• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

“TOPLAMDA, BEN OLMAK”: MATEMATİĞİN PSİKANALİTİK YORUMU

“TOPLAMDA, BEN OLMAK”: MATEMATİĞİN PSİKANALİTİK YORUMU

“TOPLAMDA, BEN OLMAK”[1]: MATEMATİĞİN PSİKANALİTİK YORUMU

Ali Algın Köşkdere

Winnicott 1968 Nisanında Londra’daki Matematik Öğretmenleri Birliği’nde yaptığı konuşmada “BEN OLMA” halini anlatır. Matematik ile çocuğun ruhsal gelişimi arasında bağlar kurar. Kendilik ve benlik gelişimini anlatır. Bu gelişimde bağımsızlaşmaya giden yoldaki kaygılardan söz eder. Korkularının çoğunu aklı ile alt etmeye çalışan çocuğun zorluğunu göstermeye çalışır. Bir kendilik tasarımı oluşamazsa benliğin anlama işlevinin nasıl bozulduğunu ya da çarpıklaştığını açıklar. Bu sorun ayrışma ve yas tutma süreçlerinde de krizler yaratır. Bu krizleri aşmada annenin benlik işlevlerinden yararlanan çocuğun okulda ise öğretmeninin benlik işlevlerinden yararlandığını ifade eder.

Matematik, klinik uygulamamızda yabancı olmadığımız bir alandır. Seanslarımızda hastaların hesaplamalarıyla sık karşılaşırız. Başlangıçta seans süresi, ücreti, sıklığı hesaplanır. Bu maliyetleri ruhsal yapılanmanın kaldırıp kaldıramayacağını analist de analizan da hesaplar. Bazı hastalar “bir” birey olmaya çabalarken, bazıları yansıttıkları ile eksilirler. Bazıları kendi ruhsal alanını hesaplarken, bazıları ruhsal alanlarına kimin gireceğini kimin çıkacağını hesaplar. Annenin karın hacminin büyüyüp sonra birden ortaya bir kardeş çıkması çocuğu yeni hesapların içine sokar. Artık annenin ilgisi ikiye bölünmüş belki de ona küçük bir pay kalmıştır. Bazı hesaplar çarşıya uymayınca eksik ya da fazlalar toparlanmaya, ruhsal dünyada yeni denklemler oluşturulmaya çalışılır.

Winnicott konuşmasına başlarken, o sırada işinin kendisi olmak olduğunu belirtir. Kendisinden hangi parçayı dinleyicilere verebileceğini ve bu parçayı verirken kendi bütünlüğünü nasıl kaybetmeyebileceğini sorgular. Matematik öğretmenlerinden, kendisinin bir bütün olduğunu ve olgunluğun bütünleşme denen aşamasına ulaştığını kabul etmelerini rica eder. Bir birim olan kendisini oluşturan bir kaç parçayı anlatmayı amaçlamaktadır. Diğer yandan konuşmasında psikanalizi, matematiği, din psikolojisini, çocuk gelişimini biraraya toplar.

“Sum” Latince’de “ben” anlamına gelir. İngilizce’de de kullanılan “sum”; toplam, toplamak, toparlamak demektir. İki ya da daha fazla parçanın biraraya gelmesidir. İngilizce’de bir miktar parayı ya da bir bütünü ifade etmek için de kullanılır. Bir düşünce grubunu ya da önemli noktaları bir araya getirip özetlemek anlamını da taşır.

Winnicott’a göre matematik, düşüncenin bedensizleştirilmiş bir biçimidir. Yani düşünce bedenden çözülerek ayrılmış, farklı bir gelişime uğramıştır ve bu gelişim bedenden ayrı olarak devam etmektedir. Bu çözülmenin geldiği bir aşama ile karşılaşan lise öğrencileri matematik öğrenirken “Bu öğrendiklerimiz yaşamda ne işe yarayacak?” sorusunu sık sık dile getirirler. Winnicott bu noktada BEN OLMA aşamasına ulaşmanın ve bunu güvenli bir biçimde korumanın insan gelişiminin merkezi bir özelliği olduğunu belirtir. Bu sırada sanki çözülmenin BEN OLMA halini bozmaması konusunda uyarmaktadır.

