• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

YAS TUTMADAN YAŞAYABİLİR MİSİN?

YAS TUTMADAN YAŞAYABİLİR MİSİN?

İnsan yas tutmadan yaşayabilir mi? Kaybına rağmen kimseyi kaybetmemiş gibi yaşayabilir mi?

Zor olur ama yapılabilir. Bir parçasını yaşatırken bir parçasını kaybettiği kişi ile ilişkide tutabilir. Kaybettiği kişiyi kaybetmemiş gibi yapabilir belki ama gerçekliğin reddinden çok insanı duyguları zorlayabilir.

Bir de yaşamın kendisi zorlar. Dünya yıkıcı olduğu kadar aynı zamanda insanı yaşamaya zorlayan bir çevre. Her yönüyle dünya ve ilişkiler genelde fark ettiğimizden çok daha talepkâr.

Yaşamın başında, ilk yıllar çocuğun zihninde bir nesne tasarımı yaratmak büyük bir çaba ve yatırım gerektirirken daha sonra bu yatırımı kesmek, değiştirmek, dönüştürmek büyük bir mesele olur. Libidinal yatırım yüklü nesne iç dünyada bir kez yer etti mi kişi kendi isteğiyle bu yatırımdan vaz geçmez. Nesne sürekliliği sağlandı mı nesne artık kendiliğin de bir parçası haline gelmiş olur. Daha çok uyaran, daha çok doyuran, daha bütün, daha gelişmiş hissettiren, daha anlamlı başka bir nesne yoksa öncekinden vazgeçilemez. Bu durumda bile vazgeçilmiş olmaz, birisinin yerine bir diğer geçmiş olur.

Çocuğun tümgüçlülük yanılsamasını oluşturmak ve sonra bozmak da zordur. Küçük büyük türlü türlü kayıp, yaşamı boyunca aslında tümgüçlü olmadığını, kaybede kaybede yaşadığını, savunmasızlığını ve çaresizliğini yüzüne vurur insanın. Geleceği, sürekliliği de yoktur. Bazı yaşantıları onaramaz, birçoğunu geri alamaz. Çok pasif ve etkisizizdir gerçekte. Tümgüçlülük kadar iyilik halinin değişmeyeceğine de inanması güçtür. Kayıp ve travma özgüveni bozar, değişime zorlar, güçsüzlüğünü kabul etmede insana boyun eğdirir. Tümgüçlü olan doğadır, dış gerçekliktir.

Özerkleşmek, bireyselleşmek, kendi başına ve ilişki içinde yaşamayı öğrenmek uzun bir süreçken kaybedilen kişi olmadan onunla ilişki içinde yaşamayı öğrenmek ayrı bir süreçtir.

Sevdiğimiz kişi ile ilişkiyi sürdürme, kendimizi değerli ve güçlü hissetme, özerk ve bağımsız hissetme süreçleri yas ile ya sekteye uğrar ya da bozulur.

Yas, insanın kayıplarına verdiği tepki, kaybı kabullenme ve işleme sürecindeki yaşama uyumu arttıran süreç olarak tanımlanıyor. Süresinden sık sık söz ediliyor. Ama süreden çok içerik önemlidir. Çünkü kayıp insanın ruhsal açıdan zor işlediği, sindiremediği, bazen kendine yediremediği bir deneyim. Kayıptan sonra yas sürecinde ne olduğu, kiminle, nasıl yas tutulduğu önemlidir. Diğer üzerinde durulmayan önemli konu ise yasın ancak bir ilişki ya da bir topluluk içinde tutulabileceğidir. Yas, yalnız başına tutulamaz.

Şöyle de diyebiliriz: melankolide kişi ne kaybettiğini bilemez, yasta kişi ne kaybettiğini bilir ve yas çalışması kendinde neyi kaybettiğini anlama çalışmasıdır. İnsan kendindekini görmek için bir başka insana muhtaçtır.

Onu kaybedince kişi kendisinde neyi kaybetmiştir?

Kaybedilen kişi ile ilgili durumlar kişinin kendi içinde neleri kaybettiğinden daha belirgindir. Kişi kaybettiği yakını ile ilgili anılarını ve acılarını konuşurken kendisinde kaybettiklerini ve kendisindeki acıları işler. Bunları anlayıp tasarımlamak, kişinin kendisi hakkında olanları fark edip konuşması, kaybedilen kişi hakkında konuşmaktan zordur.

Tabi bu kayıplar içinde sevdiklerimizin, yakın ilişki içinde olduklarımızın kaybı en zorlayıcısı. Kayıp yaşamak ile ilgili durumlar açısından psikanalistler yas tutmamanın olumsuzluğuna odaklanmışlar. Yas tutamayan kişinin yaşamındaki aksaklıkları incelemişler. 

