• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

NESNE, YAŞAMA BAŞLADIĞIMIZ YERDİR

NESNE, YAŞAMA BAŞLADIĞIMIZ YERDİR

Freud, çalışmalarının başlangıcında hastalarının çocukluklarıyla ilgili anlattıklarının somut gerçekler olduğunu düşünmüştür. Hastaların söylediklerini böyle değerlendirince tüm anne-babalar tacizci haline gelmiştir. Daha sonra bakış açısını değiştirip anlatılanların soyut ve simgesel olduğunu dikkate alınca iç gerçeklik kavramını geliştirmiştir. Freud, insanın yaratıcılığı, çocukluk ve ilkel insanlar üzerinden somutlaştırmanın dinamiği ile ilgilenmiştir. Birçok analist insanın somutlaştırma süreçlerini araştırmıştır. Winnicott ise geçiş nesnesinin somut ve fiili varlığının önemine özellikle değinmiştir. Konuşmamda bu noktaya odaklanacağım.

Bu konuyla ilgilenmemde pandeminin etkisi oldu. Pandemi, bize somut yaşantının, sanatın ve sosyal yaşamın anlamını ve geçiş alanındaki deneyimlere ne kadar çok ihtiyaç duyduğumuzu açıkça hissettirdi. Pandemi yüzünden yalıtılmışlığım artınca, hafta sonu sokağa çıkma yasaklarında ben de ruhsal dünyanın nesnelerine yöneldim. Psikanaliz geliştikçe ruhsal dünyanın nesnelerinin çeşitlendiğini gördüm. Narsisistik nesne, anaklitik nesne gibi nesnelere zaman içinde birçok yenisi eklenmişti.

Psikanalizin nesneler dünyasında, “nesne” tanımı içsel dünyadaki kişi tasarımını simgeler. “Nesne” kelimesi aslında fazla somut, cansız ve duygusuzdur. Ama yerine geçebilecek başka bir kelime bulunamamıştır.

Somutlaştırma ile birlikte değineceğim bir diğer nokta Winnicott’ın dolaylı yoldan inkorporasyonun dinamiğine getirdiği farklı yaklaşım. Winnicott’ın önemini açıkladığı aynalama kadar etkili olabilecek aynalamama ve geçiş nesnesinin cansızlığı durumlarına değineceğim, analite ile ilişkisini de ele alacağım. Somutlaştırma ve aynalamama psikanalitik yazında genellikle olumsuz yönleri üzerinden, psikoz ve birincil süreç açısından yorumlanan konulardır. Bu olguların olumlu yönlerini irdeledikten sonra Winnicott’ın kuramsallaştırdığı yanılsama ve yanılsamanın bozulması süreçlerine yanılsamanın yeniden yaratılmasını ekleyeceğim. Yanılsamanın yeniden yaratılması sırasında oluşturulan geçiş alanı ve örgütlenme çok değerlidir. Geçiş alanındaki deneyimleme homo sapiensi insanlaştırmıştır. Göbeklitepe’de ortaya çıkan tapınaklar bildiğimiz ilk geçiş alanlarıdır, insanlığın ve uygarlığın başladığı yerdir.

Aradalıklar Listesi

Winnicott, kendi tabiriyle, geçiş nesnesi için “karmaşık bir önerme” yapmıştır. Geçiş nesnesini birçok ikili durumun arasına yerleştirmiştir. “Geçiş Nesnesi ve Geçiş Fenomeni” makalesinde ondan fazla durum sayar:

  • Parmak ile oyuncak ayı
  • Oral erotizm ile gerçek nesne ilişkisi
  • Öznel ve nesnel
  • Varsanı, düşlem ve gerçek
  • İçsel ve dışsal
  • Ben ve ben olmama
  • Benzerlik ve farklılık gibi…

Böyle birçok konum arasında olması geçiş nesnesinin birçok gelişimsel sürecin kesiştiği yerde durduğunu gösterir. Bunlar aynı zamanda benlik gelişiminin izlediği yollardır. Ayrıca kendiliğin nesneden ayrışma süreci ile de ilişkilidirler.[1]

