• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BÜTÜNLEŞME, BÜTÜNLEŞMEME VE BÜTÜNLÜĞÜN BOZULMASI ÜZERİNE

BÜTÜNLEŞME, BÜTÜNLEŞMEME VE BÜTÜNLÜĞÜN BOZULMASI ÜZERİNE

Prof. Dr. Salman Akhtar, Halime Odağ Kongresi 2009 - İzmir

Kardeşim başarılı bir yazar, şair, oyun yazarı, politikacı ve iş adamıdır. Bir keresinde ona, “Kendini şair mi, yazar mı, iş adamı mı, politikacı mı olarak tanımlarsın?” diye sorduğumda bana; “Neden bunu bana soruyorsun? Ne saçma bir soru bu! Bu benim kiminle beraber ve nerede oturduğuma bakar. İş arkadaşlarımlaysam iş adamı, politikacı arkadaşlarımlaysam politikacıyım.” dedi.

Aslında “kimlik” hakkında konuşurken, az ya da çok, kimliğin somut, katılaşmış, durmuş bir yapılanma olduğunu düşünürüz. Somut ve tutarlı bir kendiliğin olmaması, patoloji olarak görülür. Diğer yandan Budizm’de ise bir kendiliğin olması patoloji olarak görülür. Çünkü bu inanca göre kendilik, güvenilir ve sağlam bir şey değildir. İnsan 5 yaşındayken, lisedeyken, üniversitedeyken, kendisi hakkında başka şeyler düşünür.

Kendiliğin; bütünleşmesi, somut, monolitik, oturmuş olması normal midir; yoksa değişken, kolay şekil alan bir kendilik olması mı daha sağlıklıdır? Aslında; bir modelde somut ve bütünleşmiş bir kendilik olması; diğer modelde de değişen, şekil değiştirebilen bir kendilik olması anormal karşılanır. Hangi modelin kullanılacağı ve ele alınacağı; bize, hastalarımıza ve neden böyle yapmak istediğimize bağlıdır.

Genç bir meslektaşım, yaşlı meslektaşlarıyla otururken, aralarında belli başlı konuların, şakaların konuşulduğunu, bunu her seferinde tekrar ettiklerini ve bundan büyük zevk aldıklarını gördüğünü söyledi. Arkadaşım, yaşlı arkadaşlarının yanından ayrılınca bu şakaları unutuyor ama onlarla bir araya gelince yeniden hatırlıyordu. Zamanla bu arkadaşım, analizinde kendisini daha bütünleşmiş hissedince, bu şakaları kendi arkadaşlarına da anlatmak istedi. Ama arkadaşları bu şakaları beğenmedi.

Bütünleşme

Bütünleşmenin sağlanması için bazı öğelerin bir araya gelmesi gerekir.

1.       Öncelikle sevgi ve nefret bir araya gelmelidir. Yani bir kişi, çevresindeki her insan ve konu hakkında ya çok sevgi dolu ya da çok nefret dolu olmamalıdır. Kendisini uzun süreli olarak çok neşeli ve çok mutsuz hissetmemeli, bazen hipomanik, bazen defresif olmamalıdır.

2.       Beden ve zihin bir araya gelmelidir. Bazen insanlar, bir ara zihinlerinin olduğunu, bir ara da bedenlerinin olduğunu unuturlar. Zihinleri varken bedenleri, bedenleri varken zihinleri yok gibi hareket ederler.

3.       Dün, bugün ve yarın bir araya gelmelidir. Kaybedilenin, elde olanın ve edinilebilecek olanların sentezi yapılmalıdır.

4.       İç dünya ile dış dünya bir araya gelmelidir. Yani anne-babamızın bize anlattıkları ve aktardıkları, ırkımız, ulusumuz, ailemizle ve dünya ile ilgili şeylerle iç dünyamızda hissettiklerimiz ve düşüncelerimiz bir araya gelmelidir.