Yas tutamayan kişilerin yaşamlarında şöyle sorunlar saptamışlar:

  • aşırı hareketlenme, canlanma,
  • saldırganlıkta artma,
  • dağılma,
  • zaman algısını kaybetme,
  • sağlıklarıyla çok uğraşma,
  • bulma-kaybetme-bulma durumlarını tekrarlama
  • düşünsel olarak kayıpla çok uğraşma,
  • sürekli bir pazarlık içine girme,
  • duygusal bir yalıtıma kapılma, yaşamda donma,
  • yaşamaya devam etmekte, var oluşlarını sürdürmekte zorlanma,
  • yaşamın anlamını kaybetme,
  • bağ kurma yetilerinde azalma, kendilerini ya da ilişkilerini ihmal etme,
  • yaşama ve yeniliklere ilgilerini, uyumlarını yitirme,
  • içlerine kapanabilme,
  • kaybı bir travma olarak yaşayabilme,

Birçok olgu üzerinden nasıl ve neden yas tutulamadığını açıklamışlar:

  • İnkâr, kaçınma, savunmaların çökmesi,
  • Yaşamın ve kaybın bölünmesi,
  • kaybın çok acı olması,
  • kaybın yıkıcı ya da parçalayıcı gelmesi,
  • öfkenin ve diğer duyguların yoğunluğu,
  • kaybedilenle bağımlı bir ilişki, çatışmalı bir ilişki olması, kaybedilenin ülküleştirilmesi,
  • yas tutacak bir çevrenin olmayışı, çevrenin yas tutmayı baskılaması,
  • kayıp öncesinde hiç yas tutmamış olma, ruhsal olarak yas tutma kapasitesinin olmaması,
  • kayba hazırlıksız yakalanma,
  • kaybın travmatik olması,
  • utanç yaşatması,
  • yaşadıkları için suçluluk duyarak ketlenebildiklerini,
  • kayıp sonrasında ruh sağlığının bozulması, vb.

İnsanın yas tutmaktan korkabilir. Hastalarınızdan, yas tutarsa sevdiği kişi unutacağından korktuğunu duymuşsunuzdur. Yas tutarsa kişi daha pasif ve etkisiz hissetmekten korkabilir.

Bir parantez açarak yasla ilgili olarak bilinmesi gereken bir durumu belirtmek isterim. Yas tutmamasında bir sorun görülemeyen özel bir grup vardır: çocuklar ve ergenler. Çocuklar ve ergenler bir yakınlarını kaybettiklerinde bazen hiç o kayıp olmamış gibi yaşayabiliyorlar. Zaman geçip büyüdüklerinde ve yas tutabileceklerini hissettiklerinde yaslarını yaşamaya başlayabiliyorlar. Sanki yas tutabilmek için yetilerinin gelişmesini bekliyorlar. Tabi bu durumda, ebeveynlerinin veya onlarla ilgilenen büyüklerinin yine de kaybı inkar etmemeleri gerekiyor. Büyüklerin kayıpla ilgili yas tutmaları ve zaman zaman onlara, kayıplarını konuşabilecekleri alanı açmalarına da ihtiyaç duyuyorlar. Ergenlerle yapılan bir araştırmada, ergenlerin kayıpla ilgili konuşmak istediklerini ama ebeveynlerinin konuyu hiç açmamalarından rahatsız oldukları ortaya çıkmış.

Bunları araştırırken önce yas tutmayı zorlaştıran etkenleri bulmaya çalıştım. Sonra şu geldi aklıma: ya kişi yas tutmak istemiyorsa. Yas tutmamak da bir hak değil midir? Tabi burada insanın ruhsallığının, yas tutmama tercihini kullanabilir bir düzeyde olması gerekli. Yoksa melankoli gibi kişinin neyi nasıl kaybettiğini tasarımlayamadığı ve çöktüğü durumları kastetmiyorum. Bunu kastetmesem de hem kaybettiğini ve yaşattıklarını algılamak ve bilmek hem de yas tutmak istememek de ayrı bir zorluk.

Psikiyatristler olarak yasla ilgili üzerinde durduğumuz daha çok kaybedilenle içsel temasın kesilmemesi ve bu temasın konuşulmasıdır ilk etapta. Kişi tabi ki yasın ne kadar içinde ne kadar dışında olacağını bilinçdışı bir biçimde bir miktar belirleyebilir.

Bununla ilgili şu hastayı örnek verebilirim. Bir aileydiler aslında. Ailenin annesi altmışlı yaşlarındaydı ve kanser olmuştu, depresif şikayetleri başlamıştı. Onunla birkaç görüşme yapmıştım ve antidepresan başlamıştım. Bu görüşmelere ailenin otuzlu yaşlarında olan kızları katılmıştı. Anneyle beraber kızıyla görüşürken kızından ailenin 10 sene önce oğullarını 15 yaşında kanserden kaybettiğini öğrendim. Ailenin kızı ile görüşmeye geçtik ve kadın, erkek kardeşinin yasını tutmaya başladı.

