• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

Merak ve Psikanalitik Teknik Üzerine Bazı Düşünceler

Merak ve Psikanalitik Teknik Üzerine Bazı Düşünceler

Some reflections on curiosity and psychoanalytic technic, Edward Nersessian

Özet Çeviri: Dr. Ali Algın Köşkdere

Bu yazıda merak, özellikle de çatışmadan uzak olan biçimi benliğin bir tutumu olarak kavramsallaştırılacaktır.

Zihnin bilinmeyen ve keşfedilmemiş yerlerini araştırmak genelde analistin temel bir özelliği olarak kabul edilir. Greenson (1967) bunu şöyle tanımlamıştır;

Analist; sorgulayan, bilgiyi, nedenleri ve başlangıçları arayan bir zihne sahip olmalıdır. Kişiyi bu yöne sevk eden enerji, miktarı çok, kalitesi iyi olan “merak”ından gelir. ... Böyle bir tutum, ancak merak içgüdülerin egemenliğinden kurtarıldığında sergilenebilir. (s. 381)

Analistin görece çatışmadan bağımsızlaşmış ve sınırlandırılmayan (conflict-free or unconfinable) bir merakı olmalıdır.

Psikanalitik Kuramda Merakın Yeri

Freud, Leonardo da Vinci'yle ilgili makalesinde araştırma ve bilme içgüdüsü ile merak arasında bir ayırım yapar. Merakın 3 yaşındaki çocukta sorular biçiminde, kendiliğinden ortaya çıkmadığını, bir kardeşin doğumu ya da bununla ilgili -dış deneyimlerden kaynaklanan- bir korku gibi önemli olayların etkisiyle uyandığını öne sürer.

Freud’un bu sonuca nasıl vardığı pek net değildir ama araştırma içgüdüsünün olası üç değişimi ile ilgili düşüncelerini özetlersek konu daha iyi anlaşılacaktır.

1.        İlk durumda, araştırma içgüdüsü cinsellikle aynı kaderi paylaşır; bastırma yoluyla merak baskılanır ve “zekanın serbest etkinliği” azalır.

2.        İkinci durumda, bireyin zeka gelişimi cinselliğin bastırılmasına karşı koyabilecek kadar güçlüdür ama aşırı düşünme ile birlikte düşünme eylemine cinsel bir anlam yüklenir (sexualization). Bu olgularda, sıklıkla kişiye özgü bir biçimde, araştırmak cinsel bir etkinlik haline gelir. Kişinin, bir şeyleri zihninde çözmesinden, yerine oturtmasından ve açıklamasından elde ettiği doyum cinsel doyumun yerine geçer.

3.        Üçüncü durumda, ki Freud bunu en seyrek karşılaşılan ve en mükemmel olan durum olarak görür ve Leonardo'yla örneklemiştir, en baştan itibaren libido merak duymaya doğru yüceltilerek bastırmadan kurtulur ve libido, destek güç olarak güçlü bir araştırma içgüdüsüne tutturulur/eklenir.

Tüm bunlarda Freud merakı cinsellik içgüdüsüyle bağlantılandırır ve araştırma içgüdüsünden ikinci aşamasa da söz eder. Bu makalede, Freud’dan farklı olarak merak, benliğin bir potansiyeli ya da özelliği olarak ele alınacak, cinsellik ve saldırganlıkla ilgili çatışmalara ikincil düzeyde karıştığı düşünülecektir.

Freud yaşarken, psikanalistler daha çok merak ve cinsel içgüdü arasındaki bağlar üzerinde durmuştur. 1913'lerde Abraham'ın çalışmalarında röntgencilik/scoptofili, nevrotik inhibisyon ve belirtiler üzerine değinilmiştir.

1961'de Nunberg merak konusunu ele almış, zihni çocukluğundaki döllenme ve doğumla ilgili sorularla meşgul olan, devamlı merak eden bir hastasını anlatmıştır. 1970'de Lewin merakı iyice inhibe olan bir vaka anlatmış ve bunu çocuksu cinsel deneyimlerin baskılanmasıyla bağlantılandırarak hastanın nevrotik şüphesini çocukluk merakının arızalanmış bir biçimi olarak tanımlamıştır.

1991'de Mayes merakın çocukluğun ilk aylarından beri var olduğunu, çocukların çevrelerindeki dünyayı algılamalarındaki önemli bir öğe olduğunu, biyolojik bileşenleri olduğunu, uyum sağlamaya yaradığını ve evrimsel açıdan da önemi olduğunu ileri sürmüştür.