5.       Son olarak da bireysel kimlik ile grup kimliğimiz bir araya gelmelidir. Örneğin birisi bana “Salman kimdir?” diye sorsa yanıtım “Benim.” olur. Ama birisi bana “Akthar kimdir?” diye sorsa elimle yukarıyı gösterir ve “O benim babam.” derim. Tüm topluluklar, ırklar milletler, dinler, kişileri iki öğeyle tanımlarlar. Bir tanesinde kişiyi (genellikle özel adıyla), diğerinde bağlı olduğu grubu (aile, aşiret, köy, cemaat) tanımlarlar. Buna bütünleşme denir.

Bütünleşmeme

Kişide bu beş alanda bütünleşme olmazsa, bu öğeler bir araya gelmezse, bu duruma “bütünleşmeme” denir. Bütünleşmeme iki türlü olur; birincil ve ikincil.

Birincil bütünleşmeme bebek doğduğunda bıngıldağının kıkırdak olması ve bir süre sonra kemikleşmesi gibidir. Bütünleşme/kemikleşme henüz olmamıştır ama olması beklenmektedir ve bir süre sonra olacaktır. Örneğin 14 yaşındaki bir oğlan iki türlü kız olduğunu; bir kısmının saygı duyulan, beğenilen iyi kızlar, bir kısmının da seks yapan/yapılan kötü kızlar olduğunu düşünebilir, çünkü daha bütünleşme olmamıştır. Ama 40 yaşındaki bir adam, kadınların ikiye ayrıldığını, bir kısmının iyi ve evlenilebilecek kadınlar olduğunu, bir kısmının da kötü, seks yapılabilecek kadınlar olduğunu düşünürse sorun vardır. Kadın tasarımını böyle bir biçimde, orospu kadınlar ve azize kadınlar olarak ikiye bölme, 14 yaşındaki bir oğlan çocuk için normaldir, ama 40 yaşındaki için değil. 14 yaşındaki bir kızın, erkeklerin ikiye ayrıldığını bir kısmının canavar olduğunu, kadınları yediğini, dövdüğünü, tecavüz ettiğini; diğer erkeklerin de bakılması gereken çocuklar, bebekler olduğunu düşünmesi normaldir. Ama 40 yaşındaki bir kadın böyle düşünürse onun erkek tasarımı daha bütünleşmemiş demektir.

Bütünlüğün bozulması

Üçüncü durum da bütünlüğün bozulmasıdır. İki öğe bir araya gelmek üzeredir ama savunma amaçlı olarak bütünleştirilmemektedir. İyi ve kötünün bir araya gelme ihtimali kaygı yaratıyordur. Bütünleşme batıda biraz daha ülküleştirilmiştir ve istenmektedir.

Örneğin ünlü ressam Gogen zengin bir adamdı. Bankerdi, işi, ailesi ve çocukları vardı. 44 yaşındayken evini, parasını, eşini ve çocuklarını bırakmaya karar verdi. Tüm varlığını karısına bıraktı. İşinden ayrıldı ve ressam olmak istedi. Ressam olmak için ABD’ye gitti, frengiye yakalandığı Hindistan’da öldü. Yani baba, koca, zengin, banker kendilikleri ile vahşi, sanatçı, ressam, gezgin kendilikleri bir araya gelememiş, kendisi ve çevresindekiler acı içinde kalmışlardı. Büyük bir ressam olmuştu ama bedeli de çok büyük olmuştu. Bu farklı kendiliklerin bir araya gelememesi gerilim ve kaygı yaratmıştı. Sonunda kaygıdan kurtulmak için bütünleştirmeyi değil, içinde ayrı duran diğer tarafı seçmişti.

Patoloji açısından bütünlüğün bozulmasının farklı düzeyleri vardır. Şizofrenik bir bütünlük bozulmasında kişi, farklı alanlarda çok farklı duygular, öğeler ve kendilikler algılar. Bir an tanrı, bir an kedi, bir an İsa olabilir ama bunları bütünleştiremez. Birden çok gerçeklikle birlikte yaşar.

