• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

NESNE OLARAK KENDİLİK

NESNE OLARAK KENDİLİK

Cristopher Bollas, “Kendiliği Nesne Olarak Kabul Ederek İlişki Kurmak Üzerine”[i] başlıklı yazısında Winnicott’ın “Annesiz bebek diye bir şey yoktur.” sözüne yer verir. Kişinin kendiliği ile ilişkisinin annesinin bebekken kendisi ile kurduğu ilişkinin üzerine bina ettiğini vurgular. Annenin nesnesi bebeği, bebeğin nesnesi annedir, iç içe geçmişlerdir ve başlarda “bir”dirler. Bu “bir”lik hali ayrışırken bebek, içindeki temel anne-bebek ilişkisinin bir kısmını kendisi ile ilişkisine dönüştürür. Bu ilişkiyi, anne-babanın benliği destekleyici ilişkisi ile yapılandırarak geliştirir.

Nesneleştirerek Uzaktan Bakabilme

Psikanalist, “Aklınızdan geçenleri, olabildiğince serbest bir biçimde anlatınız.” dediğinde analizana kendisine bir nesne gibi bakmasını ama bunu üçüncü bir gözle yapmasını önerir. Bu bakış, annesi ile ilişkisini daha sonra kendisi ile ilişkisine dönüştürecek olan her insanda bir miktar vardır. Bu bakışın miktarı, kişinin içgörü kapasitesine göre değişir. Duygu ve dürtülerin öne geçtiği anlarda azalabilir. Bu yaklaşımın en üst düzeye vardığı yer analiz sürecidir. Annesinin yanında huzur içinde oyuncakları ile oynayan bir çocuk gibi analizan, analistin “huzur”unda kendisine bir nesne gibi bakarak ilişkileri ve düşlemleri ile oynar, farklı yönlerini ve işlevlerini geliştirir.

Nesne Olarak Benlik

Kişinin kendisini bir nesne yerine koyması üç farklı düzeyde gerçekleşebilir. Erişkin iç dünyasında kendisi ile ilişkiye geçerken konuşur. Benlik, kendilik ile iletişimde –örneğin- “Yapmalıyım.” der. Altbenlik, kendilik ile iletişimde heyecanlı bir biçimde “Yap.” der. Üstbenlik, kendilik ile ilişkiye girdiğinde emir tarzında “Yapmalısın.” diyecektir. Benlik bu emirleri yerine getirirken ya da getirmezken bir kendilik algısı oluşur.

Benliğin Nesneleştirerek Simgeleştirme Gücü

Benlik; duygu, dürtü ve düşüncelerini nesneleştirdikçe onları daha iyi tanımlar ve kontrol eder. Bu açıdan nesneleştirme, benliğin gelişimde kullandığı bir işlevdir ve soyut olanı simgeleştirmeyi sağlar. Bu nesneleştirme süreci kişinin kendisi ile ilgili durumları tanımlamasını, kendini anlamasını ve kendini yönetebilmesini sağlar.

Klein, annesine saldırmak isteyen ama annesinin saldırganlığından korkan çocuğun annesi ile oyuncak-nesneleri eşitlediğini ve başka bir nesneye saldırdığını belirtir. Böylece “anne”yi nesneleştirme üzerinden çocuk saldırganlığını kendine zarar vermeyecek hale getirir. Bu sefer de nesnenin yerine geçen bir simge ortaya çıkmıştır.

Nesne Olarak Beden

Bu aşamalardan önce, anne bebeğini yaşamına inkorpore eder. Onunla öyle özdeşleşir ki onun her ihtiyacını benimser, bebeğini bir bütün olarak yaşamına alır. Bu inkorporasyon ve annenin kendisini bebeğine adaması sayesinde bebek de annesini ve annesel bakımı inkorpore eder. Sıradan bir anne-baba bebeğini tüm bedeni ve bakımı ile yaşamlarına almaya çabalar. Bu, ileride kişinin kendi bedenine, ihtiyaçlarına, isteklerine ve kendisine bakımı haline gelecektir. Kişinin bedeni ile ilişkisi, kişinin kendisini nesneleştirme biçimini somut bir biçimde ortaya çıkartır. Kişi bedensel ihtiyaçlarını ne kadar algılayabiliyor ve yönetebiliyorsa kendisini nesneleştirme yönü güçlüdür. Dans, bale gibi sanatlarla, sporla ilgilenen kişiler bedenlerini nesne olarak kullanma konusunda ustalaşırlar.