Winnicott bir çocuğun toplamayla, çıkarmayla ve çarpım tablosuyla boğuştuğunu gördüğünde, bir psikanalist olarak gelişimsel bir eksiklik ya da bozulma olabileceğini düşünmektedir. Ya da çocuğun, eksikliklerle baş etmek için oluşmuş bozuk örgütlenmeleri olabileceğini aklına getirir. Bunların yanında çocuğun ulaştığı gelişmişliği tehlikeye düşürebilecek bir durumun olabileceğini de bilir. İnsan gelişiminin bağımsızlığa ve bütünleşmeye giden sürecini gözlemlemiştir. İnsanın bağımlılığının farkındadır. Yaşamın başlangıcında çevrenin önemi daha ön plandadır ve kişi büyüdükçe çevrenin önemi azalır. Çocuk, çevresindekilerin özellikleriyle özdeşleştikçe bağımsızlaşır. Yani bağımsızlığa giden yolda toplama işlemine gereksinim vardır.

Bireyleşme

Winnicott “insan bireyi” kavramına insanlık tarihinde yeni ulaşıldığını ve İbranice’deki Tanrının adında bunun görülebileceğini belirtir. Tevrat’a göre Hz. Musa Tanrıya ismini sorduğunda Tanrı “Ben benim.”[2] demiştir.

Winnicott “Düşünüyorum öyleyse varım.”[3] ifadesinin farklı olduğunu vurgular. Çünkü buradaki “sum”ın bir kişi olarak var olmakla ve kişinin zihninde var olma hissinin onaylanması ile ilgili olduğunu belirtir. Winnicott’ın özellikle ilgilendiği, kişinin bilinçdışındaki var olma halidir. “Düşünüyorum öyleyse varım.” ifadesinde entellektüel bir farkındalıktan söz edilmektedir.

Bu bireyleşme aşamasında bir “ben” tanımı oluşmuştur ama hala bir belirsizlik vardır. Çünkü gerçekte “Senin adın ne?” sorusuna “Ben benim.” biçiminde bir yanıt verilemez. Bu yanıt, yeterince açıklayıcı ve betimleyici değildir. BEN OLMA aşamasının başlangıcının adsız olduğu imasını taşır. Bir yanda belirsizlikler varken diğer yanda bir birim olmanın belirginleşmeye başladığını düşündürür. Ad henüz yoktur ama bunu söyleyebilecek kadar bir varlık belirtisi ve söz yeteneği vardır. “Ben benim.” büyüklenmeci bir ton yüklüdür. Sanki öyle bir teklik ve büyüklük halidir ki bir isim ile tanımlanma gereksinimi bile yoktur. Büyüklenmecilik, içerideki belirsizliğe karşı bir tepki gibidir.

Başka bir açıdan bakarsak “ben olma” aşaması annenin “o olma” aşamasıdır da. Bebek, Musa gibi, her zaman adı söylenendir. Annenin ise başlarda adı yoktur. O sadece “anne”dir. Hatta abiler, ablalar varsa onların da annesidir. “Ben olma” aşamasına geldiğinde annenin kim olduğunu anlamak küçük çocuğun kendisinin ne olduğunu anlamasından daha zor olmalıdır. Çok karmaşık işleri yapan ve sütü yaratan anneyi bütünleştirmek bir bebeğin zihni için zorlayıcıdır. Diğer bir zorluk da “bir” olunan anda aslında “iki” olunduğunun anlaşılmasıdır.

Winnicott, “Birisiyle İlgilenme (onu merak edebilme, onun için kaygılanabilme) Yetisi”[4] başlıklı makalesinde çocuğun kendilik tasarımının bir’lendiği aşamada, çocuğun zihninde bütün bir anne tasarımının da oluştuğunu belirtir. Bu aşamanın tutarsızlıklarından çocuğu, annenin kucaklamasının kurtardığını söyler. Çocuğun zihnindeki farklı tasarım parçaları, annenin kucaklaması ve bakım vermesi ile bütünleşir. Bu aşamayı “Rafadan Kafadan Aşaması”[5] olarak tanımlar. Rafadan Kafadan ninnisinde yumurta kafalı bir karakter olan Rafadan Kafadan duvarın üstünden düşer ve kimse onu bir daha biraraya getiremez. Winnicott bu aşamada, simgesel olarak annenin kucağından düşen bebeğin başkalarınca bütünleştirilmesinde yaşanacak zorluğu betimler.

Kişi BEN OLMA haline ulaşmış ise farklı şeyleri kendisinde bir araya getirmiştir. Kendisinde olmayan, yani almadığı diğer şeyleri ise reddetmiştir. Bu bir ayrıştırma aşamasıdır. Benlik çekirdekleri örgütlenmiş, dış dünya reddedilmiş ve “ben”[6] aşamasına gelinmiştir. İkinci aşama, ben’in niteliğinin belirlendiği, “ben’e yaşam ve varlık verilen”[7] aşamadır. Bu aşamanın başlangıcında ben’in ham, zedelenebilir, savunmasız olduğunu ve paranoid olma olasılığı taşıdığını belirtir.

