coğrafî ya da yasal sınırları “ikinci bir deri” olarak yaşar.
  5. Grubun ortak ahlâk ya da inanç dizgesi, kendisiyle çatışmalı olarak algılanana karşı giderek mutlakçı ve cezalandırıcı bir hale gelir. Düşman gruplar aşağılanır: şeytanlar, böcekler, mikroplar, insan müsveddeleri olurlar[5].
  6. Grup, ortak kimliğini sürdürmek adına her şeyi yapma “hakkı”na sahip olduğu duygusunu yaşar.
  7. Grup, aşırı derecede “içe alma” (introjection) ve “yansıtma” (projection) düzeneklerini uygular ve buna bağlı olarak paylaşılmış depresif duygulardan ortak paranoid beklentilere dek değişen duygudurum oynamaları yaşayabilir. Grup üyeleri, artan ölçüde büyüsel düşünceye yönelir ve gerçekliğin bulanması durumunu yaşarlar.
  8. Önder, aile içindeki temel güveni yıkar ve aile içindeki, normal çocukluk çağı gelişiminde ve ergenlik geçişinde ortaya çıkan rollerle (özellikle de kadınların rolüyle) çatışan, yeni bir tür aile hiyerarşisi yaratır.

Ruhsal olarak gerilemiş topluluklar sürekli bir travmanın ve var oluşa yönelik bir tehdidin içinde olma hali yaşarlar. Baba filminde yas tutma ve suçluluk hissetme yoktur. Üçüncü bölümde Michael’ın yaşadığı yas ve suçluluk işlenemez. Şiddet başladığında acı hissedilmiyor gibidir ve şiddet serbesttir. Paranoya gerçeklik zeminindedir ve güçlüdür. Yaşam, yaşamda kalma düzeyine indirgenir. Yıkıcı bir narsisistik örgütlenme vardır.

Carine Minne ve Paul Kassman, “Çete Kültürü İçinde ve Çetelerle Çalışmak”[6] başlıklı makalelerinde çete üyeleriyle yaptıkları grup psikoterapisi deneyimlerini ve gözlemlerini anlatırlar. Çetelerin oluştuğu topluluklarda çeteleşmeyi engelleyecek liderler yoktur. Ötekileşme, marjinalleşme, çevreye kapalılık, fakirlik, işsizlik, sosyal yardımla geçinme, köyden şehre göç, travmatize olma gibi etkenler çete üyelerinin ortak özellikleridir. Minne ve Kassman’ın çalıştığı suçlular sıklıkla babasız ailelerde büyümüşler ve bir kısmının alkol/madde bağımlısı anneleri vardır. Fiziksel ve ruhsal olarak örselenmişler veya ihmal edilmişlerdir. Bir kısmı, çeteleşmeye gerileyene dek okullarında başarılı çocuklardır. Çete, bu çocuklara geçim kaynağı yaratır ve geldikleri aileler gibi travmatize edici bir ortam sunar.

Bu duruma, “paranoid çete konumu (gang position)” adını koyabiliriz. Paranoid şizoid konumda kendiliğin deneyimlediği dinamiği bu konumda bir grup insan, sıklıkla hemcins olan bir grup çeteleşerek yaşamaktadır. Şizoid içe kapanma bireysel olarak değil çeteleşerek deneyimlenir. Filmde bu, çete savaşı çıktığında üyelerin güvenli bir eve kapanmasıyla gösterilir. Meltzer ve Volkan bunu “gruba kaçmak - flight to the group” diye tanımlamışlardır[7]. Çete gibi kapalı bir gruba ya da aileye paranoid biçimde gerilemeyi göçmen ailelerden gelen hastalarımda gözlemlemiştim. Bunun bir biçimini Balkanlardan gelen göçü ele aldığım “Anavatanına Sürgün” başlıklı yazımda araştırmıştım.

Psikotik ve narsisistik hastalarla çalışan Herbert Rosenfeld “içsel çete” oluşumunu kavramsallaştırmıştır. “Yaşam ve ölüm dürtülerinin psikanalitik kuramına klinik bir yaklaşım: narsisizmin saldırgan yönleri üzerine bir araştırma” başlıklı makalesinde Rosenfeld, Freud’tan başlayarak ölüm ve yaşam dürtüleri üzerine psikanalistlerin yaptığı önemli katkıları özetler. Libidinal yönün baskın olduğu narsisistik durumlarda kendilikten ayrı olan bir nesnenin kendiliğin tümgüçlü ülküleşmesini tehdit ettiği algılanırsa yıkıcılığın öne geçtiğini belirtir. Narsisistik kişide yıkıcılık, ayrışmaya, iyinin başkasında olmasına …. karşı gelişir.