Emde (1991) merakla birlikte yaşanan olumlu deneyimlerin, ilgilenmenin, şaşırmanın, egemen olma hazlarının, önemini vurgulamış ve merakın “yeninin araştırılmasında ve yeni olan şeylerin tanıdık hale getirilmesinde yönlendirici olduğunu” belirtmiştir.

Mahler, Pine, Bergman (1975); İnsan Yavrusunun Psikolojik Doğumu'nda çocuğun yabancıya verdiği tepkilerin kaygının ötesinde, benliğin sensori-motor ve quasi-kognitif işlevleriyle de bağlantılı olduğunu, yabancıların kaygıyla birlikte orta ve ileri düzeyde merak uyandırdığını belirtmiştir. Ekip, kitaplarında yeniye ve tanıdık olana duyulan merakın ve ilginin yabancıya verilen tepkilerden olduğunu tekrar tekrar vurgulamıştır.

Broady ve Siegel; merak duyma kapasitesinin benlikte yattığını, tüm özellikler gibi bununda üstbenliğin egemenliğinde olduğunu belirtmişlerdir.

Burada merakı, dilin ve düşüncenin ortaya çıkmasıyla birlikte oynadığı rollerden ve işlevlerden anlaşılabileceği gibi, benliğin bir tutumu ya da özelliği olarak ele alacağım. Böyle bakıldığında merak çok farklı biçimlerde dile getirilir, psikoseksüel gelişim evrelerinin etkisinde kalabilir ve kalır, ve bu nedenle döneme özgü uzlaşma oluşumlarının bir parçası olabilir.

Merak ve Psikanalitik Teknik

Fliess (1942) “gezici dikkati” şartlandırılmış gündüz düşüne benzetmiştir. Şartlandırılmış tanımıyla, gündüz düşünün analistin içinden değil, hastanın uyarımıyla oluşmasını anlatmış, bununla birlikte analistin düşünsel işlevlerinin hiçbirinde bozulma olmaması gerektiğini de belirtmiştir. Çünkü analist, istediği anda devreye girebilmelidir. Greenson (1967), eşit bir düzeyde hafiflemiş, hareketli ve serbestçe dalgalanan bir dikkatle dinlenilmesini önermiştir. Bunun amacının, hastanın ortaya çıkardıklarının bilinçdışındaki temellerini tercüme etmek olduğunu belirtmiştir.

Merak, dikkate sessizce eşlik eder. Bu yüzden analitik duruşla çelişmez ve analitik tekniğin önemli bir komponentidir. Merak olmadan bir analiz verimsizleşecek ve entellektüalizasyondan başka bir şey olmayacaktır. Analitik yaklaşımı bu bakış açılarıyla formüle edersek;

1.        ilk öğe, odaklanmayan bir dikkatle yapılan, yönlendirilmemiş bir dinlemedir. Uygulamada bu, analistin, hastanın çağrışımlarına ne zaman katılacağında bir öncelik belirlememesidir. Analist bir sünger gibi hastanın tüm çağrışımlarının zihninde yeniden anlamlandırılmasına izin verir.

2.        Bu yeniden anlamlandırmaların sonucunda analistin zihninde bazı sezgiler oluşur.

3.        Bu sezgiler, düşünsel ve mantıksal bir değerlendirmeden geçirilerek sorulara ve yorumlara dönüşen varsayımların temelini oluşturur.

Analistin etkin bir biçimde merak etmesi dikkatinin görece pasifliği ile çelişmez ve mutlaka müdahaleci bir tutuma dönüşmesi de gerekmez. Burada etkin bir zihin ile kelimelere dökme biçimindeki etkin olmayı birbirinden ayırmalıdır. Etkin bir zihin varsa sıklıkla konuşma miktarı da artar ama bu ilişkinin olmadığı durumlar da vardır.

Analistteki Merakın Özellikleri

Dedikodularla, ilginç gerçeklerle, ticaret pazarındaki bilgilerle, politika ile ilgilenen analist gerçekte hastasının zihin dünyası ile ilgilenmiyordur ya da iç çatışmalarından kurtarılmış bir merak oluşturamamıştır.

Bu oluşturulabilirse, merakın geçici olarak ortadan kalktığı, reverie ya da ilişkisiz konulardaki düşünceler, çağrışımlar, ya da gündüz düşleri, hastanın iç dünyası ile ilgili önemli öğeleri ortaya çıkarabilir. Serbest dalgalanan dikkatin “sürçtüğü” böyle durumlar, analistin hastalıklar, para sorunları, aile gibi kişisel kaygılarından kaynaklanabilir ve merakın kaybedilmesine neden olabilir. Böyle durumlar analistin karşı-aktarımı hakkında ya da hastanın dirençleri hakkında bilgi edinilmesine de yarayabilir. Zaman zaman analist zihnindeki düşüncelerin neden bu yöne gittiğini kendine sorarak karşı aktarımını araştırmalıdır.

