• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

İNKORPORASYON (YUTARAK İÇE ALMA) SAVUNMA MEKANIZMASI

İNKORPORASYON (YUTARAK İÇE ALMA) SAVUNMA MEKANIZMASI

Bu yazı "bedenin içine alma: haz, saldırganlık ve nesne içeriye alınırken" başlığıyla 2020 yılında Psikanaliz Yazıları'nda yayınlanmıştır. Bu sayıyı edinmek isterseniz burayı tıklayınız.

Bedenin İçine Alma (İnkorporasyon): Haz, Saldırganlık ve Nesne İçeriye Alınırken

Ali Algın Köşkdere

Giriş

Freud[1] için içselleştirme, nesne seçiminin ön aşamasıdır. Bu nedenle bir içselleştirme biçimi olan bedenin içine alma nesne ilişkilerinin başlangıcındadır. Freud, bedenin içine almayı ve içe yansıtmayı[2] içselleştirme[3] süreçlerini tanımlarken kullanmış aralarında belirgin bir ayırım yapmamıştır. Bu yazıda içselleştirme süreçlerinin aralarındaki farklılıklara değineceğim. İçe almanın biçimlerini ve dinamiklerini değerlendirirken neden bir ilkel savunma mekanizması olduğunu, işlevlerini, olumsuz ve olumlu yönlerini aydınlatmayı amaçlıyorum. İçe alma, somut yaşam deneyiminden soyut düşünceye ve düşleme geçişte yer aldığı için birincil sürece yakındır. Bu sürecin farklı biçimlerine yazının başlangıcında ve farklı yerlerinde değindim. Freud’un bedenin içine alma terimini kullandığı yerleri tek tek belirttim çünkü Freud’un döneminde az kullanılmış ve üzerinde az çalışılmış bir olgudur. Aşağıda değineceğim gibi Freud’un “Totem ve Tabu”[4], “Yas ve Melankoli”[5] ve “Olumsuzlama”[6] makaleleri bedenin içine alma olgusu açısından özel bir yere sahiplerdir.

Bedenin içine alma birincil sürecin egemenliğinde olduğundan ilkel bir savunma mekanizmasıdır[7] ve ikili ilişkilere[8] geçişte ortaya çıkar. Bir savunma mekanizması olup olmadığı sorgulanabilir, çünkü henüz bilinç gelişmediği için savunma yönü sonradan ortaya çıkar. Bir diğer karmaşık durum, somut olarak ağızla başlaması ve somut yönünün ölene kadar sürmesidir.[9]

Biyolojik açıdan bedenin içine alma, insanın hayvansal ve salt algısal içselleştirme biçimini tanımlar. Yeme, görme, duyma, koklama ile dış dünyada olup biteni olabildiğince bütünsel ve gerçekçi yorumlamak, algılananı tamamıyla zihnin içine alarak mümkündür. Doğada yadsıma, görmezden gelme ya da algılananı çarpıtma ölümcül sonuçlar doğurabilir. Hayvan; olabildiğince çok şeyi görmeli, duymalı ve koklamalıdır ki yaşadığı çevreyi gerçekçi bir biçimde yorumlayabilsin ve yaşamda kalabilsin. Yeme işlevi aslında insanın oral döneminde en doğal ve hayvansal halindedir. Bebek, sütten doyunca memeyi bırakır. Bu yüzden başlangıçta bedenin içine almanın fiziki ve doğuştan gelen sağlıklı bir sınırı vardır. Bu sınır, ruhsallığın gelişmesi ve öznelliğin ortaya çıkması ile farklılaşır. Erişkin insan, doyacağından fazlasını yemek, içmek, egemenliği altına almak isteyebilir. İnsanın karnı doysa da gözü ve ruhu doymayabilir. Diğer yandan fiziksel açıdan bedenin içine alma ruhsallığın gelişmesi ile ruhsal açıdan bedenin içine almaya dönüştüğünden bedenin içine alma düşlemi hayvansal köklerimiz ile bağlantılı olan temel bir düşlemdir. Hatta bedenin içine almanın düşlemsel hale gelebilmesi evrimsel açıdan Homo sapiens’in ayrışmasını sağlamış bile olabilir.

Laplanche ve Pontalis[10] bedenin içine almanın üç ögesini betimler: (1) bir nesneyi bedensel olarak içine almaktan haz almak, (2) nesneyi bedenin içine alırken yok etmek, (3) nesneyi içinde tutarak nesnenin özelliklerini kendine mal edip onunla özdeşleşmek. İçine almanın yarattığı haz libidinal dürtüyü, yok etmek agresif dürtüyü doyurur. Nesne ile özdeşleşmek ise hem nesneyi kaybetme kaygısını azaltmaya hem de nesnenin benlik işlevlerini büyüsel olarak içselleştirmeye yöneliktir. İçe almanın bazı savunma mekanizmalarında olmayan yönü ise yaşamın başlangıcından sonuna kadar açlığın somut olarak doyurulması ile ilintilenmesidir. Fiziksel açlığın doyurulması daha sonra zihinsel ve ruhsal açlığın doyurulmasıyla, ilişkilerin içe alınmasıyla sağlanan doyumla benzeşecektir. Bu açıdan, psikolojik olarak gerilenen durumlarda somut bedensel içe alımlar düşlemdeki bedensel içe alımların eşdeğeri gibi görülebilirler.

Gelişimsel açıdan bedenin içine alma, nesne ilişkisi kurmanın başlangıcındadır. İçe alma karşılıklı bir ilişki değildir. İçe alınan nesne ile tek taraflı bir ilişki kurulur. Nesne bedenin içine ve egemenlik altına alınmıştır, edilgen bir boyun eğmeye maruz bırakılır. Bu aşamadayken dışarı atma[11] bir yansıtma değil dışarı çıkartmadır. Bedenin içine alınan nesne yeterince ayrışıp libido ile güçlenince ve içe alınırken dışarıda yok olmadığı anlaşıldıkça içe ve dışa yansıtma döngüsü[12] ortaya çıkar. Artık nesne hem içeride hem dışarıda yeterince canlı, etkin ve etkileşimlidir. Benlik; bu nesne ile ön-özdeşleşmeyi gerçekleştirmiştir. İçe ve dışa yansıtma döngüsü yansıtmalı özdeşleşmeyi pekiştirir. Bastırmanın gelişmesi ile özdeşleşme daha derin ve içselleştirilmiş bir hal alır. Böylelikle bedenin içine alma hem bedenin içine almaya yatırılan dürtüler ile hem de içe yansıtmalı özdeşleşmeye bir temel oluşturması ile olağan gelişimde yerini alır.