Paranoya

Winnicott’a göre insanlar medeniyetin gelişiminde bireyselliğe ulaştıklarında bunu göğe yansıtmış ve buna, yalnızca Musa’nın duyabileceği bir ses atfetmişlerdir. Bu durumu, BEN OLMA haline ulaşan insanın yaşadığı kaygı olarak görür. Aynı kaygının sahilde çocukların kumdan kale yapma oyununda gözlemlendiğini belirtir. Çocuk “Bu kalenin kralı benim!” diyerek krallığını ilan ettiği anda, beklediği saldırıya karşı kendini savunurcasına, hatta saldırırcasına karşısındaki oyun arkadaşına “Seni pis alçak!” diye bağırır.

Çocuk oyununda görüldüğü gibi BEN OLMA aşamasına paranoid saldırı kaygısı eşlik eder ki burada bir örgütlenme oluşmasının saldırganlığı yeni bir düzeye getirdiğini ifade edebiliriz. Saldırganlık benliğin egemenliğine girmeden ve bastırma güçlenmeden hemen önce yansıtmalı özdeşleşme ile karşıdan geliyormuş gibi algılanır. Çocuk kendini, kendisinin olan ama karşıdan gelen saldırganlıktan nasıl koruyacaktır?

Winnicott kendilik biriminin oluşumunun algılandığı anda ortaya çıkan bölünebilirliğin temelinde saldırılma kaygısı olduğunu düşünür. Bu kaygı yüzünden bir olma hali önce Tanrıya atfedilmiştir. Fakat çok hızlı bir biçimde bu birlik hali üçe bölünmüş ve kutsal üçleme ortaya çıkmıştır. Üç, aynı zamanda çekirdek ailenin kişi sayısıdır.

Winnicott bölmenin hiç bir zorluğu olmadığını belirtir. Duygusal gelişimindeki sağlıklılığın temeli olan birim olma haline ulaşan insan; aile, okul gibi daha geniş birimlerle özdeşleşebilir. Bir birim olma hali, bütünlük kavramından geniştir. Zamanla çocuk sosyal yaşamın bir parçası oldukça giderek genişler. Kişi siyasi meselelerin, bir partinin parçası olabilir; daha da genişlerse çok az kişinin ulaştığı bir düzey olan dünya yurttaşlığının bir üyesi haline gelebilir.

Winnicott burada çok detaya girmeden kimlik kavramına atıfta bulunmuş, kimlik kavramını kendilik kavramının üstüne oturtmuştur. Birim olma aşaması bütünleşmiş bir kendilik tasarımı oluşturmaktır. Bütünleşmiş bir kendilik tasarımı ve ben olmayı başarabilmiş bir benlik, farklı roller içindeki kendilik ve nesne tasarımlarını yapılandırabilir. Aile, okul, ulus, din gibi farklı toplulukların içindeki ilişkiler ile yeni kendilik ve nesne tasarımları oluşurken kişiye özgü bir kimlik ortaya çıkar. Burada benliğin ilişki kurma işlevleri sayesinde ilişki içinde yeni kendilik tasarımları yaratma ve nesneler edinme süreci desteklenir.

“Birim” kelimesi, aslında insanın birim olmasını ifade etmekten başka bir şey değildir. Winnicott, çocuklarda ilk önce “ben” zamirinin ortaya çıktığını söyler. Bu açıdan “bir” kavramı her çocukta kendilik biriminden türemektedir. Ona göre bu, ancak büyümeyle ulaşılan ama aslında hiç bir zaman ulaşılamayan bir aşamadır.

Ben zamirinin öncesinde çocuk, anne-çocuk birliğinin içindedir ve henüz ayrışmışlığı tam olarak algılayamaz. Winnicott bunun öncesine var olma[8] hissini koyar. Var olmayı dişil bir öge olarak tanımlayan Winnicott, bunu anneliğin özü olarak görür. “Yapan” değil “olan” bir anne/memenin bebeğinin var oluşuna olanak tanıyacabileceğinin, bebeği doyurabileceğinin altını çizer.[9]

Akıllı Çocuk

“Peki kişinin ruhsallığında bölünerek ayrılmış entellektüel süreçlerde ne olur?” sorusunu soran Winnicott bu bölünmeyi özel olarak ve çocuk anne ilişkisinden örneklerle anlatır. Çünkü bu, kişisel gelişimi bozabilmektedir. Üst düzey matematik bilgisinin edinilmesini ikiye ayırır; kişinin birim haline gelebilmesinden ya da gelememesinden ayrı olan iki durum tanımlar. Yani kendilik birimi bütünleşmiş birisi de bütünleşmemiş birisi de üst düzey matematik ile ilgilenebilir. Başka alanlarda da aynı bölünme ile karşılaşılabilir. Örneğin meslek yaşamını miras hukukunda geçirmiş bir yargıç kendi vasiyetini yazamadan ölebilir. Ya da bir felsefeci zaman kavramı ile ilgili üst düzey açıklamalar yaparken haftanın hangi gününde olduğunu bilemeyebilir. Ya da bir fizikçi uzay-uzam sorunlarına çözümler bulurken bir ayağını kaldırıma bir ayağını yola basarak yürüyebilir.

