• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

BABALIK VE BÜYÜKBABALIK

BABALIK VE BÜYÜKBABALIK

BABALIK VE BÜYÜKBABALIK – Ali Algın Köşkdere

BÜYÜKBABANIN YOKLUĞU

1984’te Sarah Connor’ı öldürmeye çalışan Terminatör Arnold Schwarzeneger öldürmeye programlanmış bir robottu. Terminatör’ü gelecekteki olası anneyi öldürmeye, gelecekteki ölüm makineleri yollamıştı. Amaçları anneyi öldürerek insanlığı ölüm makinelerden kurtaracak olan John Connor’ın doğmasını engellemekti. Gelecekteki John Connor babasının kim olduğunu bildiği için annesini korumaya babasını yollamıştı geçmişe doğru. Babası Kyle Reese annesini korumaya çalışırken öldü ama bir gecelik beraberliğin ardından Sarah, John’a hamile kalmıştı. Terminatör ise henüz o sırada insanların hizmetindeki makinelerin yardımı ile preslenerek yok edildi filmin sonunda. Bu yıl 5.si gösterime giren film serisinin 2. Bölümünde robotlardan daha ileri bir teknolojiye sahip daha ölümcül bir makine geçmişe yollanır. Bu sefer hedefte ergen John Connor vardır. Gelecekteki John Connor ergen John Connor’ı koruması için önceki bölümde Terminatör olan Arnold Schwarzeneger’i yollamıştır. Önceki bölümün yok edicisi bu bölümün koruyucu meleği olmuştur.

Bu filmleri izlemeyenlerin anlattıklarım ile ne olup bittiğini anlayabildiklerini zannetmiyorum. Zaten izlerken bile insan kim kimdir, kim kimin babası, kim öldürücü kim koruyucu, kim insan kim robot sorularını sürekli sorar. Film sırasında bu karmaşalar filme gerilim katarlar. Bu gerilimle birlikte 5 bölümlük bir film serisine ve bir dizi filme konu olan Terminatör öyküsünde kısır döngüler döner durur.

Bu seriyi yeniden izlediğimde “Keşke John Connor’ın bir büyükbabası olsaydı?” diye düşündüm. O zaman her şey farklı olabilirdi. Babasının bir geçmişi olabilir ve John babasını gelecekten yollama derdine düşmezdi. Babasından ayrı gibi gözüken ama nedense hep babası ile birlikte gelen öldürücü agresyonla kendisi baş etmek zorunda kalmazdı. Çünkü büyükbabası bu işi o doğmadan önce halletmiş olabilirdi. Büyükbabasının olması onun yokluğunda bir büyükbaba olup babayı yollama yükünden John’u kurtaracak, bu işi büyükbaba yapmış olacaktı. Bu sayede John büyükbabası gibi olma düşlemi kurabilecek ama onun yerine geçme zorunluluğu hissetmeyecekti. Öte yandan Meryem Ana ve İsa Peygamber gibi Sarah ve John Connor ikilisi olarak kalmayabilirlerdi. Büyükbaba varlığında, babası ölse bile babasının köklerini anımsatacak, onun dalına tutunabileceği bir soyağacı olabilirdi. Annesinin soyadını değil babasınınkini alarak annesinden ayrışmasında yardım edecek bir dayanağa yaslanabilirdi.

Oğlan çocukları bunlar gibi nedenlerle büyükbabalarına gereksinim duyarlar. Bu gereksinimi Yıldız Savaşları dizisinde Jedi Yoda, Karate Kit filminde usta Kesuke, Babam ve Oğlum’da Hüseyin Efendi gibi karakterler, büyükbabalar ya da büyükbaba yerine geçenleri ile karşılarlar.

KİMİN BABASI?