Kişinin kendisini bir nesne olarak görüp ilgilenmesi için kendisine bir ruhsal alan açması gerekir. Örneğin bazı obsesif kişiler kendilerini bir nesne olarak görebilme yeteneğine sahiptirler. Ama nesne olarak kendilerinde dürtü ve duyguları nereye koyacaklarını bilememeleri ve yasaklamaları kendilerine cansız bir nesne, bir makine gibi davranmalarına neden olur. Histerikler ise bir başkasının nesnesi olmak isterlerken kendilerini ciddiye almakta ve içgörü geliştirmekte zorlanırlar. Özbakım ile çok ilgilenirken ruhsallıklarını ihmal edebilirler. Duygularını nesneleştiremez eyleme dökmek durumunda kalabilirler. Depresif nevrozda ise kendilik değerli bir nesne haline gelemez ve yaşamakta zorlanır. Kendilik cansız bir eşya gibi durakalır.

Rüyalarda Nesneleştirme

Bollas, rüya alanının kendilikle bir nesne olarak ilişkiye girmedeki önemini belirtir. Rüya sırasında kendiliğin bir kısmı kişinin kendisi olarak ve diğer kısımları rüyanın diğer ögeleri olarak canlandırılır. Kişi uyandıktan sonra benlik, rüyayı bir nesne olarak yeniden düzenler, ilişkilendirir ve öykülendirir. Freud, rüya yorumlaması çalışmasında rüyadaki her bir ögeyi, kişisel geçmişte yeri olan nesneler olarak ele alıp kişinin bunlarla ilgili çağrışımlarını ortaya çıkartmıştır. Örneğin travmatize olmuş ve kendilik yapılanması hasar görmüş bir hasta terapisinin başındaki bir rüyasında sahilde kafası kesik koyun başları görmüştü. Bu rüyaya ait çağrışımları uğradığı taciz sırasında kendisini kurban edilmiş olmasına dairdi. Yıllar sonra terapisi biterken gördüğü rüyada ise bir araba kullanıyor, muayenehaneme gelen yolda arabası yalpalıyordu. İlk rüyasında bir nesne parçası görmüş ve çağrışımları kısıtlı kalmıştı. Son rüyasıyla ilgili çağrışımlarında, benlik gücünün yıllar içinde nasıl geliştiği ve muayenehaneme gelen yolu artık kullanmayacak olmanın yası vardı. Bu rüya kendisini öyküsel bir sürecin içine bütün bir nesne olarak koyabildiğini gösteriyordu. Rüyanın yorumlanması, terapiden sonraki yaşamı ile ilgili bir uyaran kaygısı hissettiğini de gösteriyordu. Yani nesne olarak kendisi, benliği ile yapıcı bir etkileşim halindeki bir nesneydi artık.

Yaşanan Çevrenin Nesnesi Olan İnsan

Bollas, kişinin nesne olarak kendisi ile ilişki kurma biçiminin çevresi ile ilişki kurma biçimine yansıdığını belirtir. Kişinin oluşturduğu sosyal çevre “kucaklayan bir çevre” olacak ve kişiye, bu çevrenin nesnesi olarak yaşamak istediklerini yaşatacaktır. Kişi, oluşturduğu çevrelerde kendini rahat hissettiği ve kendisinin olduğu gibi kabul edildiğini hissettikçe kendisini ortaya koyabilecektir. Winnicott’ın “gerçek kendilik”[ii] dediği bu durumu çocuk ruhsal ve fiziksel olarak kendisini anlayabilen, onu sevebilen ve ihtiyaçlarına uyumlanabilen bir anne ile ilişkisinde yaşar. Eğer anne; bebeği, ihtiyaçları olan ayrı bir nesne olarak göremezse bebek annesi ile ilişkisini sürdürebilmek için ona uyumlanacak ve sahte bir kendilik[iii] geliştirecektir. Böyle bir, çevreye uyumla ve kendine “kendisi” olma hakkını tanımamayı depresif nevrozda görürüz. Bu kişiler kendilerini ayrışmış bir nesne olarak göremedikleri gibi karşıdaki kişiyle özdeşleşerek özverili davranırlar. Sonuçta boşluk, kaybetmişlik, değersizlik ve mutsuzluk yaşarlar. Özverili olmaları karşılık alamaz ve doyamazlar.

Bu açıdan bazı kişilerin kendilerini nesne olarak görmekten kaçındıkları ya da bu durumu inkar ettiklerini söyleyebiliriz. Büyüdükleri çevrede, yakın ve uzun süreli ilişkilerinde ağır sorunlar yaşayan kişiler bu durumdan kaçınabilir.