Şizofrenik bir bütünlük bozulmasının üzerinde “imiş gibi kişilik”[1] vardır. Bunu Helena Deutsch tanımlamıştır ve çok hastalıklı bir durumdur. Ama tamamıyla normal görünürler ve tamamıyla normal birisi olarak çalışıp yaşayabilirler. İkinci özellikleri bu kişilerin çevrelerindeki insanların hareketlerini, konuşmalarını, giyinmelerini, özelliklerini hemen benimseyip taklit etmeleridir. Üçüncüsü telkine yatkınlıkları çok fazladır. Bu kişilerin gözüne ciddi bir biçimde bakıp (günlerden cumartesi olduğu halde) “Bugün Çarşamba.” derseniz, hemen inanırlar ve “Acaba bugün çarşamba mı?” diye düşünmeye başlarlar, akılları karışır. Dördüncü özellikleri “ayartılabilirlikleridir”. Bu kişiler kolaylıkla kandırılır, kaçırılır, istismar edilirler. Beşincisi de bu kişilerde “olmamanın getirdiği bir iyilik hali”[2] vardır. Hiç bir şey istemedikleri, olumsuz yanıt vermedikleri, hiç bir şey sormadıkları, sorgulamadıkları karşı gelmedikleri için iyi biri olarak algılanırlar.

“imiş gibi” kişiliğin üstünde çok farklı kendilik yapılanmalarını bütünleştiremeyen çoğul kişilik bozukluğu, bunun da üstünde, sahte isimleri ve kendilikleri kendi çıkarları için kullanan antisosyaller vardır.

Daha üst düzeyde sınırda kişilik bozukluğu bulunur. Bunlarda bir gün kişi kendisini ve çevresini iyi, mutlu ve güzel algılar, bir gün kötü. Narsisistik kişilikler ise bunların da üstündedirler.

Tüm bu patolojilerde bütünlüğün bozulması, kaygı ve patoloji ile birliktedir.

Bütünleşmemiş olma hali her zaman hastalıklı değildir. Bütünleşmenin olmadığı ama bunun rahatsızlık yaratmadığı durumlar vardır. Ama bu, bazı durumlar için geçerlidir. Örneğin cinsel kimlik için söz konusu olamaz. Bir erkek hapse girince “Ya burada hiç kadın yok, çıkana kadar eşcinsel takılayım bari.” diyemez. Yani durumsal eşcinsellik diye bir şey  yoktur.

Sağlıklı bütünleşmemelerin birincisi “durumsal bütünleşmemedir”. Örneğin göç. Ben bir Hintliyim, yıllar önce ABD ye geldim. Bazı yönlerim hala Hintli, yemek yeme, giyinme, ilişki kurma alışkanlıklarım, şiir sanat gibi zevklerim, şarkı söylemem gibi. Hatta bazı değişmeyen ve baktığınızda o kişinin Hindistan’dan gelmiş olduğunu gösteren özellikler vardır. Birincisi, birkaç dubleden sonra şarkı söylemeye başlarlar. İkincisi, yemek yerken çatal-kaşığı unutup elle yemeğe başlarlar. Üçüncüsü, uzun süre ayakta duramaz veya sandalyede oturamaz, yere çömelir, yere otururlar. Yani aslında bazı kısımlarım bütünleşmedi, bazı kısımlarım -35 yıl ABD de kaldıktan sonra – Amerikalı oldu, bazı kısımlarım ise karıştı. Burada karışmayan -ayrı duran kısımların öyle kalmasını istiyorum. Mesela batılı tarzda giyinince, batılıların arasında bir toplulukla karşılaşınca sağ elimi yana kaldırıp “Merhaba!” derim. Ama Hint kıyafetlerimi giyince ve Hintlilerle karşılaşınca sağ elimi kalbimin üstüne götürür “Selam!” derim. Sanki beden hareketlerim, giydiğim elbiseye göre değişir. Dil, bazı şiir türleri, espri türleri, Amerikalı kendiliğimce tercüme edilemez. Göç etmek, bazı açılardan, sentezin hipomanik bir biçimde ülküleştirilmesidir. Ama herşey sentez edilemez ve bu halleriyle bir sorun oluşturmazlar.Başka bir ülkeye göç eden birisi bazı özelliklerini bırakır, bazı yeni özellikler kazanır ya da eski ve yeni özelliklerini birleştirir. Ama göçmen, bazı özelliklerini bırakmak istemeyebilir ve duruma göre, kendi ülkesinde, ya da göç ettiği ülkede olma durumuna göre, farklı özellikler sergileyebilir ve bunların birisini devamlı olarak kullanmaz.