Bedenin içine almanın olumsuz etkileri şimdiye kadar birçok psikopatolojide tanımlanmıştır. Freud “Yas ve Melankoli”de[13] bedenin içine almanın melankolideki sürecini açıklamıştır. Histeriklerde oral dönemin baskınlığı ile ortaya çıkan cinsellik, oral yolla bedenin içine alarak gebe kalma düşlemlerini ortaya çıkartabilir. Buradaki bedenin içine alma düşlemlerine direnç olarak kusma ve ishal görülebilir[14]. Gözetlemeciliğin[15] dinamiğinde ise bakarak bedenin içine almak vardır. Don Juan Sendromunda[16], cinsel doyum için yaşamın içine alınan ve kişilikleri önemsenmeyen kadın bedenleri sevişmeden sonra dışarı atılır. Nevrotik öksürükte bedenin içine alma ile ilgili çatışmalardan doğan gerilim öksürükle boşaltılmaya çalışılabilir[17]. Aşağıda açıklayacağım gibi eşcinsellikte ve patolojik yasta da bedenin içine almanın oynadığı rolü görebiliriz.

Winnicott bedenin içine almanın[18] ve erken oral döneme saplanmanın şizoid yapılanmada önemli rol oynadığını belirtmiştir. Winnicott’a göre hayali arkadaş düşlemleri[19]; bedenin içine alma, sindirme, tutma ve dışarı atma ile ilgili kaygıları es geçerek bunlardan kaçınmanın büyüsel bir yoludur.

Freud’un Bedenin İçine Alma Tanımını Kullandığı Yerler

Freud, bedenin içine almayı kelime olarak, sırasıyla şu durumlar için kullanmıştır:

  1. Oral dönemde cinselliğin, sevginin (libidinal yatırımın), yemekle bedenin içine almadan ayrışmaması ve ikisinin iç içe olması[20].
  2. İçe almanın özdeşleşmenin başlangıcında olması[21] [22]. Önemli nesnelerden ayrılırken bedenin içine alma, içe ve dışa yansıtma döngüsüne evrilebilir ise ayrılığa katlanma kapasitesini arttıracak olan özdeşleşme sürecinin başlamasına katkıda bulunur. İçe alma, ruhsal olarak işlenebilir ise ayrışma süreçlerinin de bir parçası olur.
  3. Başlangıçta dürtü doyumu otoerotik olarak organ hazzı üzerinden sağlanırken, sonrasında benliğin bedensel olarak içe almış olduğu nesnelere kayar[23]. Böylelikle bedenin içine alma, dürtü doyumunun evriminin bir aşamasında rol alır.
  4. Bir kadının bedensel olarak bir ailenin içine alınması[24]. Freud, bir mektubunda Bayan Gi.’den söz ederken onun, kendisini bir ailenin içine aldırmaya çalıştığına değinir.
  5. Melankoliklerin nesneyi bedenin içine alarak içselleştirmeleri[25].
  6. “Olumsuzlama”[26] makalesindeki dolaylı tanımlama. Freud, “Olumsuzlama” makalesinde içselleştirme ve dışsallaştırmayı anlatır. İstenilenin yendiğinden ve içe alındığından; istenilmeyenin tükürüldüğünden ve dışarı atıldığından söz eder. Bedenin içine alma kelimesini kullanmaz. Aslında bir nesneye yansıtmanın dinamiklerinden söz etmediği için yeme ve tükürme bedenin içine alma ve dışa atma olarak görülebilir. İçe yansıtmayı saf haz benliğine atfetmiştir. Haz ilkesine göre hareket eden  haz-benlik haz veren nesneleri içe yansıtır, hoşnutsuzluk yaratanları reddeder ya da dışa yansıtır. Temelde haz-benlik ve haz ilkesi, oral dönemin asıl ve tek dinamiğidir.
  7. Çocuğun anne-baba tasarımlarını bedeninin içine alarak üstbenliğini oluşturması[27]. Burada nesne içselleştirilirken aynı zamanda bırakılır. Bu sürecin bazı ögeleri ilk önce “Totem ve Tabu”da[28] babanın öldürülüp manik bir uyarılma ile yenmesi ve onunla özdeşleşilmesi üzerinden açıklanmıştır. Bunun yarattığı suçluluğun tabulara dönüşmesinde bedenin içine alma sürecinin etkisi vardır. Burada Freud, bedenin içine almadan söz eder, büyüsel yönüne değinir ama ayrıntılarına girmez.

Bedenin İçine alma, İçselleştirme ve Özdeşleşme Süreci

Freud[29] bedenin içine almayı, sevginin ilk hali olarak tanımlamış ve ayrışmışlığı ortadan kaldırdığını belirtmiştir. Aslında yaşamın ilk zamanlarında ruhsal sınırların geçirgenliği ve çifte değerliliğin zayıflığı bedenin içine alarak özdeşleşmeyi kolaylaştırır. Oral dönemde bedenin içine alma; nesneyi yok etme arzusu taşıyan, ama yeterince iyi bir anne varsa yok etmenin gerçekleşemediği bir özdeşleşme yaratır. Bebek, içe içe annesinin sütünü bitiremediği gibi onun sevgisini de bitiremez. Bu sırada deneyimlediği doyum ve haz ile birlikte ona göre “sonsuz” bir yiyecek kaynağı ile özdeşleşirken içindeki iyi anne tasarımı güçlenir. Açlığın dipsiz kuyusunun yarattığı yok olma kaygıları sakinleşir, fiziksel açlığın giderilmesi ruhsal bir tepki ve ilişki ortaya çıkartır. Sütün bedenin içine alınması ile haz yüklü doyum sağlanmış, annenin sütü yok edilmiş ve memesi boşaltılmış ama anne yok edilememiştir. Tokluk sürdükçe doyum veren anne tasarımı içeride canlı kalırken annenin bebeği ile kurduğu ilişki, kucaklama ve bakım fiziksel açıdan bedenin içine almayı zihinsel bir tasarım haline getirir. Bu deneyimin, bedenin içine almayı zamanla içe ve dışa yansıtmaya dönüştüren ana etken olduğunu düşünüyorum.

İçe alma, anne (meme) tasarımının içselleştirilişinin doyum ile eşleştirilmesinin yanında ruhsallığın içine almayı haz ile yükleyerek buna teşvik eder. Bu etki, bedenin içine almanın olumlu ve oyuna dönüşebilen yanıdır. Bebeği, ruhsal olarak bedenin içine almaya, özdeşleşmeye ve gelişmeye yönlendirir, şizoid kapanmayı engeller. Elbette kimin bedensel olarak içe alındığı önemlidir. Çünkü bedenin içine alınan kişinin tasarımı ve onunla kurulan ilişkinin niteliği daha sonraki gelişimi etkileyecektir.

Bu aşamadan önce Winnicott’ın tanımladığı “olma hali”[30] yaşanır. Winnicott’a göre annedeki saf kadınsı öge “olmak”tır ve meme ile ilişkilidir. Annenin erken dönemdeki içselleştirilişi olan birincil özdeşleşmeyi Winnicott[31], bebek anneden ayrışmadan önce bebeğin annesinin “olma hali” ile özdeşleşmesi olarak tanımlar. Annenin emzirmesi ve bakım vermesi ile bebek “var” olduğunu, yani yaşadığını hisseder. Ayrışma düzeyinin düşük olduğu zamanlarda, “oluş” halindeki anne-bebek ilişkisinin bebeğin ruhsallığının temelini yapılandırdığını belirtir. Kapsama, içe ve dışa yansıtma mekanizmalarının bu iç alandan geliştiğini vurgular. Bunlara bedenin içine alma mekanizmasını da ekleyebiliriz çünkü içe almak için içine alabilecek bir yapı gerekir.