Kucaklayarak İnkorporasyon

Oral dönemde somut süt ve soyut sevgi aynı şeydir. Oral erotizm ile anne tasarımı tekrar tekrar inkorpore edilir. Fiziksel olarak bedensel içe alım düşlemsel hale gelir, bir kendilik ve nesne ilişkisi kurulur. Bu aşamadan önce Winnicott’ın tanımladığı “olma hali” yaşanır. Winnicott’a göre annedeki saf kadınsı öge “olmak”tır ve meme ile ilişkilidir. Annenin erken dönemdeki içselleştirilişi olan birincil özdeşleşmeyi Winnicott[2], bebek anneden ayrışmadan önce bebeğin annesinin “olma hali” ile özdeşleşmesi olarak tanımlar. Winnicott’ın kuramını kullanarak el alırsam inkorporasyon, benliğin nesneyi yiyerek içe alımıyla gerçekleşmez. Nesne tasarımı oluştuktan sonra benlik sınırları geliştiği için nesne kendilikten ayrışınca benliğin içinde kalmış olur. Yani çocuk inkorporasyonda, içinde bulduğu nesneyi kucaklar ve sarmalar. İnkorporasyonun bu biçiminde, ısırarak ve emerek içe almanın saldırganlığı yoktur. Ama tabi ki sürekli kucağında taşıyan birisi de boğucu olabilir. Bunun yanında geçiş nesnesinin yenemeyen ve içe alınamayan ama kucaklanabilen somut bir nesne olması benliği dışarı doğru yönlendirir.

Otoerotizm

İçe alma konusundan beden yüzeyine doğru gelirsek otoerotizmle karşılaşırız. Winnicott’ın, geçiş nesnesi “otoerotizm içerir ve içermez, otoerotizmle başlar” tespiti geçiş nesnesinin hem beden yüzeyindeki bir nesne olarak algılandığı hem de algılanmadığı imasını taşır. Geçiş nesnesi ile otoerotik etkinliğin gelişimi ve dinamikleri birbirine çok benzer. İkisinin de gelişmesi için önce içsel nesne tasarımını oluşturacak, bebeğe sevgi ile bakan bir anneye ihtiyaç vardır. Otoerotizmden farklı olarak geçiş nesnesindeki tutma ve bırakma ile egemen olma dinamiğinin geçiş nesnesini analite ile ilişkilendirdiğini düşünüyorum. Bu, geçiş nesnesinin kucaklanması gibi çocuğu yine dışarı doğru yönlendirir, şizoid kapanmayı engeller.

Sağlıklı bir kendilik ve nesne ilişkisi, dürtünün eyleme geçmesi için gereken zemini sağlamaktadır. Winnicott’ın aradalıklar listesine devam edersem ondan alıntıyla geçiş nesnesi “içeriden çıkmaz, dışarıdan da gelmez”, “hem memedir hem değildir… Hem simgedir hem de değildir.”

Kendilik Parçası Somut Nesneye Eşit Değildir

Simge somutluk ve soyutluk arasında ilerleyişlerle ve gerileyişlerle oluşan bir olgudur. Segal, simgesel eşitliği açıklarken beden parçası ve somut nesne arasındaki ayrım yoluyla somut ve soyut düşünceye açıklık getirmiştir. Segal, biri psikotik biri nevrotik olan iki erkek müzisyeni karşılaştırarak bu farkı anlatmıştır. Hastalardan ilki psikotiktir ve kemanı penis ile, keman çalmayı mastürbasyon ile somut bir biçimde denk tutmaktadır. Bedeni ile somut nesne arasındaki farklılıkları inkâr etmiştir. Kendisi ve kendisi olmayanı ayırt edememektedir.

İkinci müzisyen ise nevrotiktir, genç bir kızla keman düeti yaptığı bir rüyayı anlatır. Keman çalmakla ilgili çağrışımlarında ilişkilerini ve mastürbasyon yapmakla ilgili düşüncelerini dile getirir. Böylelikle kemanın penisini, keman çalmanın ise bir cinsel ilişkiyi düşlemlediği bir mastürbasyon fantezisini simgelediği ortaya çıkar. Gerçekliği değerlendirebilen benlik, kendilik ile nesneyi ayrıştırır. Yerine geçen nesneler ilk nesne “gibi”dirler, benzerdirler, aynı değillerdir. Ancak olumsuzlama kendilik ve nesneyi ayrıştırınca geçiş alanı oluşabilir. Geçiş alanı psikotik ile nevrotiğin, benzerlik ile farklılığın arasındadır ki Winnicott bunu da yazısında belirtmiştir.