Klinik Örnekler

İlk hasta, depresif duygularla gelen, yaşamdaki yönünü kaybetmiş, evlilik sorunları olan, özgüveni düşük bir erkekti. Analiz ilerledikçe ve hastanın rahatsızlığında önemli olabileceği düşünülen konulara gelindiğinde hastanın ısrarlı merakını neyin ortadan kaldırdığıyla ilgili merakımı koruyamaz olduğumu fark ettim. Bu konuları araştırmanın hastanın rahatsızlığını arttırabileceğiyle ilgili korkum, merakımı ketlemişti. Elbette karşı aktarımım farklı dinamik ve kökensel etkenlerden etkilenen farklı öğeleri vardı, özellikle de hastanın etkinleşen yoğun sadistik fanteziler karşısında artan saldırganlığıma yönelik savunmalarım. Burada, merakımın ortadan kalkışı hastayı dikkatle izlememi engellememişti. Sanki, yakından ilişkili bu iki zihinsel öğe arasında bir bölünme vardı.

İkinci hastam, yoğun bir depresyonu olan, merakını kısmen farklı kanallara aktarabilmiş ilgili bir adamdı. Uzun süren tedavisinde güzel ilerlemeler oldu ve analizinin son aylarındayken analitik çalışma aktarıma ve hastanın beni alt etme arzusuna ve/veya onu alt etmem için beni provoke etmesine odaklandı.

Hasta, zenci dadısı ile onu ziyarete gelen bir adamla ilgili bir perde anısı getiriyordu. İkisi arasındaki ilişkiyi tam açıklayamıyordu ama adamın dadısının erkek arkadaşı olduğunu düşünüyordu. Bu anının neden bu kadar önemli olduğunu anlayamamış, anıdaki belirsizlikler aklımı karıştırmıştı. Bu anıyla yapılan analitik çalışma, erişkinliğinde de devam eden, çocukluğa ait bir nevrotik ketlenmeyi ortadan kaldırdı. Ama zaman zaman, özellikle de benim eksikliklerim ve zayıflıklarım söz konusu olduğunda, hasta “zenci ziyaretçiyi” hatırlıyor ve kedisini daha iyi anlamamızı engelliyordu. Bunları konuşarak benimle alay ettiğini ve böylelikle bana karşı hissettiği çifte değerlikli rekabeti dışa vurduğu sonucuna vardım. Bu konu üzerinde yeterince çalışıldığını düşünerek daha fazla merak etmemeye başladım. Ama bir gün muayenehaneme gelirken hastada şu düşünceler ortaya çıktı; “Babam zenci adamı mutfakta dövüyordu. Elinde bir sopa ya da beysbol sopası vardı. Zenci adamın penisi yoktu.” Hasta seansta şöyle devam etti; “Olamaz, belki de o dadıydı. Belki babam hizmetçiyle sevişiyordu. Babamın annemle seviştiğini biliyordum.” Ardından kız kardeşinin kalçasında iz bırakan bir kazadan söz etti. 7 yaşındayken yazdığı bir hikayeyi anımsadı, hikayede penisi olmayan bir erkek çocuğu anlatıyordu. Ardından da annesiyle ilgili düşüncelerine döndü, annesi gençken parlak siyah saçları vardı. Sonra bana tüm bunların ne anlama geldiğini, penissiz zenci adam hakkında ne düşündüğümü sordu. Çağrışımlarının anlattığı hikayeden penissiz çocuğa, oradan annesine ve siyah saçlarına gittiğini söyledim. Verdiği yanıt öncekilerden farklıydı ve başka şeyler hakkında konuşmaya başladı. Bir sonraki seansta artık analizi, bu seansta, bitirmek istediğini söyledi. Ama yine de bir hafta daha devam ederek kadınsı özdeşimini, kastrasyon kaygısını ve dövülme fantezisinin türevlerini çalışabildi, yoğun direncini aşabildi.

Bu örnekte de görüldüğü gibi hastanın düşüncelerini merak etmemeye ve sadece zenci adamın aktarımla ilgili anlamlarını araştırmaya başlamıştım. Bu da bakış açımı daraltmıştı. Brenner'ın vurguladığı gibi, eğer hastanın tüm zihinsel yaşamına yönelik merak devam edebilirse elde edilen verilerde şaşırtıcı ve beklenmedik düzeyde artış olacaktır.