Dedemin İnsanları filminde Ozan ve dedesi arasındaki ilişki detaylıca işlenmiştir. Ozan, dedesinin mirasını üstlenmiş ve geçmişini hem merak ederek hem de onun bir isteğini yerine getirircesine dedesinin köyüne gider. Göç edilen yeni anavatanda bir yaşam kuran Mehmet Bey’in travmatik kopuşunu onarır sanki. Burada annenin babası ile torun arasındaki ilişki incelikle işlenmiştir. Hangi ailenin içinde yaşandığı ve anne-babanın aileleri ile ilişkileri çocuğun hangi dedesi ya da büyükbabası ile daha baskın bir ilişki kuracağını belirler.

Dilimizde babanın babası için iki hitap şekli kullanılır. Bir tanesi “büyükbaba” diğeri ise “dede”dir. Büyükbaba daha şehre özgü gibidir ve baba tarafını daha çok andırır. Dede ise daha genel bir kullanım olanağı sağlarken yeni konuşmayı öğrenen çocuk için söyleme kolaylığına sahiptir. “Dede” kelimesinin kültürel ve dinsel bir yönü de varken büyükbaba bu özellikleri taşımaz.

Babalık ile ilgili araştırmaların azlığı bilinir. Anne-çocuk ilişkisine odaklanan ve baba-çocuk ilişkisine yeni bakabilmeye başlayan psikoloji ve psikanaliz camiası büyükbaba ve büyükannelere çok daha az odaklanmıştır. 1913’te Abraham, aynı yıl Ferenczi ve Jones daha sonra Rappaport’un büyükanne-babalık üzerine birkaç makalesi vardır. Bu konu geniş aile yaşantısının sürdüğü ülkemizde hastalarımızın anlatılarında sık karşılaştığımız bir konudur. Hatta bazen beklemediğimiz, şaşırtıcı bir kuşaklararası etkileşim ile karşımıza çıkabilmektedir. Bu nedenle olası psikodinamikleri bilmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu yazıda babanın babası olan büyükbabanın erkek torunun iç dünyasındaki yerine odaklanıyorum. Onun karısı olan babaannenin, dedenin ve anneannenin farklı ya da benzer açılardan önemleri vardır. Bu önem kişisel yaşantı ve anılar ile daha da farklılaşır. Psikanalitik yazında anneannenin analizanın iç dünyasındaki yeri ile ilgili olgu örnekleri vardır. Sandor Ferenczi ise torun için büyükbabanın durumunu “büyükbaba kompleksi” terimi ile tanımlamıştır.

“BÜYÜK”BABA İLE ÖZDEŞİM

1956’da Rappaport torunun büyükbaba ile özdeşimiyle ortaya çıkan “büyükbaba sendromunu” anlatmıştır. Genellikle büyükbaba aynı evdedir ve güçlü bir figürdür. Saldırganla özdeşim ya da edilgeni etkine çevirme düzenekleri aracılığıyla büyükbaba ile özdeşim kurulur.

Abraham (1913) babalarını reddeden ve beğenmeyen hastalarının genellikle büyükbabalarına sevgi beslediklerini tespit etmiştir. Bazı dillerde torun “büyükoğul”[1] olarak tanımlandığından torunun aldığı “büyük” sıfatı ile değer ve önem kazandığını yazmıştır. “Büyük” sıfatı büyük-oğul haliyle torunu babasının üstüne de çıkarmaktadır. Torunlar, babalarının konumunu inkâr ederek ve büyükbabaları ile yerlerini değiştirerek Ödipus Kompleksinin gücünü azaltabilmekte ve “aile romansının” farklı bir çeşidini üretmektedirler der Abraham.

Torun, büyükbabası gibi olarak babanın babası olmak istediğinde ve kuşakları tersine çevirme düşlemini kurduğunda narsisistik bir özdeşleşme yaşar. Bu sayede babası ile ilişkisinde yaşadığı narsisistik yaralanmaları onarabileceği bir yol bulur.