Bir simge üretebilmek ve keman gibi bir alet, yani cansız nesne kullanımı insanı diğer canlılardan ayırır ve insanlığı başlatmıştır.

O Kadın Annem Değildir

Yerine geçen nesnenin ilk nesne gibi olmamasının kabulü benliğin olumsuzlama yetisinin gelişmesi ile ilişkilidir. Olumsuzlama sayesinde yer değiştirme ortaya çıkar ve simge oluşumu bir yüceltme olur. Freud’un Olumsuzlama makalesinin başlangıcındaki “Rüyamdaki kadının kim olduğunu soruyorsunuz. O kadın annem değildi.” ifadesi yukarıdaki örneğin benzeridir. Bu defa somut nesne ve beden parçası değil iki benzer nesne olarak anne ve kadın ayrıştırılmıştır.

Geçiş nesnesinin oluşumuna yer değiştirme alıştırmalarının yapıldığı bir ön-yüceltme aşaması diyebiliriz. Yukarıdaki psikotik durumdan farklıdır. Olumsuzlama yapılamadığında somut düşünce bir saplanma olurken bebek için geçiş nesnesi bir ilerlemedir.

Winnicott’ın “Geçiş Nesnesi ve Geçiş Fenomeni” makalesinde olumsuzlamayla çok karşılaşırız. Örneğin son olgu, nesnenin olumsuzlanması ve soyutlanması yoluyla nesne ile nasıl ilişki kurulabileceğinin örneğidir.

Negatif Kadın

Winnicott bu olguda nesnellik ve öznellik arasındaki bölgeye odaklanır. Kadın hasta çocukken savaş yüzünden anne-babasından kopmuş ve gittiği yerde kimseye teyze ya da amca dememiştir. Winnicott bunu anne-babayı hatırlamanın negatifi olarak yorumlar. Hasta onların yerine kimseyi koymayarak ve yerlerine geçebilecekleri yok sayarak anne-babasının boşluğunu aklında tutmaya çalışmıştır. Bu hasta, soyutluğa ve olumsuzlamaya saplanmıştır.  Yerine geçen bir nesne vücuda getirmeyi reddetmiştir. Annenin yokluğunu idealize ederek geçmiş nesneden ayrılmanın acısını mazoşistik bir hazza dönüştürmüştür. Üşüdüğünde bile battaniyeyi değil battaniyenin yokluğunu daha gerçek hissetmiştir.

Olumsuzlama ile birlikte yerine geçen somut bir nesne yaratamamak, orada var olan nesne ile bağlantı kurulmasını zorlaştırmıştır. Soyutluğun bu kadar şiddetli olması ve somut bir nesnenin üretilememesi yas tutulmasını da ketler. Bunu, kaybettikleri yakınının cesedini ya da mezarını bulamayanlarda gözlemleriz.

İpli Çocuk

Winnicott’un anlattığı diğer olgu da anneden ayrışma, kendilik ve nesne bağını fazla somutlaştırmak ile ilgilidir. İpli çocuk, henüz ayrılmaya hazır değilken, kız kardeşinin doğumu, annesinin depresyonları ve hastaneye yatışları ile yalnız kalmıştır. Dağılmaya karşı ipi farklı biçimlerde kullanmaktadır. Sandalyeleri ve masaları birbirine bağlar, kız kardeşinin boynuna bir ip dolar, kendisini ayaklarından ağaca asar.

Winnicott, ip için şu yorumları yapmıştır:

  • İletişim eksikliğinin kanıtıdır,
  • Çocuğun annesiyle ilgili umudunun bittiğini ve ayrılığı inkâr ettiğini gösterir,
  • İp, tehlikeli ve kontrol edilmesi gereken bir nesne haline gelmiştir,
  • Nesnenin kullanımındaki ikincil kazançlar durumu karmaşıklaştırır.