Bebeğin Nesne Olmayı Sindirebilmesi

Adına Meriç diyeceğim bir hastanın babası uzun süren bir depresyona girince annesi yıllarca babası ile ilgilenmek zorunda kalmıştı. Yaşamının ilk yılları böyle geçen hasta anne-babasının nesnesi olmayı doya doya inkorpore edememişti. Sürekli yemek ve içecek inkorpore etmeye ve anne karnındaki yaşama regrese olmaya başlamıştı. Bana başvurduğunda, kendisini her an yutulabilecek bir nesne olarak görüyor, korkuyordu. Akvaryum balıkları yetiştirme ve satma uğraşısı, ruhsal olarak kendini nasıl gördüğünü yansıtıyordu: Su altında yaşayan, bakıma bağımlı olan ve satılması amaçlandığı için duygusal bağ kurulmayan canlı bir “nesne”. Meriç şimdiye kadar, tam bağımlı kendilik-nesne ilişkisini derinlemesine çalışabileceği ve geliştirebileceği bir alan bulamamıştı. Psikanaliz ona bu çalışma alanını sağladı. Balıklar ve kedilerden sonra kendi bedenine geldiğinde bedenini bir nesne gibi ele aldı ve estetik bir ameliyat geçirdi. Hem ruhsal hem fiziksel restorasyondan sonra bir kadın ile yakınlaştığı bir ilişki kurabildi. Son aşamada bir başkasının sevgi nesnesi olabilecek kadar değerli ve özgüvenli hissedebilmeye başlamıştı.

Parçalar Halindeki Kendilik ve Nesne İlişkileri

Kişinin kendisiyle bir nesne olarak ilişkiye girmesi, kendilik parçalarını nesnelere yansıtmasıyla gelişir. Diğer yandan her ilişki farklı bir kendilik ve nesne ilişkisi yaratır. Benlik geliştikçe farklı ilişkiler bütünleştirilir. Bu bütünleştirmede anne-babanın, çocuklarının farklı yönlerini bütünleştirme işlevi eksikse çocuk tek işlevli bir eşya gibi olacaktır. Çocuk, benliği açısından farklı işlevlerini, kendiliği açısından farklı yönlerini yapılandırmakta zorluk çekecektir. Gençlik dönemine kadar süren dağılma ve toplanmalar, özdeşleşme yoluyla yeni sentezler oluşturmalar ve farklı ilişki deneyimleri sonunda özgün bir kimlik yaratır.

Süleyman, ilkokuldan itibaren yatılı okumuş ve anne-babasından yeterli sevgi görememişti. Farklı sosyal medya hesaplarında kadın ya da erkek farklı rollere girip ilişkiler kuruyordu. Cinsel ve dinsel kimliklerini bütünleştiremiyordu. Yaşamında bir bakım aldığı bir de seviştiği bir kadın oluyordu. Her kurduğu ilişki farklı bir kendilik ve nesne ilişkisi özelliği taşıyor, her ilişkisini diğerinden ayrı tutuyordu. Bu yolla nesnelerle kurduğu ilişkiler kendisiyle ilişki kurmasına, düş kırıklığı, mutsuzluk, yalnızlık gibi ağır gelen duygularla karşılaşmasına karşı birer savunma oluyordu. Bu savunma, kontrolünü sürdürdüğünü hissettirse de kendisini “bütünleşmiş bir insan-nesne” olarak hissetmesini, ne yaşadığı üzerinde düşünmesini ve içgörü geliştirmesini engelliyordu. Temelde yaşadığı sorun kendiliğini tamamıyla kapsayan ve yasaklanmamış bir nesnenin yokluğuydu. Bir diğer durum, kendiliğini bütünleştirme gücünü kullanmaktan korkmasıydı. Ortaya çıkacak yeni kendiliğinin dışlanmasından korktuğu için sahte kendiliklerini kapsayacak nesneler arıyor ve bu yolla yaşama tutunuyordu.

Bollas, benzer bir örneği yorumlarken hastasının gerçek kendiliği ile ilişki kurduğu bir nesne olmamasının altını çizer. Yani kendisini “bir” ve “özgün” bir nesne olarak görme kapasitesi geliştirecek bir ilişkisi olamamıştır. Bollas, Marienne adını verdiği hastasında hastanın olumsuz terapötik tepkisini, duygulanımlarını düzenlemede “kendiliğini” bir geçiş nesnesi olarak kullanmayı bırakmak istememesine bağlar.