İkinci örnek evlenmektir. Bir kişi ilk evlendiğinde eşinin ailesiyle çok çabucak kaynaşır. Yavaş yavaş eşinin annesi kendi annesi, eşinin babası kendi babası olmaya başlar. Ama ikinci kez evlenince bu kaynaşma azalır ve ortaya çıkması daha uzun sürer. Çünkü artık kişi daha olgundur, önceki gibi ülküleştirmiyordur, farklılıkları daha iyi görüyordur, zaten daha bilinçli ve yaralanmıştır, dürtüleri zayıflamıştır. Gerçekte eşlerin akrabaları arasında farklılıklar vardır ve kadın kocasının anne babasını, erkek de kadının anne babasını kendi anne babasıymış gibi sevemez ve bunda utanılacak bir şey yoktur. Burada anormal olan bir şey de yoktur, bu durum tamamıyla sağlıklı bir bütünleşmemedir. Kişi evlendiğinde eşinin annesine “anne”, kardeşine “kardeşim” diyebilir ama gerçekte böyle değildir ve olamaz. Erkeğin annesi erkeğin annesi, kadının annesi kadının annesidir. Bunun böyle olması normaldir. Bu, suçluluk ve utanma yaratmamalı ve böyle kabul edilmelidir. Yani iki aile ve akrabalık tanımları tamamıyla bütünleşmeden kalmalıdır.

İkincisi “ilişkisel bütünleşmemedir”. Kişi bir arkadaşıyla entelektüel, politik, sanatsal konulardan konuşabilir ve bu arkadaşını çok sevebilir, başka bir arkadaşıyla günlük şeylerden, arabalardan, spordan konuşabilir ve bunu da çok sevebilir. Yani her biriyle farklı bir kendiliği etkinleşebilir. Örneğin bir arkadaşım vardır ki onun evine gittiğimde, iki dakika sonra aramızda ateşli bir tartışma başlar. Politikadan, ekonomiden, dinden, Hindistan’dan konuşuruz ve bu tartışmamız karşılaştıktan hemen sonra ortaya çıkar.

Başka bir arkadaşım daha var ve onunla entelektüel bir tartışmaya hemen hemen hiç girmeyiz. Konuştuklarımız; araba fiyatları, diğer alışveriş işleri, bahçecilik gibi sıkıcı ve basit şeylerdir. İkisi de iyi arkadaşımdır ama ikisi ile de farklı biçimlerde ve farklı konularda konuşurum. Eğer ilk arkadaşımın evine gittiğimde araba fiyatlarından konuşsam bana, “Ne saçmalıyorsun sen?” diye bakar, diğer arkadaşıma gidip Irak’taki savaştan konuşsam o da aynısını düşünür.