Bu tespitlerinden şunları çıkartabiliriz ki geçiş nesnesi bir iletişim eksikliğinde değil iletişim varken ortaya çıkan ayrılıklarda kullanılır. Ayrılığın inkarında değil kabulünde rol oynar. Tehlikeli bir nesne değildir ve egemenlik altına alınabilmiştir. İpli çocuk için ip tehlikeli bir nesne olurken yarattığı tehlikeden ilişkilerde sadomazoşistik bir biçimde yararlanma becerisi geliştirmiştir. İp, çocuğun anne-babası ile ilişki kurmasının nesnesi haline gelince geçiş nesnesi olmaktan çıkmıştır. İpli çocuk, somut nesne yaratabilmiş ama bunu geçiş nesnesi olarak kullanamamıştır.

Somutlaştırma, içsel nesne ile güvenli bir ilişki kurulmadan, iletişimin yerine ve ayrılığın inkarında kullanılırsa geliştiren bir somutlaştırmaya ve simgeye dönüşememekte, saplanmaya neden olan bir somutlaşma ortaya çıkmaktadır.

Somutlaştırma

Çocuğun geçiş nesnesi ile ilişkisi bir somutlaştırmadır ve somut düşüncenin egemenliğindedir. Haz ilkesinin güdümündeki bilinçdışı ve birincil süreç, arzularına hemen bir vücut vermek ister. Somutlaştırma şu durumlarla birlikte gözlemlenir:

  1. Psikosomatikteki işlemsel düşüncede,
  2. İlkel ve şiddetli duyguları eyleme dökmede,
  3. Bilinçdışı düşlemin yineleme zorlantısı ile sahnelenmesinde,
  4. Aktarımın gerçekleşmesinde içsel tasarımlar analiste somutlaşınca ve
  5. Yas tutulurken somutlaştırmaya rastlarız.
  6. Bedenle kurulan ilişki bir somutlaştırmadır ve canlılıkla bağlantılıdır.
  7. Psikotik düşüncenin somutluğunda mecazi anlam var olamaz, diğer olasılıklar yoktur ve tek bir somut durum vardır.
  8. Sanat estetiğin, din ahlakın, bilim mantığın ve spor rekabetin somutlaştırılmasıdır.
  9. Savunma amaçlı somutlaştırma dağılmaktan, kaygı verici boşluktan ve psikozdan korur. Kaygı bozukluklarında hastalar yanlarında hap, su, telefon gibi eşyalar taşıyarak kaygıya karşı somut güvenceler ararlar. Obsesif nevrozda somutlaştırma içsel ve soyut olanı kontrol etme amacıyla kullanılır. Örneğin el yıkayarak kirlilik hissinden kurtulmaya çalışmak gibi.

Silvano Arieti[3] ve Harold Searles gibi analistler şizofrenide somutlaştırmanın seyrini ve soyut düşünme yetisinin nasıl ortaya çıktığını göstermişlerdir. Psikozda düşünce ve algı ayrıştırılıp olumsuzlanamaz. Varsanı, dış dünyada somut bir karşılıktan yoksundur ve gerçeklikten kopuktur.

Arieti, sanatsal yaratıcılıkta somutlaştırma üzerinde çalışmıştır ve kitaplarından Türkçeye çevrilenler vardır. Sanatın büyüsel bir güçle birincil ve ikincil süreci birleştirdiğini öne sürmüş ve buna üçüncül süreç adını vermiştir. Üçüncül süreçte birincil sürecin somutlaştırması ve ikincil sürecin soyutlaştırması bir arada çalışır.