NARSİSİSTİK ÖZDEŞİM

Narsisistik özdeşim iki farklı bakış açısıyla anlaşılabilmektedir. Birincisine yansıtmalı özdeşim egemendir. Burada özne ve nesne arasındaki sınır silikleşmiş ve bağlantı güçlenmiştir. O kadar güçlenmiştir ki ben ve o bir kaynaşma içindedir. Çocuklaşan yaşlı büyükbaba ile torunun yansıtmalı özdeşime geçmesi kolaylaşır. Büyükbaba da torun gibi yavaş yürüyor, bir iş yaparken babadan yardım istiyordur. Narsisistik özdeşimde özdeşleşilen nesnenin “kötü” yanları yadsınırken “iyi” yanları ile ideal bir hale sokulur. Torun için büyükbabanın babadan bile “büyük” olması zaten üstün bir özelliktir. İkili ilişki içinde büyükbaba ile yaşanabilecek olumsuzluklar, yasaklamalar büyükbaba ile geçirilen zamanın azlığı ve sınırlılığı nedeniyle babaya göre çok daha azdır. Büyükbaba, ölümün yaklaşmasının getirdiği bir cömertlik ve hoşgörü içinde torununa yaklaşabilir. Torunlara alınan hediyeler, onlarla yapılan kaçamaklar ile torun için büyükbabadan iyisi olmayacaktır. Bu tür bir ilişkide torunların büyükbabayı kullandıkları hemen hissedilir. Böyle bir ilişkinin baskınlığı büyükbaba ve torunu arasında bir kendilik nesnesi ilişkisi olduğunu da gösterir.

Narsisistik özdeşleşmedeki iyi-kötü bölünmesi ve sınırsızlık büyükbabanın oğul tasarımı ile biçimlenecektir. Eğer büyükbaba oğlunu adam yerine koyup babalığını onaylıyor ve torunu ile ilişkide oğlu ile rekabete girmeyerek oğlunun sınır ve yasaklarını destekliyor ise narsisistik özdeşim yüzeyde kalmaz derinleşir.

Narsisistik özdeşleşmenin Esther Bick ile gündeme gelen ikinci yönü yüzeylerin üst üste yapışması ile ortaya çıkan halidir. Bick, bu özdeşimde içine girmenin yerini temasa geçmenin aldığını belirtir. Eğer bir dokunma aracılığı ile oluşan yüzey teması sayesinde nesne içe alınamazsa ardından yansıtmalı özdeşimin yapılamayacağını öne sürer. [2]

Büyükbabanın oğlu ile ilişkisi iyi ise baba-oğul ve büyükbaba bir arada vakit geçirme şansını elde edebilirler. Bu sırada yapılan güreşler ve el şakaları ile erkekler arası temaslar özdeşimde etkili olacaktır. Bu anılar çocuğun zihninin bütünleşmesine yardım edeceklerdir. Böylelikle torun için baba ile çatışmadan kaçarak büyükbabaya gidiş toparlanıp bütünleştirilebilecek, tasarımlar bölünmeyecek, tasarımlarla oynanabilecek ve tasarımlar dolacaktır.

BÜYÜKBABANIN ADI

Toruna büyükbabanın adı verilmiş ise torunun onunla narsisistik özdeşimi iyice güçlenecektir. Babanın babası gibi olmak konulan ad ile kolaylaşır. Belki bu durum Bick’in tarif ettiği üst üste yapışmaya da benzer.

Ama ad alma işi biraz sıkıntılıdır. Büyükbabanın adını alma aynı zamanda babanın babası ile yaşamış olduğu ve çözümleyemediği çatışmaların mirasını da almak demektir. Baba, oğluna seslenirken kendi babasının adını söylediğinde kendi babası da canlanacaktır zihninde. Çocuk bilinçdışı tasarımların ve düşlemlerin taşıyıcısı olacaktır her hâlükârda ama bunun bir adla perçinlenmesi taşıyıcılığı güçlendirebilir.

Adlar farklı olsa da oğlan çocuğu babası gibi, büyükbabasının soyadının taşıyıcısıdır. Soyad aileye ait bir öykünün unutulamayacak bir simgesidir. Dikkat edilirse adlar daha sıfat gibi soyadlar ise daha öyküseldir. Bu öykü, zamanın içinde bir derinlik boyutu katar.