Yaşamdaki belirsizlikleri tanımlamak ve bunların kaça denk geldiğini bulmak zihinsel gelişimin başlangıcından itibaren önemli bir konudur. Winnicott, acıkmış ve yemeğini bekleyen bir bebek örneği verir. Eğer yemek beklenilen zamanda gelirse bir sorun olmayacaktır. Bir bebeğin yemeğinin gelmesine tahammül edebileceği en uzun bekleme süresine x değişkeni der. Eğer bebek x süresinden fazla beklerse yemek geldiğinde artık onun için bir anlamının kalmayacağını belirtir.

BEN OLMA aşamasının biri yüksek IQ’lu biri düşük IQ’lu iki bebekte nasıl olabileceğini anlatır. Doğuştan yüksek IQ’lu bebek, yiyeceğinin hazırlanma seslerini duyunca içinden: “Bu seslerden besleneceğimi tahmin ediyorum, öyleyse bekleyeyim, şansım yaver gidecek.” diyebilir.

Bunu söyleyebilmek, annenin tanımlanmış olmasını ve “Annem kim?” sorusuna bazı yanıtlar bulunmuş olmasını gerektirir. Bebek “Annem yemeğimi hazırlayıp getirendir. Benim acıktığım zamanı bilen ve beni hep doyurandır.” diyebilmelidir. Yani annenin nesne tasarımı bebeğin zihninde bir düzeye gelmiş olmalıdır.

Düşük IQ’lu olan bebek ise annesinin uyum yetisine ve x değişkenine daha çok bağımlıdır. Yani durumu açıklayabilecek bir bilişsel kapasite, engellenme toleransına katkıda bulunur. Bu kapasite azsa beklemek zor olacaktır. Bebeğin bağımlılığından kurtulmak isteyen bir anne, bebeğinin bilişsel işlevlerini sömürebilir. Örneğin depresif ve isteksiz bir anne, bağımlı olmakla ilgili sorunlar yaşayan takıntılı bir anne ya da coşkulu ve dalgalanan duygular yaşayan histerik bir anne, akıllı bebeğinin beklemeye katlanma yetisine güvenerek x süresini uzatabilir. Bağımlı olan bebek, annesi ile bağını koruyabilmek ve uzayan x süresine katlanmak için, bilişsel işlevlerine yaşı ile orantılı olmayan bir biçimde yüklenebilir. Eğer anne ve bebek, bebeğin bilişsel işlevlerinin sömürülmesine göz yumarlarsa bilişsel işlevler bölünerek ayrılır. Bu ayrışma ruhun psikosomatik var oluşu ile yaşamı ikiye böler.

Buna psikosomatik alandaki zorlanma ögesini eklersek, bebek bölünerek ayrılmış zihninde bir sahte kendilik geliştirmeye başlar. Psikosomatik olan gerçek kendilik (true-self) gizlenir ve belki de kaybolur. Sonuçta üst düzey matematik işlevler güçlenirken, çocuk bir lira ile yaşamda ne yapacağını bilemez hale gelir. Sadece gerçek kendilik ile değil gerçek yaşam ile de bir kopukluk ortaya çıkar.

Fareli Köyün Kavalcısı

Winnicott’a bu konuyu öğreten hastası, Fareli Köyün Kavalcısı masalını 5-6 yaşlarında öğrenmişti. Erişkinliğinde ise gittikçe kendisinden şüphesi artınca bölünüp ayrılmış entellektüel yetisini (anne babasının gurur duyduğu) kaybetmek ve gerçek kendiliğini bulmak için Winnicott’a tedaviye gitmişti. 6-7 yaşlarındayken hemşiresine bir çocuğun (gerçekte kendisinin) öyküsünü anlatmıştı. Anlattığı çocuk, okulda çok başarılıydı ama aynı anda gittikçe zihinsel sorunları artıyordu. Bu hasta büyüyüp elli yaşını geçtiğinde Winnicott’la yaptığı psikanaliz sayesinde özgürleşebilmişti.