Kenneth Wright[4], “Bastırılamayan Şarkı” başlıklı yazısında “biçim”den bahsederken somutlaştırmadan söz eder ve bunun Winnicott’ın düşüncesinde sürekli olarak var olduğunu belirtir. Somutlaştırma bir deneyimleme olanağı yaratırken eylemi de içerir, simgeleşmeyi destekler. Somutlaştırma ile deneyim, bir görüntü, bir isim ve bir vücut kazanır. Dildeki “vücut bulma” tanımı somutlaştırmanın bir ifade biçimidir. Wright, imgelerin deneyimleri kelimelerden daha iyi seslendirdiğini ve resmettiğini belirtir. Somut bir nesnenin üç boyutlu haliyle tüm algı organlarına hitap ederek deneyimi zihinselleştirmede çok daha etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Wright’a göre geçiş nesnesiyle çocuk, annesiyle yaşadığı bedensel deneyimini yeniden yaratır. Çocuk, annenin onu kucaklaması ve taşıması gibi geçiş nesnesini kucaklar, taşır ve annesi ile özdeşleşir. Anneyi taklit ettiğinde anne olduğuna inanmayı Jacobson büyüsel bir düşünce olarak yorumlar. Burada çocuğun, anneden bir parçayı saklama ve anneyle kaynaşma arzusunu görür. Çocuğun özdeşleşme aşamasına gelmesi annesinden özdeşleşebileceği kadar ayrıştığını gösterir. Winnicott’ın “aradalıklar” listesine özdeşim ve ayrışma arasında olmayı da ekleyebilirim. Anne-babasından duyduğu bir kelimeyi de ad olarak geçiş nesnesine ekleyince çocuğun sesi annesinin sesi, tavrı annesinin tavrı olurken bir kaynaşma yaşanır.[5]

Somutlaştırma, dağılma ve dağınıklığa karşı bir bütünlük sağlama çabasıdır. Soyut konular özellikle de ayrışma, belirsizlikleri ve etkileri ile tehdit haline gelince somutlaştırma ile bir belirlilik sağlanmaya çalışılır. Ruhsal acıya katlanılamadığında acının işlevini ya da biçimini değiştirme çabasıyla zihinsel acı fiziksel acıya dönüştürülebilir. Yoğun suçluluk hissi taşınamazsa kişi kendisini somut olarak cezalandırmak isteyebilir. Yukarıda söz ettiğim somutlaştırma ile ilgili durumların psikanalizde nasıl derinlemesine çalışılabileceğini en iyi gösteren psikanalistlerden birisi Ilany Kogan’dır. Soykırıma maruz kalmış kişilerin çocuklarına aktardıkları bilinçdışı travmanın somutlaşma biçimlerini göstermiştir. Düşlem, hele de travma içeriyorsa, yineleme zorlantısı ile somutlaşma ve yeniden sahneleme baskısı yaratır. Kogan’ın anlattığı olgularda travmanın kuşaklar arası bilinçdışı aktarımı yüzünden kuşaklar arası bir geçiş alanı oluşturulamamış, travmalar konuşulamamıştır. Kuşaklar arası geçiş alanının oluşturulamaması somutlaştırmanın simgeleşmeye gidişini ketlemiş ve hastalandırıcı olmuştur. Kogan'ın; Sessiz Çocukların Çığlığı, Yas Tutmama Mücadelesi, Kendilikten Kaçış ve Değişimin Tuvali adlı kitapları Türkçeye çevrilmiştir.

Canlı ve Cansız Arasında

Geçiş nesnesi, sıcaklık, hareketlilik, canlılık ve cansızlık arasındadır. Örneğin oyuncak ayı anne kadar canlı değildir, diğer nesneler kadar da cansız değildir. Somut düşüncede özellikler ve eylemler, maddeye ya da bedene sıkıca bağlıdırlar. Bu sırada çocuk, çevresindeki canlı-cansız tüm nesnelere bağımlıdır. Bu, ayrışma durumlarında bağımlılığı ve bağları devam ettirme işlevi görür.

Winnicott, annenin nesne olarak kullanılabilmesi için çocuğun saldırganlığına dayanabilmesi ve dış dünyada varlığını sürdürebilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Hatta anne canlı olduğu ölçüde bu saldırganlığa dayanabilir. Geçiş nesneleri genellikle saldırganlığa dayanabilen ve kolay kolay kırılmayan, yenemeyen oyuncaklardır. Saldırılara dayanması geçiş nesnesini dış dünyanın bir gerçeği ve “canlısı” yapar.  