Winnicott’a[32] göre kendilik, parçalardan oluşur ve bu parçaların içeriden dışarıya doğru bitişip yapışmasıyla gelişir. Zihinsel tasarımlar yeterince içe alındıktan ve içe yansıtıldıktan sonra kendilik, bedenin içinde yaşayan psişik bir gerçeklik halinde örgütlenir. Winnicott’ın bu tanımından yola çıkarak aslında çekirdek kendiliğin diğer özdeşleşmeleri ve deneyimleri içine aldığını öne sürebiliriz. Bu açıdan bedenin içine alma, çekirdek kendilik yapılanmasının ruhsal açıdan beslenip büyümesini sağlar. Winnicott, iç dünyanın gelişim yolaklarını şöyle sıralar: (1) dürtüsel deneyimler, (2) bedenin içine alınanlar, tutulanlar ya da çıkartılanlar, (3) büyüsel olarak içe yansıtılan bütünlüklü ilişkiler ve durumlar[33].

Bir yaşındaki çocukların bedenin içine alma döngüsüne girmeyip bu süreci atlayarak spatülü ağıza götürmek yerine onunla nasıl oynayacaklarını araştırdıklarını gözlemlemiştir. Çocukların bunu 5 aylıktan itibaren yapabildiklerini ve hem fiziksel hem ruhsal olarak içe aldıkları ile zenginleştiklerinin farkında olduklarını belirtmiştir[34]. Çocuğun spatülü eline almasını bedenin içine alma, oynamasını sahiplenme ve tutma, düşürmesini spatülden kurtulmak olarak yorumlamıştır[35]. Gizillik dönemindeki çocuğun özelliklerini sayarken bu dönemdeki çocuğun içe yansıtmaya hazır olduğunu ama bedenin içine almaya hazır olmadığını belirtir. Bu dönemdeki çocuğun seçtiği insanlardan bütüncül ögeleri içeriye alabileceğini[36] ama yemek gibi yemeye ya da yenilmeye hazır olmadığını vurgular. Bununla beraber gizillik dönemindeki çocukların dürtüler içeren yakın ilişkilerin içine giremeyeceğinin altını çizer.

Babanın Bedenin İçine Alınması ve Bunun Üstbenlik ile İlişkisi

Totem ve Tabu’da çocuklarla ilkel insanın benzerliklerini gösteren Freud[37], yamyamca yenip bedenin içine alınan babayla kurulan özdeşleşmenin yarattığı çifte değerliliğin nasıl tabulara dönüştüğünü açıklar. İlkel bir kabilenin diktatör liderinin/babasının kadınların tümünü sahiplendiği bir kurgu oluşturur. Buna karşı çıkmak isteyen oğulları tarafından nefretle öldürülen babanın yamyamca yenmesinin ardından oğullar suçluluğa kapılırlar. Öldürülen ve yenilen babanın zulmetme gücü dışarıdaki canlı babadan daha fazla hissedilmiştir. Freud, bu suçluluk ve korku ile birlikte sosyal kuralların oluştuğu varsayımını öne sürer. Suçluluk aracılığıyla iki temel tabunun oluştuğunu belirtir. Birincisi, “birbirimizi öldürmeyeceğiz” (hemcins ebeveyni öldürme yasağı), ikincisi “istediğin her kadını alamazsın” (karşı cinsiyetteki ebeveyn ile sevişme yasağı) kuralıdır. Burada Freud, bedenin içine almanın taşıdığı çifte değerliliğin altını çizmiştir. Öldürülen baba/lider bir toteme dönüşürken kabile bir totem hayvanı belirler. Bu hayvanın yenilmesinin yasak olması, liderin öldürülüp yenilmesine koyulan yasağın yer değiştirmesidir.

İnsan yemeye ve yamyamlığa yüklenen iğrenme ile fiziksel olan içe alım yasaklanarak bedensel içe alımın düşlemde kalması sağlanır. Freud[38], iğrenmenin oral kökenlerine değinmiştir. Klein ve Abraham, suçluluğun yamyamsı dürtüleri sınırladığını söylese de iğrenmenin daha öncül olduğunu, suçluluğun sonra geldiğini söyleyebiliriz. Hatta iğrenme suçluluğun öncülü olabilir. İğrenme; iştah kapatan, mide bulandıran ve kusturan yönleri ile kötü olanı, dışlanması, tükürülmesi ve dışarı atılması gerekeni en temel düzeyde yani oral düzeyde belirler. Üstbenlik benliğe bedenin içine alma açısından bir ayrıştırma yönü gösterirken fiziksel ve ruhsal olarak zehirli olanı besleyici olandan başlangıçta oral düzeyde ayırır. Daha sonraki yıllarda bu ayrımın üstüne anal (iğrenç kirli) ve ödipal (iğrenç ensestiyöz) ögeler eklenecektir.

Kültürel açıdan bedenin içine almaya gelen yasak ilk yasaktır. Adem ve Havva, yasak meyveden yedikleri için cezalandırılırlar ve cennetten atılırlar. Dini törenlere yemekle ilgili yasaklar ve izinler eşlik eder. Müslümanlarda Kurban Bayramı, oğul yerine kurban edilen koçun kesilmesi ve yenilmesiyle kutlanır. Hristiyanlarda ekmek Hz. İsa’nın bedeni, şarap Hz. İsa’nın kanı olarak kabul edilir. Kültürel veya dinsel olarak yasaklanan yiyecekler iğrenç ve mide bulandırıcı görülürler.

Yunan mitolojisinde cennet ve dünyayı birbirinden ayıran Kronos[39], annesi Gaia’nın verdiği orakla babası Uranos’u kastre etmiştir. Kronos, Gaia’nın ve Uranos’un söylediği kehanete göre çocuklarından birinin onu tahtından indireceğinden korkar. Bu yüzden tüm çocuklarını yutarak içine alır. Kız kardeşi ve karısı Rea son doğan oğlu Zeus’u gizlice büyütürler. Zeus, babası Kronos’a mide bulandıran bir içki içirir, tüm kardeşlerini kusarak dışarı atmasını sağlar.

Melankoli ve Zehirleyici İçe Alımlar

Kronos’un çocuklarını içine almasından ve dışarı atmasından sonra “Yas ve Melankoli” makalesine gelirsek Quinodoz’ya[40] göre bu makale Freud’un en önemli yapıtlarındandır. Freud bu makalede maniye değinir ve manik kişinin; nesne kaybını, yasını ya da nesnenin kendisini yok saydığını belirtir. Libidonun birden özgürleşmesi ile manik kişi ruhsal açlığını doyurmaya çalışır ve önüne çıkan her ögeyi “aç bir kurt” gibi içine almaya çabalar. Klinikte sık karşılaşıldığı gibi manik atakta bedenin içine alınıp tüketilenlerin işlenememesi, atağın ardından depresif bir dönemi başlatır.

Freud’a[41] göre melankolide nesne kaybının yarattığı travma, nesnenin bedenin içine alınmasına yol açar. Benlik, nesneden libidinal yatırımını kendiliğe[42] geri çekince nesne ile narsisistik biçimde özdeşleşir. Böylelikle bilinçdışında “Ben O’yum. O’nu kaybetmedim.” der.