Fareli Köyün Kavalcısı masalı bir yeteneğin nasıl sömürülebileceği ve bu sömürünün nasıl bir öfke ve dağılma yaratacağını anlatır. Köyü farelerden kurtarmaya gelen yetenekli kavalcı köy muhtarının vereceği bir ücret karşılığında fareleri köyden uzaklaştırmayı kabul eder. Yeteneğini sergiledikten sonra muhtar ücreti ödemeyince öfkelenen kavalcı büyüleyici müziği ile çocukları peşinden götürerek saklar. Muhtarın, kavalcının yeteneğini sömürmesi köy çocuklarının yok oluşuna neden olur. Sömürücü ve sahte kendilikli ebeveyni simgeleyen muhtarın sömürüsü ile çocukların ve kavalcının simgelediği gerçek kendiliğin gizlenmesi soyun zarar görmesine neden olur. Bu açıdan  farklı kendilik tasarımlarının sömürü yüzünden çözülmesi tehlikelidir. Eğer aralarında bir anlaşma sağlanabilir, sahte olan gerçeğe ve doğruya dönerse yalnızca gelecek kuşaklar güvence altına alınmaz, büyüleyici yeteneklerin ortaya çıkışı ile preödipal dönemi simgeleyen açgözlü ve kirli farelerden de kurtulunabilir.

Yetenek doğuştan gelen ve kişiye özel olandır. Bir anlaşma yapmak ise ancak zihinsel bir birliğe varılarak olur. Bu açıdan masal, bedensel olan ile sözünde duran bir zihnin birlikteliğini varoluşun süregelmesi[10], sömürücü bir zihnin yarattığı çözülmeyi de varoluşun kaybı ile özdeşleştirmiştir. Anlaşma, yeteneğin tanınması ve ödüllendirilmesi anlamı da taşımaktadır.

Winnicott, bireyin psikosomatik varlığını gözden kaçırmadan bölünüp ayrılmış bir zihnin inanılmaz başarılar elde edebileceğini vurgular. 1968’den yüz yıl önce insanların, bölünüp ayrılmış zihnin egemenliğinden kurtulmak için ruhun varlığını varsaydıklarını ifade eder. 1960’larda ise bilim sayesinde psike-somanın ruhuyla konuya başlanıp insanın varlığına hiç değinilmeden zihinsel kapasitesinin beyindeki gri maddeye bağlı olduğuna gelinebildiğinden yakınır. Winnicott, ancak biriken deneyimlerini iyice özümsemiş bir insanın bilgeliği yakalayabileceğini anımsatırken bütünleşmeyi vurgular. Zihinsel işlevler ise, bir bilgisayar gibi, yalnızca bilgelik hakkında konuşmayı bilirlerse bilge değillerdir.

Matematiğe uyarladığı bakış açısıyla Winnicott, toplama ve çıkarmanın, bölme ve çarpmanın bölünüp ayrılmış bir zihinde bir sınırı olmadığını, ama bilgisayarın kapasitesinin koyduğu bir sınır olduğunu savunur. Matematikçilerin icat ettiği bilgisayarı insan beynine benzetir. Diğer yandan insanın özdeşleşebileceği toplamların bir sınırı vardır. Bu sınırı, kişinin ulaştığı ve sürdürebildiği psikolojik gelişmişlik düzeyine bağlar.

Toplama-Toplayamama

Toplamayı öğretirken üç çeşit çocukla karşılaşıldığını açıklar:

  1. Matematiğe bir sayısından kolaylıkla başlayabilen, birim olma aşamasına gelmiş çocuklar,
  2. Birim olma aşamasına ulaşamamış ve bir sayısı kendileri için bir şey ifade etmeyen çocuklar,
  3. Kavramları kendi çıkarına kullanan ve para birimlerinin bayağı kavramlarına tutunmuş çocuklar.

Winnicott ikinci ve üçüncü gruptaki çocuklarla nasıl ilgilenilmesi gerektiğini anlatır. Üçüncü gruptaki çocukların zihinsel yetilerinin -hesaplamada ya da karmaşık matematiksel işlemlerde değil- hayal etme oyunlarında kullanılmasını önerir. Yaratıcı oyunları kullanarak zihinsel işlevlerle bedenin yeniden bütünleştirilmesini ve BEN OLMA biriminin oluşturulmasını önerir.

Son gruptaki çocuklarla çalışmaya ileri düzey matematik ile başlanabileceği yanılgısına kapılınabileceğini belirtir. Şunları ekler:

“Neden onlardan -kişisel bilgisayarlarını kullanarak- hesaplamaktan çok hayal etmelerini istemiyoruz? Aritmetikte kesin sonuca ulaşmaya neden bu kadar önem verildiğinin yanıtını bulamıyorum. Hayal etmenin eğlencesi nerede kaldı? Ya da yaratıcı yöntemlerle oynamanın eğlencesi? Öğretme yönteminizin kuramsal boyutunda bu konuları değerlendirdiğinizi düşünüyorum.”[11]

İkinci gruptaki çocuklar için Winnicott, birim haline ulaşmamış bir çocuğun parçalarla uğraşarak vakit geçirmesini engellemeyi öğütler. Çünkü parçalar, böyle çocukları korkutur ve onlar için bir karmaşa demektir. Tutarlı ve bakım veren bir çevreye gereksinim duyduklarını söyler. Bir hayvana bakmanın, “bir”i ile sürekli ilgilenmenin çocukta yaratacağı bütünlüğe değinir.