Analite

Geçiş nesnesindeki somutlaştırma süreci içinde inatlaşma ve bir karşıt yatırım da içerir. Hem geçiş nesnesi hem de anne üzerinde kontrolü sürdürme çabası vardır. “Kim haklı?” [6] ya da “Kimin dediği olacak?” soruları çocuğun lehine ve aynı zamanda “Bu bir oyun.” açıklaması ile yanıtlandıkça düşlem ve oyun için geçiş alanı açılır. Bu sorular analite ile ilgilidir. Aslında geçiş nesnesi kaka gibidir. Kaka yapıp yapmamada çocuk, anne ile girdiği inatlaşmanın farklı bir biçimini geçiş nesnesi ile yaşar. Bu defa nesneyi bırakmaz ve kakasıyla yapamadığını geçiş nesnesi ile yapabilir. Onu sürekli tutabilir ve kontrol edebilir. Bu inatlaşmayı kazanması ve bunun bir oyun olması çocuğa bir geçiş alanı açmış olur. Çocuk bu geçiş alanını ona açan annesiyle özdeşleştiğinde kendi ruhsallığında da bir geçiş alanı yaratır.

Aynalamama İşlevi

Geçiş nesnesinin, cansızlığından ötürü duyguları yansıtmama ve aynalamama özelliğinin aynalamada olduğu gibi, bir ihtiyacı giderdiğini düşünüyorum. Çocuk, annesi ile ilişkisinde oluşan duyguları geçiş nesnesine yansıtır. Aynalamama, geçiş nesnesine yansıttıklarının geri gelmeyeceğini bilmenin rahatlığını ve güvenliğini yaratır. Winnicott, geçiş alanında gerçeği değerlendirme uğraşısına ara vermenin çocuğu dinlendirdiğini belirtmiştir. Geçiş nesnesinin aynalamama ve misilleme yapmama özelliği de dinlendiricidir. Stefano Bolognini[7], geçiş alanının kendilik ile kendilik olmayanın bir işgal tehdidi olmadan bağ kurmasını sağladığını belirtir. Geçiş alanı, doğası itibarı ile güvenlik hissini pekiştirmektedir. Geçiş nesnesinin canı acımaz. Paranoid yansıtmalara maruz kaldığında hareket edemez. Korku verirse kolaylıkla bir yerlere saklanabilir. Somutlaştırma bir denetim aracıdır[8] ve aynalamama bu denetimin verdiği güvenlik hissini pekiştirir.

Psikanalistin abstinans-yokluk hali her şeyi aynalamama özelliğidir. Bu sayede aktarımın canlandığını ve analistin bir geçiş alanı yarattığını psikanaliz keşfetmiştir ve kullanmaktadır.  Psikanalistler, cansız ve soğuk bulunur, eleştirilirler. Bu cansızlık, onları düşlemde canlı kılar.

Örgütleyici Geçiş Deneyimi

Geçiş nesnesi yalnızca anne-çocuk ilişkisinde var olurken geçiş alanı çoklu ilişkilere olanak tanır. Şimdi de geçiş alanının insan için nasıl bir başlangıç yarattığına değineceğim. Joseph Cancelmo[9] geçiş alanındaki etkileşime “örgütleyici geçiş deneyimi” demiştir.

Ortak deneyimlerin geçiş alanında, ruhsal sorunlara ve kendiliğin oluş seyrine gruba ve kimliğe ait çözümler bulunur. Doğum, düğün, ölüm gibi durumlar kültürel geçiş alanındaki örgütlenmelere örnektir. Geçiş alanı, bireylerin benliklerini ortaklaşa kullandıkları bir ortamdır. Grup üyelerinin benlikleri arasında bir ilişkilenme (ego-relatedness) olanağı yaratır. Kişi benliğini kullanamadığı, benliğinin zayıfladığı durumlarda geçiş alanını, bir çocuğun anne-babasının benlik desteğini alması gibi kullanır. Bu örgütlenme sayesinde benlik, gerçeklikle bağını da düzenlemiş olur.