İnkorpore Anne Tasarımının Nesnesi Olmayı Sürdürme

Bollas’ın Adrienne adlı vakası kendisine bir nesne olarak sahip çıkmaktadır. Bollas seansta kendisini, Adrienne’nin nesnesi gibi hissetmiş, rahatsız olmuş, içinde kapatılma duygusu uyanmıştır. Adrienne, seansa çeşitli eşyalar getirmekte ve bunları gözüyle görünür bir yerde tutmaktadır. Bollas bunu, nesnelerin bir savunma olarak kullanılması biçiminde yorumlamıştır. Annesi de Adrienne’yi bir nesne gibi görmüş, kendisinden uzaklaştırmamış, babası ile ilişki kurmasını engellemiş, Adrienne’nin bedensel şikâyetlerine odaklanmıştır. Adrienne’nin annesi onu çocuk olarak görememiş, kuşak farkını inkâr etmiştir. Analizde Adrienne bedensel yakınmalar ortaya çıkartmış, Bollas bunu anne-çocuk ilişkisine gerileme olarak yorumlamıştır. Bir diğer yorum da Adrienne’nin ancak bedeni aracılığıyla somut bir nesne olarak ilişki kurabilmesi olabilir. Bollas, Adrienne’nin içinde annesinin nasıl somut, inkorpore bir nesne olarak kaldığını ve sesinin duyulduğunu anlatır. Adrienne, bedensel olarak içine almış olduğu anne tasarımının kendisiyle bir nesne olarak ilgilenişini rahatsız edici bulmaya başlayınca değişir. Bollas bu değişimin gerçek kendiliği ortaya çıkarttığını belirtir. Değişimden önceki inkorpore anne tasarımı ve nesneleşmiş çocuk tasarımlarının içsel ilişkisinin yeni deneyimleri ruhsallaştıracak bir “ara alan”[iv] açmamasına vurgu yapar.

Değişmeme, Tek Yönlülük, Tek İşlevlilik, Bağımlılık ve Edilgenlik

Kişinin kendisiyle bir nesne olarak ilişki kurması, çocuğunu nesne olarak gören inkorpore anne tasarımının etkinliğini gösterir. Böyle bir ilişki; değişmeme, gelişmeme ve sabit kalma özelliğine sahiptir. Bollas bu ilişkinin sahte bir kendilik yaratma özelliğine ve kişide cansız/ölü bir dil yarattığına vurgu yapmıştır. Buna, kişinin kendisiyle bir nesne olarak ilişki kurmasının tek yönlülüğünü ve tek işlevliliğini eklemek isterim. Yani kişi annesinin çocuğu olarak kalır ve tek belirgin kendilik ve nesne ilişkisi anne-çocuk ilişkisi olur. Kişi kendisine yeni işlevler, yeni ilişkiler ve yönler katamaz. Bollas, bu ilişkinin, yeni deneyimleri alabilecek bir ruhsal alandan yoksun olduğunu belirtir ki bu yoksunluk da tek yönlülüğün ve tek işlevliliğin sürmesinin ana nedenlerinden birisidir. Bu ilişki biçiminin diğer iki özelliği bağımlılık ve edilginliktir. Bollas bu durumda kendiliğin sürekli bir bakıma ihtiyaç duyduğunu vurgulamıştır. Kişinin kendisiyle bir nesne olarak ilişki kurması kendisini edilginleştirir. Bu edilginlik ve değişmezlik inkorpore edilmiş anne tasarımına bağımlılığı sürekli hale getirir. Tüm bu gelişmelerde “babalık işlevi”nin ve babayla özdeşleşmenin; kısıtlılığı, yoksunluğu ya da ölü oluşu gözlemlenir. Terapide bu hastaların inkorpore anne-baba tasarımları terapi sürecine ve terapistin babalık işlevine saldırır. Bu saldırı, hasta bireyselleştiğini hissettiği anlarda güçlenir. Bollas’a göre bu süreçler kişinin kendi “öznelliğini” yaratmasını ve kişinin kendi “kendiliğine” sahip çıkmasını engeller. Bu ilişki biçiminin bir diğer önemli yönü birincil narsisizmin doyurulduğu izlenimini vermesidir.

 

 


[i] Bollas, C. (1982). On the Relation to the Self as an Object. Int. J. Psycho-Anal., 63:347-359

[ii] True self

[iii] False self

[iv] Transitional space