Böyle durumlarda aritmetiğin bir kenara bırakılmasını ve çocuğun kişisel bütünleşmesinin artmasına yardımcı olacak tutarlı bir ortam sağlanmaya çalışılmasını önerir. Belki bu çocuk bir fare edinebilir ve kendini faresine adayabilir. Fare aracılığıyla, kendi içinde hissedemediği bütünlüğü bulabilir. Onu kucakladıkça, ona bakım verdikçe ve ona oynayacağı nesneler sundukça bütünleşme hissine yaklaşabilir.

Bir Çıkarma İşlemi Olarak Ölüm

Winnicott hemen ardından bu farenin ölebilme olasılığına değinir. Konuyu birliğin kaybolmasına getirir. “Bütünüyle olmayan bir ölüm yoktur.” der. Yeterince iyi bir bakım ile birim olma aşamasına gelememiş bir çocuğun hayvanına iyi bakamama olasılığı yüksektir. Annesiyle yapabileceği ortak bir çalışma bakım verme işlevlerini geliştirebilir.

Tam, çocuk faresine bakarak bir bütünlük alıştırması yapacak iken farenin ölümü bu bütünlüğü yine bozabilir. Kişisel bütünlük, ayrılmanın kavranılmasını gündeme getirir. Kişisel bütünleşmenin getirdiği bütünlük hissi, ölüm olasılığını ve kesinliğini ortaya çıkartır. Bütünüyle ölümün kabullenilmesinin büyük bir rahatlama getirebileceğini, çünkü dağılma, hayalete dönüşme gibi diğer seçenekleri ortadan kaldıracağını ifade eder. Ölümle ilgili psikosomatik ayrışmanın nasıl bedeni çürütüp ruhu “hayalet” olarak geride bıraktığını açıklar. Eğer ölüm tümden bir yok oluş olarak algılanmazsa ruhun yok oluşu kabul edilemeyebilir. 1960’lar ruhun hala var olduğu ve onunla bağlantının sürdürülmesinin arzulandığı yıllardır. 2000’lerde ise artık ruh hissedilememekte sadece bedenler iletişim kurmakta ve bu yüzden ölümden sonra bedenler “yürüyen ölüler” olarak varlığını sürdürmektedir. Günümüzde Zombi’lerle ilgili dizilerin ve filmlerin sayısındaki artış dikkat çekicidir.

Beden ve ruhun birlikte algılanamayışı, beden olarak ölen kişinin yasının tutulmasını zorlaştırmaktadır. Yası bir ayrışma süreci olarak düşünürsek, yasın tutulamayışı BEN OLMA sürecini olumsuz etkiler. Bu durumun maddesel varlığa bağımlı kalma ile bağlantıları vardır. Ölümden sonra nesnenin zihinsel tasarımı ile bir yas çalışmasının yapılamayışı özneyi ölen kişinin fiziksel bedenine bağlı bırakır. Eğer yas ile birlikte ölen kişinin yok olduğu kabul edilebilir ve yas, ölen kişinin eşyalarına ve anılarına doğru yer değiştiremezse ölen kişi bir hortlak olarak kalacaktır. Her ölüm; ölenle ilişkiyi, ölen kişinin zihindeki nesne tasarımını, öldükten sonra kişinin diğer insanlardaki zihinsel tasarımına ne olacağını sorgulatır.

Winnicott için gelişimsel açıdan önemli olan başka bir konu da kişisel süreçler ile çevresel koşullar arasındaki etkileşimdir. Bununla ilgili “Doğa mı, bakım mı önemli?” tartışmalarında taraf tutmayı gereksiz bulur. Bebek, büyüme ve gelişme için gerekli ve nitelikli kalıtımsal güçlere sahiptir. Bir yaşındayken üç kelime söyleyebilir, 16 aylıkken yürüyebilir, 2 yaşında iken konuşabilir. Bunlar gelişimsel düğüm noktalarıdır ve bunlara doğal zamanında ulaşmak önemlidir. Sadece bunlara odaklanıldığında, bağımlılık gerçeği dışarıda kalmaktadır. Yaşamın başlangıcında çevresel etkenlere bağımlılık mutlak düzeydedir. Hızla görecelilik kazanır ve genel eğilim bağımsızlık yönündedir. Winnicott bu süreçleri anlatırken çevresel açıdan anahtar kelimenin güvenilirlik olduğunu ama bunun mekanik değil insansı bir güvenilirlik olduğunu vurgular.