Türkçede mevcut olan “Ruhsal İnzivalar Psikotik, Nevrotik ve Sınır Hastalarda Patolojik Örgütlenmeler” adlı kitabında John Steiner içsel mafya örgütlenmesini şöyle açıklar:

Rosenfeld, yalnızca nesnedeki iyi unsurlarla ilişki içindeki benliğin iyi unsurlarının idealize edilmediğini, aynı zamanda yıkıcı unsurların da benzer şekilde idealize edilebileceğini ve bunun yıkıcılıkla başa çıkmanın önemli bir yolunu oluşturduğunu göstermiştir. Kendiliğin zayıf, bağımlı bir parçasının (libidinal benlik) analistle temas kurmaya çalıştığını ancak yıkıcı nesneler ile kendiliğin yıkıcı parçalarının kurduğu ittifak tarafından engellendiğini savunur. KÖTÜLÜKTE KALMAK Bu ittifaktan narsisistik bir örgütlenme olarak bahseder ve bunun hastanın anlattıklarında genellikle idealize edilmiş bir çete veya mafyanın bilinçdışı bir fantezisi olarak nasıl temsil edildiğini açıklar. Bu içsel mafya, libidinal kendiliğe kendisini bir yardımcı veya müttefik olarak sunar. Aslında bu yıkıcı unsurlar kişiliği ele geçirir ve her türlü gelişme ve büyümeyi engeller.

Bu içsel mafya, psikotik bir biçim alabilir ve hastaya acı ve kaygıdan kurtulmanın vaat edildiği sanrısal bir dünya sunabilir. İçsel mafyanın başlıca amacı genellikle kişilik üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek ve iyi analistle ve yapıcı analitik çalışmayla gerçek bir teması engellemek olarak ortaya çıkar.

Rosenfeld şöyle yazar:

Bu psikotik yapı, kendiliğin parçalarının içine çekilme eğiliminde olduğu sanrısal bir dünya ya da nesne gibidir. Kendiliğin; her şeye gücü yeten ya da her şeyi bilen, son derece acımasız bir parçası tarafından yönetiliyor gibi görünür. Bu da sanrısal nesne içinde tam bir acı çekmeme hali ve aynı zamanda her türlü sadist faaliyette bulunma özgürlüğü olduğu fikrini yaratır ...

Bu sanrısal dünya içindeki yıkıcı dürtüler bazen açıkça aşırı zalim olarak görünür, güçlerini göstermek için kendiliğin geri kalanını ölümle tehdit eder. Ancak daha sık olarak tümgüçlü bir yardımsever veya hayat kurtarıcı olarak kendini gizler ve hastaya tüm sorunlarına hızlı ideal çözümler sunmayı vaat eder. Bu sahte vaatler, hastanın normal kendiliğini tümgüçlü kendiliğine ruhsal veya maddesel olarak bağımlı hale getirmek ve normal aklı başında kısımları bu sanrısal yapıya çekerek onları hapsetmek için tasarlanmıştır.

PEKİ MAFYA BABASI ERKEK OLMAK ZORUNDA MIDIR?

Sorusuna yanıtı Puzo’da buluruz. Mario Puzo’nun babası 12 çocuklu ailesini Puzo 12 yaşındayken terk etmiş ve annesi aileyi bir arada tutmuştur. Puzo, Don Corleone’yi yazarken annesinin konuşmalarından esinlendiğini belirtir.[8] Diğer yandan filmde, Baba’yı baba yapan ve destekleyen sessiz karısıdır. Kadının sesi pek duyulmaz ya sessizdir ya da bağırıyordur ama duyulmuyordur. Baba’nın kızı Connie 2 bölüm boyunca topladığı travmalar ve ezilmeler ile üçüncü bölümde bir mafya lideri yaratacak, onu yönlendirecektir. Sesini, abisi ve babası gibi olunca duyurur. Connie’yi oynayan Talia da Coppola’nın kız kardeşidir.

İki yazar iki kadını mafya babasının içinde kaynaştırmıştır.

 

 


[1] Kitapta Johnny arkadaşını yanına alır ve meşhur olmasını sağlar. Ne yazık ki arkadaşı bu hızlı değişime ayak uyduramaz ve alkole bağlı sirozdan ölür.

[2] S. 208

[3] İnsan, mezarcı Bonaseranın kızını döven ve tecavüz eden iki zengin aile çocuğundan alınan intikama kaptırır kendini. Pedofil ve küstah olan Woltz’a verilen ceza insanı sevindirir.

[4] S. 195

[5] insandan aşağı özelliklerle ilişkili simgelerle ya da protosembollerle betimlenir ve insanlıktan çıkarılır.

[6] Working with gangs and within gang culture,

[7] Göçmenlerin tek vücut olması; to withdraw in the group

[8] https://www.nytimes.com/1997/03/30/magazine/questions-for-mario-puzo.html?searchResultPosition=1