Freud[43], bedenin içine almanın beraberinde nesneye yönelik çifte değerliliğin de içselleştirilmesine neden olduğunu vurgular. Benlik, kendilik ile nesneyi tam ayrıştıramadığından, kaybedilen nesne ile özdeşleşince saldırganlık kişinin kendisine yöneltilir. Bu durum bir özdeşleşmedir ama benliği zehirler.

Bebek, nesneden kendini ayrıştıramadan, henüz ona bağımlıyken onu kaybederse nesneye dair bir hayal kırıklığı yaşar. Çünkü özne/bebek henüz nesneyi/anneyi içinde, yani zihninde tutma gücüne sahip değildir ve ona bağımlıdır. Bu aşamadaki bir ayrılık; boşluk, yoksullaşma ve yok olma kaygıları yaratacaktır. Bu nedenlerle erişkinlerdeki bağımlı ilişkilerin kopması da melankoliye neden olabilir.

Freud[44], melankolik öznenin, normal yas sürecinin tersine, neyi kaybettiğini bilmediğini belirtir. Melankolideki kişi, bedenin içine alma ile ayrılığı yaşadığını reddeder. Melankoliğin ayrıldığı kişi onun için yaşamsal öneme sahip olduğundan bu inkâr, yaşam kaynağını kaybetmenin yasını tutmasını engeller. Bu açıdan melankolideki kişi, yokluk üstüne yokluk yaşıyordur. Hem yaşam kaynağı yok olmuştur hem bu yok olan nesneyi bedensel olarak içe almıştır hem de benliğini zenginleştirecek ve olgunlaştıracak bir yas süreci ortada yoktur. Ruhsal açıdan zehirli olan bu “yokluk hali” melankolide bedenin içine alınmıştır.

Green[45], melankolide farklı bir bedenin içine alma dinamiğini “ölü anne” kavramı ile göstermiştir. Ölü anne ruhsal olarak var olamayan bir annedir. Anne bir kayıp yaşamıştır ya da bebek ihtiyaç duyduğunda bebeğin bekleyebileceğinden çok uzun bir süre gelmemiştir. Melankolik, bebekken ruhsal olarak yok olan anneyi bedeninin içine almış olabilir ki Green “ölü anne” olgusunda anneden yatırımın geri çekildiğini ve ölü anne ile özdeşleşildiğini belirtir. Oral dönemdeki çocuk, gerçekteki annesine yatırım yapmak istediğinde onu ruhsal açıdan canlı halde bulamazsa annesini yiyerek yok ettiğini düşlemleyebilir. Bu durum, ölü annenin bedenin içine alınmasına neden olabilir. Green’e göre bir diğer sorun “ölü annenin” içe alınışıyla anlamın ve hazzın kaybedilmesidir. Bu olumsuz nitelikli bedenin içine almanın çevresinde örgütlenen savunmaların; ikincil nefret, otoerotik uyarılma ve sürekli haz arayışı, düşünme ve düşlemleme zorlantısı olduğunu belirtir. Bu savunmaların aslında anlam ve doyum getirmediğini yokluk hissinin süreceğini söyleyebiliriz.

Abraham ve Torok[46], yıkıcılığı baskın gelen içe alınmış tasarımlar için “içsel mezar” tanımını kullanmışlardır. Bunu açıklamak için 8 yaşındayken 10 yaşındaki ablası ölen bir hastayı anlatırlar. Ölen abla yaşarken erkek kardeşini cinsel açıdan uyarmıştır ve ölümü sonrasında hasta, ablasının bedenin içine alınmış tasarımını içinde yaşatmıştır. Hastanın kleptomani belirtilerinin, içinde “yaşayan” ölü ablasının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olduğu analizde ortaya çıkmıştır.

İçe alınıp kapsüllenmiş tasarıma Abraham ve Torok[47] “kript” adını vermiştir. Bedenin içine alınmış tasarımlar, yası tutulamayan ölümlerden sonra görüldüğü gibi travmatik olaylardan sonra da görülürler. Örneğin bazı tacize uğramış hastalar içe alınmış ve kapsüllenmiş haldeki taciz anılarını yıllar sonra anımsarlar. Taciz ya da travmatik olay anındaki kendilik ve nesne ilişkisi, benliğin kendisinden bile sakladığı bir sır iken ruhsal yapılanmaları bu içe alınmış yapının çevresinde örgütlenmiştir.

Bedenin İçine Almaya Saplanma ve Birincil Sürecin Egemenliği

Bedenin içine alma, benlikte işlenemediğinde birincil süreç düşünme biçimi öne çıkar, yok etmenin egemen olduğu bir saplanma ve psikopatoloji yaratır. Bu durum nesne ilişkilerinin gelişimini bozabilir. İçe alma, dışarıdaki nesneyi yok ettiğinden ikili nesne ilişkisine yani kendilik ve nesne ilişkisine dönüşememe olasılığı vardır. İçe alma düşleminde bedenin içine alma, bire bir nesnenin bedeninin[48], öznenin bedeninin deliklerinden içeriye alınması düşlemidir. Simgesel olarak yutularak ya da çiğnenerek bedenin içine alınan nesne, kendilikten ayrı bir bütün olarak tutulursa sindirilmemiş halde kalabilir, kendilik ve nesne ilişkisine evrilemeyebilir. Bedenin içine alma patolojik bir süreç olarak kaldığında benlik bu aşamaya saplanır. Abraham ve Torok[49] bunu ağzın boş kalması ve ilişki kuracak kelimelerle dolamaması olarak açıklamışlardır. Hatta bedenin içine almanın, içe yansıtmaya giden eylemleri yıkan bir yönü olduğunu, kelimelerin çıkacağı ağzı doldurarak simgesel bir dille konuşmayı engellediğini belirtmişlerdir. Klinik uygulamada ruhsal açlığın ve saldırganlığın ağır bastığı hastalarda bazen doğrudan yemek yiyerek, yalnızca yenen ve yaşama alınan somut nesnelerle bazen somut konuşma dili[50] ile ağzın doldurulduğunu ama simgesel bir konuşmaya geçilemediğini gözlemleriz.

Greenson’a[51] göre bedenin içine alma düşleminde doyum; nesneye yaklaşma, onunla yeniden kaynaşma ve nesneyi içeri alarak egemenlik kurma ile sağlanır. Kendilik, dış nesneyi yok etmiş gibi olunca tümgüçlülük yanılsaması sürdürülür. Nesneye ve nesneye bağımlı olan kendiliğe ne olacağı önemsenmeden doyum aranması nedeniyle bedenin içine alma düşlemine inkâr eşlik eder. Bu süreç bir saplanma ile psikopatoloji yarattığında inkârın baskınlığı devam edecektir.