Annenin Bebeğine Uyumu

Winnicott, annenin bebeğine uyumunu etkileyici bulur. Anne, doğum sonrasında bebeğiyle özdeşleşerek onun gereksinimlerini bilir. Anne, ölçülü biçimde bu uyumu bırakır ve bebeğiyle meşguliyetinin getirdiği sınırlamalardan kurtulmaya uğraşır. Bu tür insani bir çevre olmadan bebek, kendindeki doğuştan gelen yetileri geliştiremez. Bebek ilk önce anne ile bir birlik içindedir. Herşey yolunda giderse bebek kendi dışındakileri ve annesini algılar. BEN ve BEN OLMAYAN ayrımı oluşur. Bu aşama BEN OLMA halinin başlangıcıdır ve gerçekleşebilmesi için annenin uyum ve uyumu bırakma açısından yeterince iyi olması gerekir. Anne, başta bebeğinin onu reddedebileceğine dair bir sanrıya sahip olduğundan bunun yerine BEN OLMA halinin geçmesi gerekir. Güvenli ve iç içe geçmiş BİR OLMA halinin yerine rahatsızlık veren BEN OLMA birimi geçer.

Yani önce bebeğin ayrı biri olduğuna anne inanmalıdır ki ayrışma süreci tetiklensin. Yoksa bebek için BİR OLMA hali daha yeğlenesi ve rahat bir durumdur. Annenin benlik desteği varsa bebeğin benliği güçlenir. BEN OLMA halinin keyfini çıkartmak,buna libidinal yatırım yapmak ve sürdürebilmek için annenin benlik gücüne gereksinim duyulur.

Aritmetik öğretirken öğretmenler, yalnızca konuları öğretmekle ilgili olmadıklarını, psikoterapi ile de ilgili olduklarını bilmelidirler. Çünkü, anne babanın yapamadıklarını simgeleyen tamamlanmamışlığı tamamlama görevini üstlenirler. Yani çocuğa benlik desteği vermek gerektiğinde bunu verme görevi onlardadır.

Eğer çocuğun yapamadıklarına gülünürse, dalga geçilirse -ki özellikle de çocuğun başarmaya çalıştıkları ileriye doğru gitmeyi ya da zaferi simgelediğinde- destek değil köstek olunur. İğneleyici ve küçümseyici bir öğretmen çocuğun öğrenmesini bozar.

Aynı şeyi korkutan öğretmenler için söyleyebiliriz. Korkutan, tehdit eden ve şiddete başvuran bir öğretmen öğrenmeyi ketleyecek, ezberleme gibi sahte bir öğrenme sürecine ittirecektir. Çocuk, öğrenme ilişkisinde paranoid bir düzleme sürüklenir. Bu, bilginin benlikle bütünleşmesini ve özümsenmesini güçleştirir. Tehdit edici bir öğretmeni içselleştiren çocuk “Problemi çözen, bilen benim.” demekte zorlanacaktır. Şu günlerde ülkemizde en çok eksikliği hissedilen ise oynayarak öğreten öğretmenlerdir.

Winnicott psikiyatristlerin, öğretme sorunlarına atıfta bulunduklarında öğrenci-öğretmen ilişkisine önem verdiklerini söyler. Öğretmenin güvenilir olmaması hemen hemen her çocuğun bütünlüğünü dağıtıp, bozmaktadır. Bir çocuk, toplamanın zor olduğunu söylediğinde Winnicott’ın ilk düşündüğü şey öğretmenin çocuğa uygun olmadığıdır. Bununla beraber öğretmeni hemen suçlamaz. Sıklıkla güvensiz ya da aşırı hassas olanın çocuk olduğunu ve öğretmen ne kadar dikkatli olursa olsun çocuğun şüpheye düşeceğini bilir.

Matematik öğretirken bir çocuğun yaratma dürtüsünü, oynama hareketini görmek, bunu kullanmak, çocuğun gelişmesini ve alabileceğini görmek çok güzeldir. Winnicott bazen bu çalışmanın, özellikle de bir onarım gerekiyorsa, özel ders ile yapılmasının daha iyi olacağını anlatır. Çünkü çocuk talihsiz deneyimler yaşamış olabilir. Winnicott’a göre bir çeşit beyin yıkama yöntemi olan kötü öğretme de böyle talihsiz bir deneyimdir.