Analizanttaki Merak

Burada iki konuyu ele alacağım;

1.        çatışmalardan uzaklaştırılmış merakın rolü ve bunun analiz edilebilirlikteki rolü

2.        merakın çatışmalı ya da patolojik biçimleri ve bunların analitik sürece etkileri

bir benlik özelliği olarak merak, baştan itibaren etkin olabilir ve hastayı analize getirmede rol oynayabilir. Daha sık olarak çatışma yüklü cinsel merak ve röntgencilik biçiminde kendini gösterir. Bu uyaranlarla bağlantılı suçluluk ve kaygılar belirgin ketlenmeye neden olabilir. Bu özgün çatışmaların analizi hastanın kendisini keşfetmeye yönelik ilgisini de serbestleştirecektir. Bunlar araştırılmadan analiz sürdürülemez veya hastanın edindiği bilgilerin çoğunu sindiremediği, entelektüel bir alıştırmaya dönüşür. Hastanın merak duymaya yönelik kapasitesini ve merakındaki olası ketlenmeleri değerlendirmek, analiz edilebilirlik açısından ve devam eden analitik sürecin değerlendirilmesi açısından anlamlıdır.

Bazı durumlarda analitik sürecin çatışma yüklü görünümleri sert, şiddetli ve inatçı olabilir ve analiz edilmelidir. Bu tür sorunları olan bir hasta uzunca bir süre iç dünyasına ışık tutamamıştı, çünkü sert ve acımasız olan üstbenliği merak duymasına izin vermiyordu. Ona, konular üzerinde düşünmesinde yardımcı olacağı düşünülen her soruya, merak etmek yerine, kendisini azarlama ile, özeleştiri ile yanıt veriyordu.

Bu hasta fakir bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. İki odalı bir evde yaşamıştı. Bir odada anne babası ve küçük kardeş yatar diğer odada da diğer kardeşler yatardı. Her kardeşin arasında 3 yaş vardı. Annesinin katı bir ahlakı vardı ve aileyi sert bir biçimde kontrol ediyor, kocasını kavgacı, huysuz ve etkisiz bir adam olarak görüyordu.

Hastanın merakındaki ketlenme yaşamının bir çok alanını olumsuz etkiliyordu. Konuların içeriğini merak etmemesi mesleğinde gelişmesini engelliyordu. Nitelikli biri olduğu halde, işinde hep aynı düzeyde kalmıştı. Bilmeye, bakmaya ve meraklı olmaya yönelik engelleri analiz edilmeye çalışıldı. Çatışmalı gözleme dürtüleri ve bunların cinsellik ve sadistlik yüklü türevleri analiz edildikten sonra kendini düşünme ve kendini analiz etme yetisi arttı.

Diğer hastalarda merakla ilgili bilinçdışı kaygılar, bilinmeyenden korkma biçiminde kendini gösterir ve bu korku genellikle dışarıya yansıtılır. Bu çok farklı biçimlerde kendini dışa vurur, yeni yerler ve yeni şeyler görme ve deneyimlemeden kaçınma, cinsel ilişki sırasında ne yapacağını bilememekten korkma gibi.

Merak ve gözleme ile bağlantılı çatışmaların analizinin öneminin yanında iki etken daha hastanın kendini merak etmesinde rol oynar. Birincisi ve en önemli olanı hastanın, analistin iyi huylu, yargılamayan merakı ile yaptığı özdeşimdir ki böylelikle analizantta da benzer bir tutumun gelişeceği beklenir. Belli bir süre sonra bunun kendiliğinden geliştiğini gözlemledim.

İkinci etken analistin birçok soruyu yanıtlamayarak Meissner'in de dediği gibi “analist ve analizand arasında bir diyaloğun başlaması” ve bunun bir süre sonra analizandın kendi düşüncelerini, hislerini ve davranışlarını merak etmesine katkıda bulunmasıdır.

Seansta analizandın ve analistin merak etme düzeyi değişir. Analizandın merakındaki dalgalanmalar fark edilmemiş dirençleri gösterebilir ve bunlara odaklanmak analiste zaman kazandırabilir. Şunu da eklemek gerekir ki, merakın olmadığı bir serbest çağrışımın yararı sınırlı olacaktır.

Son olarak Freud'un şu temel girişini anımsatmak isterim;

Zihninizden ne geçerse anlatın. Sanki, bir trende cam kenarında oturan yolcunun yanında oturana, camın dışında devamlı değişmekte olan görüntüleri anlatması gibi.

Bunu yapmak, derinlemesine düşünmek ve olanları anlamak için hastanın görmekte olduklarını merak etmesi gerekir. Yanda oturan yolcu gibi, analistte cam kenarındaki yolcuya dikkatini ve merakını yöneltmelidir.