ÖLÜM ÇALIŞMASI

Colarusso, 60 yaş sonrasını beşinci bireyleşme ayrışma dönemi olarak tanımlar. 5. dönemde artık kişinin yaşamdan ve sevdiklerinden ayrılma aşamasına geldiğini belirtir. Torun ise, altmışını geçmiş büyükbabası ile hem yaşlılığı hem ayrılmayı hem de ölümü öğrenecektir.

De M’uzan, ölmek üzere olan kişinin yas çalışmasından ayrı olarak ruhsal bir ölüm çalışması yaptığını anlatır. Ölüm çalışmasında De M’uzan, yaşam ve ölüm ayrımının kıyısına gelmekten söz ederken bir olgu anlatır. Bu olgu kanserdir ve ölmek üzereyken yapılan bir psikoterapi çalışmasındadır. Terapistine, kanser olduğunu öğrenmeden hemen önce aldığı kırmızı elbiseyi verip veremeyeceğini sorar. Terapistinden, o öldükten sonra bu elbiseyi giymesini ister. De M’uzan bunu, libidinal genişlemenin ve ilişki kurma arzusunun arttığı ölüm çalışmasının bir parçası olarak yorumlar. Terapistin üzerine aktarılanlar onu hastanın yaşayan dünyadaki temsilcisi yapmıştır.

Aynı durum büyükbaba ve torunu arasında yaşanır. Ölmek üzere olan büyükbaba birçok kişinin yanında torununa da mirasını devreder. En kolayı da torundur aslında, ev-arsa beklemez birkaç oyuncakla ya da elbise ile mutlu olur. Büyükbabanın ismini vermiş olması ise ölümsüzlüğün en somut ve narsisistik açıdan doyurucu hali olacaktır. Büyükbabayla, büyükbaba ve babayla birlikte yaşanmış ve anımsanabilir anılar var ise ve bunlar konuşulabiliyorlarsa ölüm çalışması bir yas çalışmasına dönüşebilir.[3]

YAS TUTMA VE YASA TANIK OLMA

Bu sıralarda ve büyükbabanın ölümünden sonra torun, babasının yas çalışmasına tanık olabilir. Bu tanıklık, torunun nasıl yas tutulacağını ve ölümün babası tarafından nasıl yorumlandığını öğrenebilmesine izin verir. Tabi babası bir yas tutuyorsa. Ya da babası torunun büyükbabası ile ilgili yasını görebiliyorsa ve kolaylaştırabiliyorsa. Büyükbaba, genellikle çocuğu yas ile tanıştıran kişilerden birisidir. Ölüm sıralı olursa ilk göçenler arasındadır.

Torun, büyükbabası ile babası arasındaki baba-oğul ilişkisiyle ilgili gözlemlerinden çok şey öğrenir. Torun, bu ilişkide oğul olan baba ile özdeşleşerek özdeşimine kuşaklararası bir süreklilik katar. Bu süreklilik onu soyuna bağlayarak bir bizlik ve aitlik hissi verir. Bu his, kimliğinin bütünleşmesine ve ideallerinin oluşmasına yardımcı olur. Büyükbabasının ideallerini taşıyan bir baba görmek benzer idealleri sahiplenmesini sağlayabilecekken büyükbabası ile farklı idealler taşıyan babasının onunla ilişkisinin sürdüğünü görmek farklılıklara rağmen biz olunabileceği düşüncesini güçlendirir.

Büyükbabanın torunu ile ilişkisi oğlu ile ilişkisinden farklı olabilir. Çünkü büyükbaba torunu ile karşılaştığında kendi büyükbabasını ve onunla ilişkisini anımsar ve bu ilişki üzerinden torunu ile bağlantı kurar. Böylelikle 5 kuşaklık bir seri oluşur ki 5 kuşak yaklaşık 100-120 yıl demektir. “Biz kimiz?” sorusu ergenlikteki önemli sorulardandır. Büyükbaba ve büyükannenin oluşu ve öyküleri biz kimiz sorusuna yanıt arayan ergen için ardından gidilebilecek 100 yıllık izler sunar.