Oral dönemde, bedenin içine alma baskınken annenin bebeğin ihtiyaçlarını gidermesi kolay, hissedip anlaması zordur. Anne-bebek iletişimi daha çok bilinçdışından ve duygulanımsal düzeyde gerçekleşir. Oral dönemin başlarında ihtiyaçlar tam tanımlanmamış ve ayrışmamıştır. İçe almanın etkin olduğu aşamada arzu ve ihtiyaç da ayrışmamıştır. Yaşamın başlarında her arzu aynı zamanda bir ihtiyaç, her ihtiyacı karşılayan ise aynı nesne, annedir. İçe alma, nesne ve ihtiyaç ayırımının yapılamadığı dönemde etkindir[52]. Bebek için açlık duygusunun karşılanması ve anne memesi iç içe geçer, aynı şey olur. Hatta ergenliğe kadar, çocuklar ebeveynlerden bakım görmeyi onların varlığıyla o kadar özdeşleştirirler ki ebeveynlerinden biri öldüğünde aç kalmaktan korkarlar. Bedenin içine almanın erişkinlikteki etkinliği ihtiyaç, istek ve nesnenin karıştığı bir psikopatoloji yaratır.

Ayrışmama durumu kendilik ve nesne ayrımı için de geçerlidir. Bedenin içine almanın etkin olduğu oral dönemde duyguları kelimelere dökmek, saldırganlığı ve sevgiyi birbirinden ayırmak da olanaksızdır. Tüm bu ayrışmamışlık durumları birincil sürecin kaosunu ortaya çıkartır. Duyguların, arzuların, ihtiyaçların ve tasarımların birbirinin yerine geçişleri kolay ve hızlıdır.

Bedenin içine alma, baskın içselleştirme biçimi olarak kalırsa nesnenin bedenin içine alınması benliği ve üstbenliği geliştiremez. Çünkü nesne düşlemde somut bir bütün olarak kalır, ruhsal bir işlem yapılamaz, soyutlaşmaya ve simgeselliğe geçiş gerçekleşemez, libidinal ve agresif dürtüler yüceltilemez. Bedenin içine alma; ısırarak, içerek ve yiyerek eyleme dökmektir. Örneğin bulimia ataklarında bedenin içine alma düşlemi bulunabilir. Bedenin içine alma, içselleştirmenin ortaya çıkartacağı yeniden örgütlenmenin sancılı sürecinden kaçınmaya olanak tanıyabilir[53]. Abraham ve Torok[54] bu dinamikleri “Kurt Adam Olgusu”yla ve başka olgu örnekleriyle açıklamışlardır. Nesnenin bedenin içine alındığı ve bunun özdeşleşmeye dönüşemediği patolojik yas süreçlerini “endokriptik özdeşleşme” olarak adlandırmışlardır.

Fenichel’e[55] göre bedenin içine almada öznenin nesneyi yiyerek nesne olmaya çalıştığı büyüsel ve bir anda gerçekleşen bir özdeşleşme arzusu vardır. Henüz sınır yaratacak, yüceltmeye ve simgeselliğe yönlendirecek bir hayır deme, iğrenme, olumsuzlama ya da yasaklama gelişmemiştir ya da sınırların bozulduğu bir durum vardır. Zaten iğrenme varsa bedenin içine alma ketlenecektir.

Olumsuzlama yapılamaması, nesne ve kendilik ayrımının olmaması henüz yer değiştirmenin gelişmediğini ya da devreden çıktığını gösterir. Yer değiştirme tamamen ketlenirse bastırmaya ve yüceltmeye giden yollar tıkanacak bedenin içine alma, düşlemdeki ilişkiselliğe evrilemeyecektir.

Görme ve Bedenin İçine Alma

Başlangıçta belirttiğim gibi duyu organları çevreyi tümden algılamaya yöneliktir. Tümden algılama tümden içe alıma neden olur. Bu açıdan görmenin oral dönemle özel bir ilişkisi vardır. Türkçe’deki; gözle yemek, gözü yememek, gözünü doyurmak, açgözlülük tanımlamaları yemenin ve ruhsal olarak bedenin içine almanın görme ile ilişkisini ifade ederler. Oral dönemde bebek genel bir edilgenlik içinde iken yemenin yanında görme işlevi ön plana çıkar. Görme, bedenin içine alma ile aynı biçimde çalışır. Bir nesne ya da durum, görüldüğü anda tümüyle bedenin içine alınır. Yemek gibi bazı bakışlar haz verir. Bazen bakmak saldırgan, sınırları aşan bir özellik taşır. Türkçede bebeğe bakmak, libidinal yatırımın, annelik işlevinin ifadesidir.

Oral dönemde parça nesne ilişkileri içinde olan bebek henüz nesneleri iç dünyasında bütünleştiremese de bu bütünleştirmeyi görsel olarak yapabilir. Nesne genellikle bütün olarak görülür. Bu açılardan görme, bedenin içine almayı simgeleştirme yönünde teşvik eder. Diğer yandan görme, çocuğun katlanamayacağı şeyleri görebilmesi açısından tehlikelidir. Örtünme ve giyinme, bütünleştirmenin içine sınırlar ve gizlilikler katar. Böylelikle çocuğun ruhsallığı korunup gelişirken zehirli bedensel içe alımlar engellenir. Çocuklar, erişkin cinsel organlarını ve cinsel ilişkileri gördüklerinde sindiremeyecekleri bir imgeyi içlerine alırlar. Bununla bağlantılı olarak birincil sahne ve sahne anılar da görme ile içe alınmış ama ruhsal olarak sindirilememiş durumlarla ilişkili olabilirler.

Bedenin İçine Alma ve İçe Yansıtma İlişkisi

Bedenin içine alma, içe yansıtmanın öncülüdür. Segal[56], içe ve dışa yansıtma düzeneklerinin bedenin içine alma ve dışına atma düşlemlerinden türediği anlaşılırsa düşlem ile zihinsel yapı arasındaki ilişkinin daha iyi görüleceğini vurgular. “Olumsuzlama” makalesinde Freud[57], içe yansıtma aşamasına gelen benliğin neyin içeride ve tasarımsal, neyin dışarıda ve gerçek olduğunu ayırt etmeye başladığını belirtir. İçe yansıtmada iç ve dış ayrımının yanında kendilik ve nesne ayrımı da bedenin içine alma düzeneğinden daha ileri bir düzeydedir. Preödipal yapılanmalarda, kendilik ve nesne ayrımının tam oturmadığı bir içe ve dışa yansıtma döngüsü tekrarlanır. İçe almada bebek, elindekinin ne olduğunu bilmeden onu yalnızca ağzına götürürken içe ve dışa yansıtmada oyun oynar. İçe yansıtmada iç dünyaya bir “kendilik ve nesne ilişkisi” alınır. Örneğin ebeveyn tasarımının içe yansıtılması ile ebeveyn ve çocuk ilişkisi, üstbenlik ve benlik ilişkisine dönüşür.

İçe yansıtma etkinleşmeye başladığında bedenin içine almaya göre bekleme ve tutma kapasitesi daha iyidir. Eyleme dökme görece daha azalmıştır ama bitmemiştir. İçe almanın yerini ruhsal alış-verişler, içe ve dışa yansıtma döngüleri alır. Bastırmanın gelişmesi ile içe ve dışa yansıtma döngüleri, özümsenen bir içselleştirmeye dönüşebilirler.