Başka bir arkadaşım bana, evlilik dışı bir ilişkisi olduğunu ve karısını başka bir kadınla aldattığından bahsetti. Bu arkadaşım yaşadığı ilişkiyi önce gidip başka bir arkadaşına anlatmıştı. Çok kaygılı bir biçimde yaptıklarını ona bir bir söylemiş. Arkadaşı da ona “Bu daha ilk mi? Benim şimdiye kadar 4 ilişkim oldu.” demiş ve arkadaşım çok rahatlamış. Sonra bu arkadaşım bana geldi ve “Böyle bir şeyin içinde olduğumu sana kesinlikle söyleyemezdim o zamanlar.” dedi. Bu bana çok yabancı gelmedi, çünkü arkadaşlarım böyle yaşantılarını bana pek anlatmazlar. İşte, ilişkisel bütünleştirmeme sayesinde farklı arkadaşlarımızla farklı ilişkiler kurar, her biri ile farklı şeyleri konuşur ve yaşarız, farklı kişilerle farklı ilgi alanları oluştururuz, neyi kiminle konuşacağımıza böylelikle karar veririz. Bunun saklama ve gizleme ile alakası yoktur, hangi arkadaşımızın ilgisini neyin çekeceğini anlamak ve öngörmekle ilgilidir.

Bu makaleyi yazarken, yazmaya başladığımda nasıl bir yazı çıkacağından emin değildim. Sadece düşünüyordum ve o sırada tam bütünleştirememiştim. Yazdım, sildim, yazdım, düzelttim, yeni maddeler ekledim ve böyle sürüp gitti. Ama bu süreçte düşüncelerim bütünleşmiş değildi. Yani süreç sırasında sonuçta nasıl bir ürün çıkacağı belirsizdi. Üzerinde çalışmaya devam ettim ve “sonucu göreceğiz “ “sonuç en sonunda gelecek” diye düşündüm. Kişinin kendisini bilgiye, bilgi için vermesi, durmaması biçimindeki zihin hali, kişinin kendisini bilmemezliğe bırakması, iyi bir biçimde düşünmenin doğal bir parçasıdır. Derin düşüncedeki bütünleşmeme, bir ürünün ortaya çıkacağına, -acele etme, bırakma olmadan- bir sonucun geleceğine inanabilme halidir. Bu, insanın pazar günü öğleden sonra divanına uzanıp gazete okurken içinin geçmesine benzer. O sırada uyumuyordur ama tam uyanık da değildir. Ne düşündüğü net değildir. Sanki birçok düşünce balonu vardır ve bunlar zihninde yanıp sönüyor, belirsizleşiyordur, ne düşündüğünün tam farkında değildir. Bu zihnin bir parçasının serbest bir biçimde düşünmeye bırakılmasına benzer. Günlük yaşamda zihin bütünleşmiş ve kesin bir halde tutulmaya çalışılır. Ama bir pazar günü uzanırken ya da bahçede bir şey yapmadan otururken zihnin bir parçasının bütünleşmeden çalışmasına daha rahat izin verilir.

Dördüncü durum yaratıcılık veren bütünleşmemedir. Tüm yaratımlar, bilimsel, sanatsal, yazınsal olsun, bütünleşmeme durumundan köken alır. Tamamıyla bütünleşmiş bir zihin yaratıcı olamaz. Şair olabilmek için etinizi kesmeli ve oradaki kanı, kası, kemiği duyumsayabilmelisiniz. Ancak bütünleşmemiş bir zihin şiir yazabilir, bir metafor yaratabilir. Örneğin 60 yaşında bir hastam vardı ve boşanmıştı. Oğlu onunla konuşmuyordu ve buna çok üzülüyor, acı çekiyordu. Oğlunu seviyordu ama oğlu ondan nefret ediyordu. “Neden bu kadar üzülüyorum, neden bana bu kadar acı veriyor? Benim yaşımda olup da çocukları onlarla konuşmayan bir sürü insan var.” dediğinde ona dedim ki “Bir bacağının kesileceği haberini bir zürafaya söylemekle bir kırkayağa söylemek arasında fark vardır. Diğer insanların eşleri, dört tane daha çocuğu, ebeveynleri var. Senin ise baban ölmüş, annen seni terk etmiş, karından boşanmışsın. Bu durum zürafaya ayağının kesileceğini söylemek gibi.” Bunları söylediğim anda bir yaratıcı bütünleşmeme hali vardı. Çünkü muayenehanemde, koltuğumda otururken, durup dururken neden bir zürafayı düşüneyim ki.