BİZLİK VE AİTLİK

Talat Parman “Oğullar, Babalar ve Büyükbabalar” başlıklı yazısında kuşaklar arası geçişleri ve aktarımları anlatır. Babalarının idealleri ile özdeşleşen ya da özdeşleşmeyen oğulların kendilerine nasıl bir yaşam seçtiklerini betimleyen Orhan Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” kitabından örnekler verir. Bir ailenin kuşaklar boyu süren öyküsünün ülkenin ve toplumun öyküsü ile nasıl örtüştüğünü gösterir. Yazının sonunda oğlunun isteğini destekleyen ve bu isteğinin sonucunda başarıya kavuşacağına inanan babanın oğlunu nasıl etkilediğini Nobel Ödülü alan Orhan Pamuk’un sözlerinden aktarır.

KURUCU VE YIKICI BÜYÜKBABALAR

Konuşmamın başında büyükbabanın yokluğunun ne kadar zorlayıcı ve kafa karıştırıcı olabileceğinden söz etmiştim. Yeterince iyi bir büyükbaba varsa, kurucu babalık görevini yeterince yerine getirmişse soy öyküsü sürecektir. Kurucu bir büyükbaba ilişkiye giren ve ilişkiler içinde torununun özdeşimini yas ve miras ile derinleştirebilen özellikler taşır. Bu sayede büyükbaba torununun zihninde torun-baba-büyükbaba hiyerarşisindeki yerini alacaktır. Bu hiyerarşi güce değil saygınlığa göre yapılanabilir. Eğer iş güçte olsa baba büyükbabayı döver ama bu bir tabudur ve hoş karşılanmaz. Bir diğer tabu da anne ile evlenmektir ki büyükbaba önce ölürse baba ve babaanne baş başa kalırlar ve ödipal öykünün son geldiği nokta burada yeniden canlanır.

Kurucu bir büyükbaba yerine yıkıcı bir büyükbaba var ise torunun da yaşamı ve ruhsallığı tehlikeye girebilir.

Erkek olmanın evrensel öyküsünün kahramanı Ödipus’tur. Ödipus “bilmeden” babasını öldürmüş ve yine “bilmeden” annesi ile evlenmiştir. Ödipus’un oğulları Polineikes ve Eteokles fazla yaşamazlar. Taht kavgasında birbirlerini öldürürler. Peki eğer Laios oğlu Ödipus’a babalık, torunlarına büyükbabalık yapabilecek biri olsaydı böyle mi olurdu?

Sonuç olarak agresif ve libidinal dürtülerin nesnesini bulabilmesi ve yücelebilmesi için okun yönünde ince ayarlar yaparak ve babayı tamamlayarak erkek toruna nasıl saygın, yaşlı, ölse de mirası sürdürülebilir bir erkek olunacağını öğreten bir büyükbabaya sahip olmak ruhsal açıdan büyük olanaklar ve zenginlik sağlar. Bir baba içinse böyle bir babası olması oğlu ile ilişkisinin derinleşmesinde ve erkekler arası özdeşim süreçlerinin kolaylaşmasında ona yardımcı olur.

Çocuk için babanın koruyuculuğu ve ayrıştırıcı gücü ne kadar gerekli ise bu gücün pekişmesinde büyükbabanın varlığı da o kadar gereklidir.

 


[1] grandson, granddaughter

[2] Buradan yola çıkan Etchegoyen, psikanalizdeki çerçevenin bir temas sağladığını, sürekliliğin bir ilişki olduğunu ama süreksizliklerin yani seanslar arasındaki kesintilerin bir deri gibi sınır sağlayarak bu yapışma biçimindeki narsisistik özdeşleşmeyi engellediğini belirtir.

[3] Dikkatimi çeken bir konu cenazelerde en çok ağlayanlar arasında torunların olmasıdır.