Bedensel içe alma sürecine ruhsal düzeyde sindirme ve işleme süreçleri eşlik etmediğinde, tükürüldüğünde ya da kusulduğunda nesne sindirilmeden dışarı atılmış olur[58].  İçe ve dışa yansıtma döngülerinde de nesne içe alınmış haldedir ama farklı olan kendilik ve nesne ilişkisinin artık oluşmuş ve tutma kapasitesinin artmış olmasıdır. Yani ayrıştırma, sindirme, tutma ve bırakma gibi anal dönem özellikleri devreye girmeye başlamıştır. İçe ve dışa yansıtma döngüleri iyice çalışıldığında, tutma-bırakma işlevi kontrol altına alındığında ve bastırma egemen olduğunda kendilik ve nesne ilişkisi kişisizleştirilir. Kişisizleştirmede, çocuğun iç dünyasında anne-babası ve kendisi arasındaki deneyimler olarak kaydettiği ilişkiler, benlik ve üstbenlik, benlik ve altbenlik ilişkilerine dönüşür.

Klein ve Oral Sadizm

İçe alma, libidinal bir yatırımın oral sadistik yolla doyurulmasıdır. Oral sadizmin üzerinde çalışan Abraham, oral dönemi (erken) oral libidinal ve (geç) oral sadistik olarak ikiye ayırmıştır[59]. Psikanalitik yazında yamyamsı oral dönem ve oral sadistik dönem genellikle eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Abraham bedenin içine almayı başta bütünsel (narsisistik ve yamyamsı olan geç oral evre) sonrasında kısmi (erken anal sadistik evre) biçimde bedenin içine alma olarak ikiye ayırır. Fenichel bu ayrımı kullanarak[60] bu sürecin ödipale nasıl yansıdığını açıklamıştır.

Freud’a bir mektubunda Abraham[61] bir olgu sunumundan örnek vererek, psikotik hastanın içinde hissettiği maymunun açık bir biçimde babasının penisini simgelediğini yazmıştır. Bu yorum, Klein’ın tanımladığı, parça nesne ile kendilik arasındaki ilişkiyi anımsatır. Klein, bebeğin annenin bütünüyle değil bir parçasıyla (meme) ilişki kurduğunu belirtmiş ve parça nesne ile kendilik arasındaki ilişkileri tanımlamıştır. Klein’ın olgu sunumlarında bebek ya memeyi ve sütü ya da penisi ve meniyi bedeninin içine alır[62]. Bebeğin düşleminde anne, içinde bebekler ve penis barındırır. Klein, bu aşamada nesne parçasının imgesinin nesnenin tümünü simgelediğini belirtir.

Bebeğin içselleştirdiği iyi meme tüm içsel iyi nesnelerin prototipidir. Klein, bu içe yansıtmanın gidişatının, gelecekteki dışa yansıtmaların gücünü ve doğasını belirleyeceğini vurgular. Klein sadistik içe yansıtmayı, annenin memesini kurutana kadar süt içmek olarak tanımlamıştır. Bu tanım, bedenin içine almanın tanımına yakındır. Bebek, içine tüm iyiyi ve doyumu almak isterken memenin kökünü kurutur. Klein bu sırada bütünleşmenin; canlı olma, sevme ve sevilme anlamına geldiğini belirtir.

Klein’a[63] göre oral sadistik dürtüler, içe ve dışa yansıtma mekanizmaları aracılığıyla içe veya nesneye yansıtılırlar, yaşamın başından itibaren varlardır ve dişler çıktıkça buna yamyamsı arzular eklenir. Yansıtmalı özdeşleşmenin oral sadistik içe yansıtmayla birlikte başladığını vurgular. Klein, aç bırakan kötü memenin daha çok saldırganlığa maruz kaldığından parça parça algılandığını, doyuran ve emilen iyi memenin ise daha bütüncül algılandığını belirtir.

Klein[64], bedenin içine alma ile içe alınan nesnenin yıkıcı dürtülere karşı bir savunma aracı haline geldiğini ileri sürer. Bunun gerçekleşebilmesi için bedenin içine alınan anne tasarımının saldırganlığa dayanabilir nitelikte olması gerektiğini söyleyebiliriz. Üstbenlik çekirdeğinin, yamyamsı dönemden kalan ve kısmi olarak bedenin içine alınmış tasarımdan geliştiğini vurgular. Klein bu kısmi bedensel içe alımları, üstbenliğin erken dönemdeki öncülleri olarak tanımlamıştır. Bu görüş Klein’ın Freud’tan ayrıştığı bir nokta gibi gözükse de, aslında Freud “Totem ve Tabu”da ilkel insanı irdelerken yamyamsı oral dönemin dinamiklerine değinmiştir. Böylelikle üstbenlik gelişiminde oral yolla bedensel içe alımların etkisini vurgulamıştır. Klein’ın çocuklara ilişkin olgularının gösterdiği gibi, “Totem ve Tabu”daki ilkel erkek, sevgisini unutup öfke ile babasını yedikten ve içine aldıktan sonra onu sevdiğini anımsar, pişmanlık ve suçluluk duyar.

Klein’a göre iyiyi, memeyi içine almak ve kabul etmek oralitenin yüceltilmesidir. İçe yansıtma ile bebeğin içindeki meme, iyi nesne olarak oluşamazsa haset ve açgözlülük gelişecektir. Heimann[65], daha önceden bedenin içine alınmış olan kısmi nesne tasarımı bir bütün olarak algılanabilmeye başlandığında suçluluğun ve nesneyi kaybetme kaygısının ortaya çıktığını belirtir. Bu, benliğin bütünleştirme yetisinin geliştiğini gösterir.

Cinsellikte İçe Almanın Rolü

Freud, Haz İlkesinin Ötesinde[66] makalesinde oral dönemdeki sadistik dürtünün nesne üzerinde egemenlik kurarken nesneyi yok etme arzusunu taşıdığını, erişkinlikte bunun cinsel eylemi gerçekleştirerek üreme amacıyla cinsel nesne üzerinde egemenlik kurma işlevine dönüştüğünü belirtir.

Klein’a[67] göre kız çocuğu, babasının penisini içine alma arzusunu hissedince vajinal yolla bedensel içe alım tasarımı ortaya çıkar ve kadınsı konum belirir. Kız çocuğunun bunu içsel duyumları aracılığı ile yaşadığını belirterek kadınsıyı bir “içsel alan ve içine alan olma” özelliği ile tanımlamıştır. Klein, kız çocuğunun alıcılığı nedeniyle erkek çocuktan daha fazla oral yolla bedenin içine almanın etkisinde olduğunu belirtmiştir.

Kadın evlendiğinde kocasının soyadını içine alır. Evlilik bazen bir içe alma biçimidir, bir kişi başka bir ailenin içine girebilir. Buna, yukarıdaki 4. maddede Freud da değinmiştir. Anne-baba çifti çocuk sahibi olduklarında ilişkilerinin içine bir bebeği alırlar. Bazı çiftler bunu bir ebeveyn-çocuk ilişkisine dönüştüremezler.