Erkek çocuk beklenmedik bir biçimde hastalanmış ve altı ay içinde ölmüştü. Aile onun yasını tutmak istememiş, odasını olduğu gibi korumuştu. İki oda bir salon olan evde abla salonda yaşamış, anne-baba yatak odalarında uyumuş, erkek çocuğun odası korunmuştu. Zor da olsa bu düzeni on yıl boyunca sürdürmüşlerdi. Abla ile çalışmamız bir süre devam etti. Abla yasını tuttukça anne ve babası da değişti. Annenin kanserinin tedavi olması aileyi sevindirmişti. Oğlunun ölümünü durduramamış olsa da kendisi yaşamın içinde kalabilmişti. Ailenin kaybedilmiş çocuğunun yası tutulunca abla onun odasına geçti. Erkek çocuk hakkında daha rahat konuşulmaya başlandı.

Galiba yas tutmama hakkı ancak başka bir kayba kadar kullanılabiliyor.

Vereceğim bir diğer örnek, ailesine bakmak için yas tutmamak durumunda kalan bir baba. Deprem bölgesindeki kişilerde bu tabloyu çok gördük: bir sevdiğini yaşatabilmek için kendi yasını erteleme

Çukurova Üniversitesi Çocuk İyilik Merkezi’nde çok değerli çalışmalar yapılmakta. Merkezde, depremde bir uzvunu kaybetmiş çocuklara protez desteği sağlanıyor. Bununla birlikte çocuk ve ergenlerin ruh sağlıkları da izleniyor. Bu merkezde çalışan tüm kişiler müthiş bir iş yapıyorlar.

İstanbul Psikanaliz Derneği Toplumsal Travma ve Krizlerde Destek Komitesi, bu merkezdeki ruh sağlığı çalışanlarına süpervizyon desteği veriyor. Yas ve travmatik kayıplarla çalışan psikiyatrist ve psikologlar mutlaka bu çalışmalarını bir başka meslektaşlarına anlatmalıdırlar. Travma ve kayıp ile ruhsal çalışma bir kapsama ve yorumlama çalışmasıdır. Çalışanlarında kapsanmaya ve yorumlanmaya ihtiyacı olur.

Çukurova Üniversitesi Çocuk İyilik Merkezi’nde psikolojik destek alan bir çocuğun babasının, çocuğunu ve ailesini yaşatabilmek, onlara bakım verebilmek için yasını ertelediği gözlenmiş. Böyle kişilerde sık olduğunu tespit ettiğimiz bir durum şu: travmatik kayıp sonrasında yaşamsal işlevleri sürdürebilmek için travmayı inkar etmek ve tümgüçlülük içinde yaşamak gerektiği. Hele bir de yaşam şartları kötü olunca bu yolu kullanmaktan başka bir şans olamıyor.

Tabi ruh sağlığı çalışanları bu kişileri görünce nasıl bir halde olduklarını alıyor. Ve o kurumdaki psikolog ve psikiyatristler yukarıdaki babanın durumunu iyi bulmuyorlar. Ruh sağlığı çalışanları böyle bir kişiyle karşılaşınca bu durumun çok süremeyeceğini ve bir noktada bir çökme yaşanabileceğinden endişe ediyorlar. Bu babaya ruhsal destek almasını öneriyorlar. Babayla ilk karşılaştıklarında bunu söylüyorlar. 3 ay sonra tekrar, 6 ay sonra tekrar, 1 yıl sonra tekrar söylüyorlar. Tam bir buçuk yıl sonra bu baba ruhsal destek almayı kabul ediyor, yas tutmaya başlıyor.

Bu örnekteki baba iradesi ile yas tutmama hakkını kullanmıyor. Onun için bu bir sorunluluk ve buna saygı duyuyoruz. Diğer yandan bu babanın bir ruh sağlığı çalışanları topluluğu ile bağlantı içinde olması onun bir şansı. Bu bağlantı, o yasını tutmaya hazır olduğunda bunu yapabilmesini sağlıyor. Eminim ki eğer ruh sağlığı çalışanlarının varlığı olmasaydı bu baba yas tutmaya geçemeyecek ve bir gün çökecekti.

Son olarak şunu söylemek isterim. Yas tutmama hakkını kullanabilmesi için insanın adaletli bir dünyada yaşadığını hissetmesi gerekir. Kayıp, özellikle de travmatik kayıplar insanın içinde yoğun adalet sorgulamaları başlatır. Neden benim başıma geldi? Suçum ne? Bunu hak ettim mi? Bunu o hak etmemişti?... gibi. Eğer dış dünyada bir adaletsizlik varsa, kaybedilen kişinin ölümü bir suç ile olmuşsa ve yargılanmıyorsa yas tutmak mümkün olmaz.

Ve başlıktaki soru hakkında şu yanıta ulaşırız:

İnsan, insanlığını ve yaşamını kaybetmemek için yas tutmak durumundadır.

Tüm bu nedenlerle Başka Canımız Yok Topluluğunu kurduk. Yas için gereken “ruhsal açıdan işlev gören çevre” yaratmak, kayıp yakınlarının insanca yaşamalarında ve hukuk mücadelelerinde onlara destek olmak için.

Hepinizi yanımızda olmaya çağırıyorum.

İnstagram hesabını takip edebilir ve sürece destek olabilirsiniz:

https://www.instagram.com/baskacanimizyok?utm_source=ig_web_button_share_sheet&igsh=ZDNlZDc0MzIxNw==