Yanılsama-Yanılsamanın Bozulması-Yeni Yanılsamanın Oluşturulması

Geçiş nesnesi, ilk tümgüçlülük yanılsamasının bozulduğu ve bozulurken yeni bir yanılsamanın büyüsel düşünce ile yaratıldığı yoldadır. Bu defa yanılsama bebek tarafından somuta ve deneyime geçirilecektedir. Winnicott, “geçiş nesnesiyle çocuk büyüsel tümgüçlülük ile kontrolden manipülasyon ve kas gücü ile kontrole geçer.” demiştir. Aslında bu geçişin kendisi de bir ara alan yaratır. Düşüncesel tümgüçlülük ve eylemsel somut tümgüçlülük arasında gidiş gelişler sürer.

Çocuk yeni büyüsel yanılsamasını nesneleri kullanarak yaratmaya başlarken bu defa annesinin yanılsama yaratma yönüyle özdeşleşir. Anal dönemle birlikte ortaya çıkan büyüsel düşüncede diğer cansız nesneler geçiş nesnesinin yukarıdaki rollerini paylaşırlar. Büyüsel düşüncede dış dünyanın nesneleri geçiş nesnesi gibi olağanüstü özellikler kazanırken çocuk bu nesnelere geçiş nesnesi kadar bağımlı olmaz. Büyüsel düşüncede kendilik ve nesne yine tam ayrışmamıştır ama bu defa nesneler düşlemin egemenliğine girerler.

Winnicott bir çocukla görüşmesinde çocuğun geçiş nesnesini araştırır. Gerçeklik duygusuna sahip bu çocuğun geçiş nesnesini anlatırken sanki gerçeklik hissinden yoksunmuş gibi konuşmasına dikkat çeker. Çocuk kırmızı gözlü mor tavşanını anlatmaya başlar ve “Beni hala ziyaret eder. Onun ziyaret etmesini seviyorum.” der. Çocuk o sırada geçiş nesnesini kullanmıyor olsa da ondaki büyüsel yatırımı sürmektedir.

Winnicott’ın hastasının sözlerindeki kendilik ve nesne ilişkisini tersine çevirirsem bu sözler sevilen ve orada olmayan bir yakının mezarı için şu şekilde söylenebilir: “Onu hala ziyaret ederim. Onu ziyaret etmeyi seviyorum.” Geçiş nesnesi, yaşamdaki tüm ayrılıkların yasları tutulurken kişinin çevresindeki kişilerle nasıl bir geçiş alanı örgütleyebileceğini öğretir. Çocuk için ana ayrışma, annesinin geçici yokluğu ile ilişkili iken erişkin için ana ayrışma anne-babanın ölümü ile ilgilidir. Psikanalizin bir geçiş alanı olarak oluşmasında Freud’un babasının ölümünün de etkisi olmuştur.

Homo sapiens -alet kullanmasındaki gibi- ayrıldığı yakınlarının yerine geçirdiği nesneler ve törenler ile de insan olarak yaşamaya başlamıştır.

Caldwell’in söz ettiği Hitchcock’un Sapık filminde Bates Motel, annesinin kaybını inkâr eden ve yası için geçiş alanı oluşturamamış bir katilin mekanıydı. Norman, ölen annesinden ayrılamamış, annesinin cesedini evindeki odasında saklamıştı. Annesinin inkorpore tasarımını içinde saklamaya çalışırken hoşlandığı kadının katili olmuştu.

Anadolu’da, atalarının kayıplarını sanat ve yas aracılığıyla bir geçiş alanı yaratarak işleyen insanların 11000 yıl öncesinden bıraktıkları yapıtlar vardır. İnsanlık tarihinin başlangıcındaki ilk geçiş alanlarının yasla ilgili olduğu yakın zamanlarda ortaya çıkmıştır. Göbeklitepe’yi araştıran Klaus Schmidt, buldukları ile medeniyetin oluşumunu biçimlendiren ana etkenin tarım değil de tören, ataları anma, yani geçiş alanı oluşturma çabası olduğunu ortaya çıkartmıştır.