Cinsel ilişki somut, geçici ve kısmi olarak bedenin içine alma eylemidir. Kadının, içine aldığı spermden bebeği oluşur. Bebek, annesinin içinde ama ayrı bir yapı olarak gelişirken bedenin içine alınmış haldedir. Gebelik dönemi o kadar çok bedenin içine almanın etkisindedir ki bir gebe, yediği hayvanın ya da bitkinin özelliklerinin rahmindeki çocuğa geçebileceğine inanabilir. Tükürme, kusma ve ishal bebeğin ruhsal olarak reddini ve dışarı atılma isteğini gösterebilir. Doğumda bebeğin dışarı atılması beden olarak gerçekleşse de ruhsal olarak gerçekleşmez. Sonrasındaki ruhsal gelişim dönemi bir dışa atım değil bedenin içine alımlar, içe ve dışa yansıtmalar aracılığıyla ilerleyen bir gelişme, ayrışma ve bireyselleşmedir.

Green[68], “Saldırganlık, Kadınsılık, Paranoya ve Gerçeklik” makalesinde kadınlarda nesnenin bedenin içine alımına özel bir bölüm ayırır. Kadınlarda, penisin içeri girmesinden ve penise zarar vermekten duyulan korkuyu irdeler. Gebelikte cinsel ilişkinin bebeğe zarar vermesinden duyulan endişeleri annenin memesine ya da rahmine saldırıp zarar verme ile ilgili düşlemlere bağlar. Kadınların, (depresyon yaratacak bir yasın kaynağı olabilecek) nesne kaybı ile (zulüm görme endişelerinin kaynağı olabilecek) tehlikeli biçimde bedenin içine alma arasında bir uzlaşma bulmaları gerektiğini belirtir.

Erkekler açısından oral sadizmin vajinaya yansıtılması ile vajina dentata olgusu ortaya çıkar. Vajina dentata düşlemi[69], çocukların cinsel kuramları ile ilgilidir. Oral sadistik dürtüler kadına yansıtılmış ve ağız ile vajina eşdeğer görülmüştür. Kastrasyon kaygısı babadan değil anneden korkma biçimindedir. Oral saldırganlığın vajinaya yansıtılması birçok farklı hadım edilme korkusuna dönüşebilir.

Paranoid hastalarda anal yolla bedenin içine alma arzusu ve anal sadizme maruz kalma korkuları görülür. Abraham’a[70] göre paranoid kişinin anal yolla bedensel içe alımında nesne tasarımı zarar gördüğü için bu durum daha arkaiktir. Takıntılı nevrozda[71] anal yolla bedenin içine almada nesne tasarımı korunabildiği için daha gelişmiş bir düzeye geçilmiştir. Düşlemdeki saldırganlığın etkisi ile takıntılı düşünce içe alınmış halde korunur. Kız çocuğunun babasının penisine yönelik anal-sadistik dürtüleri suçluluk yarattığında penis ile genital bir ilişki geliştirebilir[72]. Kız çocuklarında anal yolla bedenin içine alma yüceltilerek özdeşleşmeye dönüşemezse, anal yolla gebe kalma fantezileri ortaya çıkabilir. Aynı dinamik erkek çocuklarda eşcinsellik fantezilerini besler. Erkek eşcinsellerde penisin anal yolla içe alımıyla bir penis elde edilerek kastre olmuşluk ve yetersizlik düşlemde telafi edilmeye çalışılabilir. Partnerin penisi ile birlikte erkeksi gücünü elde etme gibi büyüsel bir düşünceye sahip olabilirler. Kendi penislerini küçük görebilir ve daha büyük bir penisi bedenin içine almanın haz vereceğini hissedebilirler. Bu dinamikler oral yolla bedenin içine alımın dinamiğiyle özdeştir. Penis simgesel hale gelememiş, erkek çocuk babası ile simgesel olarak özdeşleşememiştir.

Oral yolla bedenin içine almada beslenme ön planda iken anal yolla bedenin içine almada, ebeveynin gücünü ve kontrolünü büyüsel bir biçimde elde tutma arzusu vardır. Anal sadistik dönemde içe alınan nesne kaka gibi zehirleyici ve patlayıcı özellikler kazanır. Bu, bebeğe hem içindeki nesnelere zulmetme gücü verir hem de içindeki nesnelerin ona zulmetmesinden korkmasına yol açar. İçeri giren nesne oral dönemde meme iken anal dönemle beraber çocuklar penisin farkına varır ve içeri giren nesne penis olmaya başlar. İçe almada içeri giren nesne hem tehlikeli hem de heyecan vericidir. Genital dönemde penis ve vajina iç içe geçerek sağlıklı cinselliğin temelini oluştururlarken bedenin içine alma doyurucu bir cinsel ilişkiye yüceltilir. Bu açıdan erişkin cinselliği oral yolla bedenin içine alma temelinde gelişir.

Sonsöz

Bedenin içine almanın tanımlanması ve üzerinde çalışılması özdeşleşme ve kimlikle ilgili sorunlarda, içselleştirmenin ve nesne ilişkilerinin yorumlandığı durumlarda gereklidir. Yukarıda çeşitli yönlerine değindiğim bedenin içine alma, psikanaliz uygulaması sırasında oldukça etkindir. Analizan analistini, analist analizanını içine alır. Analizdeki psikolojik gerilemede bedenin içine almanın etkin olduğu oral dönem düşlemleri etkinleşebilir.

Bedenin içine alma süreci analiz sırasında değerlendirilmelidir. Konumsal olarak nesne nereye alınıyor: “Bedenin içine mi, yaşamın içine mi, düşlemin içine mi?” irdelenmelidir. Bedenin içine almanın birincil sürece ve somut düşünceye bir saplanmaya yol açıp açmadığına bakılmalıdır. Bedenin içine alma, içe ve dışa yansıtma döngüsüne dönüşebiliyorsa, bastırılarak yüceltilebiliyorsa simgeselliğe ve özdeşimlere doğru evrilebilecektir. Bedenin içine almanın irdelenmesi kişinin kendilik ve nesne ilişkilerinin düzeyini belirlemeye yardım edecektir. Bedenin içine almanın baskınlığı sevgi ve nefretin ayrışmamışlığını gösterdiğinden libido ve agresyonun ifadesindeki karışıklığın üzerinde özellikle durulmalıdır.

Öğrenmede zihnin içine bilginin, geçiş olgularında düşlemin içine gerçekliğin, göçte yaşamın içine yeni bir çevrenin, bağımlılıklarda zehirli maddelerin içe alınması, bedenin içine almanın somutlaşması açısından obezite ve sürekli eşya satın alma, yaratıcılıkta bedenin içine alınmış tasarımların simgeleştirilmesi, birincil özdeşleşme ve birincil bastırma gibi birçok konuda bedenin içine almanın etkilerini görebiliriz.

Sonuç olarak açlığın, doyamamanın ve sömürerek içselleştirmenin, bir içe alan ve içe girenin olduğu her ilişki bedenin içine alma dinamiklerini canlandıracaktır.

 


[1] S. Freud [1905]. “Three Essays on the Theory of Sexuality”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume VII (1901-1905): A Case of Hysteria, Three Essays on Sexuality and Other Works, London, 2000, s. 198.