Sonuçta, sağlıklı olduğuna inandığım dört bütünleşmeme halini tanımladım; durumsal, ilişkisel, derin düşüncedeki, yaratıcılıktaki bütünleşmeme. Şimdi ise sorun oluşturabilecek bir bütünleşmeme halini nasıl bütünleşme haline dönüştürebiliriz buna bakalım. Bunun için beş şeye ihtiyaç vardır;

1.       ebeveynler çocuklara daha çok sevgi ve daha az engelleme vermelidir. Engellenme çoksa bütünleşme zor olacaktır.

2.       İkincisi ebeveynlerin kişilikleri çok farklı olmamalıdır. Ebeveynlerin arasındaki ahenk ve uyum ne kadar çoksa çocuk o kadar çok bütünleşir. Örneğin anne çok cimri, baba çok cömert ise çocuk bunları zihninde bütünleştirmede zorlanır. Ya da anne dindar baba ateist ise.

3.       Üçüncüsü çocuklukta çok fazla yer değiştirmemek, göç etmemektir. Çünkü coğrafi öğeler psikolojik öğelerin; psikolojik öğeler coğrafi öğelerin üzerine yer değiştirirler. Çok yer değiştirenler, göç eden kişiler, sık sık evlerindeki eşyaların yerlerini değiştirirler. Buna takıntılı eşya taşıma sendromu denir. Sanki şöyle derler.” Babam asker olduğu için devamlı taşındık, hep beni bir yerden bir yere götürdüler. Şimdi de ben eşyaların yerini değiştireceğim. “

4.       Dördüncüsü de ebeveynlerin, çocuklarının çelişkilerini nasıl ele aldıkları ile ilgilidir. Örneğin bir çocuk annesine gelip “Anne ben büyüyünce pilot olucam” der. Bir gün sonra da gelip “Anne ben büyüyünce asker olucam.” der. Burada annenin ne yaptığı önemlidir. Ciddi bir biçimde “Pardon? Dün sen pilot olacağım dememiş miydin?” diyemez. Ya da “Hayır olmaz, asker olursan pilot olamazsın” demesi de garip olur. Ama anne bu ikisini bir araya getirip “Orduda çalışan pilotlar var oğlum.” diyebilir. Ne dediği önemlidir. Örneğin çocuk yanındaki yabancının şemsiyesiyle oynamak isteyebilir. Bunun uygun olmadığını anlayan anne şemsiye yerine oynayabileceği bir şey ayarlayıp çocuğuna verebilir. Böylelikle çocuk yoğun bir engellenme yaşamadan yabancıların eşyalarına dokunulmaması gerektiğini öğrenmiş olur. Aynı zamanda oynama isteği de doyurulmuş olur.

5.       Beşincisi çocuğun istek ve dürtülerini nasıl doyuracağını öğretmektir.

6.       Altıncısı anne babanın düşüncelerinin bazen çatışabileceği ama bunu birbirlerinden nefret etmeden yapabildiklerini gösterebilmelidir. Böylelikle anlaşmazlıklar çocuk için çok korkutucu olmaktan çıkarlar.

7.       Yedincisi annenin kızına babasının bir çocuk ya da bir canavar olmadığını öğretmesidir. Tabiki babanın da oğluna annesinin bir azize ya da fahişe olmadığını. Bu da en güzel, çocukların önünde biraz flört etmekle olacaktır. Ama küçük çocuklar değil de daha çok ergenlere bu iyi gelir. Tüm bunlar bütünleşmemeyi engeller, bütünleşmeyi arttırır.

 

 


[1] As if personality

[2] negative goodness