Göbeklitepe’de ayakta duran 5 m. yüksekliğindeki heykellerin üzerinde “oyuncak ayı” kabartmasının yanında avcı hayvanlar, kuşlar, böcekler ve yenen hayvanlar vardır. Schmidt, sütunlar üzerindeki tasvirlerin anlatılmak istenen bir öykü olduğunu ya da bu hayvan tasvirlerinin heykelleri koruduğunu öne sürmüştür. Bu hayvanların heykeli yapılan avcı lideri tanımladığını, onun kahramanlıklarını anlattığını düşünüyorum. Ölmüş baba liderlerin anıldığı ilk anıtlar olduğuna inandığım Göbeklitepe’deki totem heykeller, artık orada olmayan babaların yaşamaya devam ettiği yanılsamasını veren geçiş nesneleri gibidirler. Freud Totem ve Tabu’da babanın katledilip yenmesinin yarattığı suçluluğun yasayı oluşturmasını açıklar. Göbeklitepe’de ise ölen liderleri anma işi geçiş alanını ve yerleşik uygarlığı oluşturmuştur. Aletler ustaca kullanılmış, sanatçılık ve mühendislik uzun süreli bir grup çalışması ile birleştirilmiştir. Ayrılığı simgeleştirme çabası insanların bir kez daha grup olarak örgütlenmesini sağlamıştır. Geçiş alanındaki topluluk kalabalıklaşınca yerleşme gereksinimi doğmuştur.

Annesinden uzaklaştığında onu tekrar görmek isteyen çocuklar gibi, anıtlara giden insanlar da liderlerinin heykellerini görerek onların yaşamış olduklarını yeniden anımsayabilirler. Ölen kişi gitmiş olsa da totem heykeller kaybedilenlerin hâlâ orada olduğu ve istenildiği zaman anımsanabilecekleri yanılsamasına izin verirler. Aynı işlevi geçiş nesnesi de sağlar.

Geçiş alanı oluşamazsa neler olabileceğini yas tutan hastalarımızda ve Norman’da görürüz. Kayıplarının onlarda yarattığı tepkiyi konuşabilecek bir geçiş ortamı bulamazlarsa sorunlar çıkar. Kaybedilen kişinin içsel tasarımı inkorpore halde kişinin iç dünyasında yaşamaya devam edebilir. Bu durum farklı biçimlerde somutlaşarak yaşama geçerken kişiyi kısır yineleme zorlantılarının içine hapseder.

Bu sunumda üzerinde durduğum ana konu geçiş nesnesini ve geçiş alanını ruhsal açıdan yaşamsal kılanın somut ve soyut arasındaki gidiş gelişe ve yaratıcılığa olanak tanımasıydı. Eğer ayrılık bir geçiş alanı içinde simgeleşebilirse kaybedilenin somut varlığı sonsuz varyasyonlar halinde yeni yaratılara ve yeni ilişkilere dönüştürülebilmektedir. Bu sırada benlik güçlenirken kendilik ve nesne ayrımı netleşmekte gerçeklik ile bağ yitirilmemektedir.

 


[1] Somut ve soyut arasındaki ilerleyişler ve gerileyişler yaratıcılığın yaşandığı geçiş alanını oluşturur.

[2] D. W. Winnicott, “Creativity and its Origins”, Playing and Reality, London, Routledge, 1971, s. 65-86.

[3] Arieti, S. (1961) The Loss of Reality. Psychoanalytic Review 48:3-24

[4] Wright K., (2018) “the irrepressible song” Donald W. Winnicott and the history of the Present: Understanding the Man and his Work, Ed. Angela Joyce, Karnac Books, Londra.

[5] Wright; Matisse ve Basho’nun sanat yapıtlarının nasıl kendilerini yansıttığını ve sanatçının yapıtıyla nasıl kaynaştığını anlatmıştır.

[6] Maxine Anderson, (2012) “Absolute Truth And Unbearable Psychıc Paın” Psychoanalytic Perspectives on Concrete Experience, Ed. Allan Frosch Concretisation, reflective thought, and the emissary function of the dream, Karnac Books, Londra.

[7] Bolognini S. “In Between Sameness And Otherness: The Analyst’s Words İn İnterpsychic Dialogue”

[8] Kogan I, Sessiz Çocukların Çığlığı, Isaac