Winnicott, yaratıcılığın oyunun içinde olduğunu ve belki de başka bir yerde bulunamayacağını belirtir. Bir çocuğun, oyununda başını hafifçe oynattığı ve perdeyi dışarıdaki duvardaki bir çizgiye yaklaştırdığı bir oyun örneği verir. Şimdi bir çizgi iki çizgiye dönüşmüştür. Bir çocuk ya da erişkin bu oyunu saatlerce oynayabilir.

Sona yaklaşırken Winnicott, neden matematiğin yalnızca bir süreklilik içinde öğretilebilen konular arasında en iyi örnek olduğunu sorar. Yanıtında, eğer matematikte bir aşama atlanırsa geri kalanının anlamı kalmayacağını söyler. Su çiçeği geçirmeyi çocuğun matematiksel çöküşü için güzel bir örnek olarak anlatırken bir hastalığın nasıl hem psikolojik gelişimi hem matematik öğrenmeyi bozabileceğini aynı örnekle anlatır. Eğer öğretmenin zamanı varsa o sırada çocuğun kaçırdığı kısımları öğretmek için onun evine ya da karantinada tutulduğu yere gitmelidir.

Konuşmanın başlığı olan “Sum, I am.”deki “sum”ı Latince’deki “ben” anlamıyla düşünürsek “Ben, benim.” anlamını da taşımaktadır. Winnicott, bu anlama yukarıda Tevrat’tan bir öykü ile atıfta bulunmuştur. Burada büyüklenmecilikteki kendi içine yansıtmayı ve kendiliğe olan yatırımı da görmekteyiz. Hem dışa hem içe yansıyan bir özel ad yoktur. Winnicott ise kuramında annenin yansıtma, yani ayna rolünün önemini özellikle vurgulamıştır[12]. Bebeğin, annesinin yüzünde kendisini gördüğünü ifade etmiştir. Bu etkileşim içinden sonsuz ilişki ve karakter çeşitliliği doğar. Winnicott konuşmasının sonunda DNA’nın ikili kombinasyonunun yarattığı sonsuz çeşitliliğe duyduğu inancı ifade eder. Psikanaliz ve matematiğin çarpraz döllenmesi ile yeni melezler türemesini diler.

 

KAYNAKÇA:

- Dethiville, L (2014). “The Self”, Donald W. Winnicott : A New Approach, Routledge, Londra ve New York, s. 71.

- Winnicott, DW [1963}. “The development of the capacity for concern”, Reading Winnicott, Ed. Lesley Caldwell and Angela Joyce, Routledge, Londra ve New York, 2011, s. 170.

- Winnicott, DW [1968]. “Sum, I am”, Home is where we start from: Essays by a psychoanalyst, Ed. Winnicott, C., Shepherd R., Davis M., Penguin, London, 1986, s. 55–64.

- Winnicott, DW [1968]. “Sum, Ben”, Başlangıç Noktamız Ev, Çev. N. Nirven, N. Diner, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 55–65.

- Winnicott, DW [1971]. “Yaratıcılık ve Kökenleri: Yaratıcılık Düşüncesi”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993, s. 111.

- Winnicott, DW [1971]. “Çocuğun Gelişiminde Annenin ve Ailenin Ayna Rolü”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993, s. 138.

 

 

Bu makale şurada yayınlanmıştır:

https://www.baglam.com/home/book/psikanaliz-yazilari-36

 


[1] Winnicott, DW [1968]. “Sum, I am”, Home is where we start from: Essays by a psychoanalyst, Ed. Winnicott, C., Shepherd R., Davis M., Penguin, London, 1986, s. 55–64.

Winnicott, DW [1968]. “Sum, Ben”, Başlangıç Noktamız Ev, Çev. N. Nirven, N. Diner, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 55–65.

[2] İng. “I am that I am.”

[3] Cogito, ergo sum.

[4] Winnicott, DW [1963}. “The development of the capacity for concern”, Reading Winnicott, Ed. Lesley Caldwell and Angela Joyce, Routledge, Londra ve New York, 2011, s. 170.

[5] Humpty Dumpty Stage

[6] İng. “I”

[7] İng. “I am”

[8] being

[9] Winnicott, DW [1971]. “Yaratıcılık ve Kökenleri: Yaratıcılık Düşüncesi”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993, s. 111.

[10] İng. “going on being”

[11] Winnicott, DW [1968]. “Sum, I am”, Home is where we start from: Essays by a psychoanalyst, Ed. Winnicott, C., Shepherd R., Davis M., Penguin, London, 1986, s. 55–64.

[12] Winnicott, DW [1971]. “Çocuğun Gelişiminde Annenin ve Ailenin Ayna Rolü”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993, s. 138.