[2] İng. introjection

[3] İng. internalization

[4] S. Freud [1913], “Totem and Taboo”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIII (1913-1914): Totem and Taboo and Other Works, London, 1975, vii-162.

[5] S. Freud [1917]. “Mourning and Melancholia”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975.

[6] S. Freud, “Negation”, Int. J. Psycho-Anal., 1925, 6:367-371.

[7] A. de Mijolla (Ed.), International Dictionary of Psychoanalysis, Thomson Gale, London, 2005, s. 1203.

[8] İng. dyadic relations

[9] Hatta ölünce bile bitmez. Dünya, insanı içine aldığında ölen kişinin yakınları yaslarını tutarken, düşlemlerinde ölen kişiyi nereye ve neyin içine koyacaklarını araştırırlar.

[10] J. Laplanche, J.B. Pontalis, The Language of Psycho-Analysis, The International Psycho-Analytical Library, 94:1-497. London: The Hogarth Press and the Institute of PsychoAnalysis, London, 1973, s. 211.

[11] İng. excorporation, evacuation, elimination

[12] İng. introjection-projection cycle

[13] S. Freud [1917]. “Mourning and Melancholia”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975, s. 249.

[14] O. Fenichel, The Psychoanalytic Theory of Neurosis, W. W. Norton Co., Inc., New York, 1945, s, 199.

[15] L. J. Saul, “A Note on Exhibitionism and Scoptophilia”, Psychoanalysis Quarterly, 1952, 21:224-226.

[16] O. Fenichel, The Psychoanalytic Theory of Neurosis, W. W. Norton Co., Inc., New York, 1945, s, 221.

[17] Fenichel, a.g.e., s. 229.

[18] D. W. Winnicott, M. R. Khan, Psychoanalytic Studies of Personality, International Journal of Psychoanalysis, 1953, 34:330

[19] Winnicott, Khan, a.g.e., s. 151.

[20] S. Freud [1905], “Three Essays on the Theory of Sexuality (1905)”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume VII (1901-1905): A Case of Hysteria, Three Essays on Sexuality and Other Works, London, 2000, s. 198.

[21] Freud, a.g.e., s. 198.

[22] S. Freud [1939], “Moses and Monotheism”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXIII (1937-1939): Moses and Monotheism, An Outline of Psycho-Analysis and Other Works, London,1975, s. 81.

[23] S. Freud [1915], “Instincts and their Vicissitudes”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975, 109-140.

[24] S. Freud [1915], “Letter from Freud to Ludwig Binswanger”, April 24, 1915, Fichtner, G. (Ed.). The Sigmund Freud-Ludwig Binswanger Correspondence 1908-1938, 132-133, New York, 2003.

[25] S. Freud [1917], “Mourning and Melancholia”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975, s. 249.

[26] S. Freud, “Negation”, Int. J. Psycho-Anal., 1925, 6:367-371.

[27] S. Freud [1930], “Civilization and its Discontents”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XXI (1927-1931): The Future of an Illusion, Civilization and its Discontents, and Other Works, London, 1975, s. 126.

[28] S. Freud [1913], “Totem and Taboo”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIII (1913-1914): Totem and Taboo and Other Works, London, 1975, vii-162.

[29] S. Freud [1915], “Instincts and their Vicissitudes”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975, s. 138.

[30] İng. being

[31] D. W. Winnicott, “Creativity and its Origins”, Playing and Reality, London, Routledge, 1971, s. 65-86.

[32] D. W. Winnicott, “Fransız çevirmen Jeannine Kalmanovich’e yazdığı mektuptan alıntı”, Through Pediatrics to Psycho-Analysis. International Psycho-Analysis Library, London, 1975, s. 39.

[33] Winnicott, a.g.e., s. 272.

[34] Winnicott, a.g.e., s. 148.

[35] Winnicott, a.g.e., s. 47.

[36] İng. take in

[37] S. Freud [1913], “Totem and Taboo”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIII (1913-1914): Totem and Taboo and Other Works, London, 1975, vii-162.

[38] S. Freud [1905], “Three Essays on the Theory of Sexuality (1905)”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume VII (1901-1905): A Case of Hysteria, Three Essays on Sexuality and Other Works, London, 2000, s. 152.

[39] H.J. Rose, R. Hard, The Routledge Handbook Of Greek Mythology, Routledge, Londra, 2004.

[40] J.M. Quinodoz (2009). “Teaching Freud’s ‘Mourning and Melancholia’”, On Freud’s ‘Mourning and Melancholia’, Ed. L. G. Fiorini, T. Bokanowski, S. Lewkowicz, Karnac Books, London, s.179.

[41] S. Freud [1917], “Mourning and Melancholia”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works, London, 1975, s. 243.

[42] Ölüm, fiziksel ve düşlemsel olarak kendilik ve nesne ayrımının en somut halidir. Bu açıdan yas çalışması aslında benliğin, kendilik ve nesne ilişkisini yeniden düzenlemesidir. Bu yönüyle yasın ortaya çıkardığı gibi Freud’un “Yas ve Melankoli makalesi de benlik, kendilik ve nesne arasındaki ilişkileri açıklığa kavuşturmaktadır. Bu makalede kullanılan “kendilik (self)” kelimeleri irdelendiğinde psikanalitik açıdan kendiliğin benlikten nasıl ayrıştığı belirgin bir biçimde görülür. Melankolideki tabloda “kendilik”, değerliliğini ve saygınlığını kaybetmiştir, suçlanmakta ve cezalandırılmakta, “kendiliğe” kızılmaktadır. Benliğin “kendini” değerlendirmesi “kendiliği” değersizleştirme yönünde bozulmuştur. Bu durumlar, kaybedilen nesnenin yerine kendiliğin geçirildiğinin kanıtlarıdır. Freud, benliğin “kendi” için söylediklerinin benzerlerinin “nesne” için de söylenebileceğini fark etmiştir. Bu, kendilik ve nesne tasarımlarının kaynaştığının, karıştığının ya da ayrışmadığının göstergesidir. Normal bir yas sürecinde kişinin “kendisine” saygısı ve “kendiliğinin” değeri kaybedilmemiştir, çünkü kendilik ve nesne kayıptan önce ayrışmış haldedirler. Tüm bu değerlendirme ve ilişkileri düzenleyen ise benliktir.

[43] Freud, a.g.e., 1917, s. 256.

[44] Freud, a.g.e., 1917, s. 245.

[45] A. Green [1983], “The Dead Mother”, On Private Madness, London: Hogart Press and the Institute of Psychoanalysis, 1986.

[46] İng. intrapsychic tomb, N. Abraham, M. Torok, “Mourning or Melancholia: Introjection versus Incorporation” The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis-University of Chicago Press, Chicago/London, 1994, s. 130.

[47] Abraham, Torok, a.g.e., 1994, s. 139.

[48] Latince corpus

[49] N. Abraham, M. Torok, “Mourning or Melancholia: Introjection versus Incorporation”, The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis, University of Chicago Press, Chicago/London, 1994, s. 125.

[50] İşlemcesel düşünme biçimi bunun bir örneğidir.

[51] R.R. Greenson, “The Struggle Against Identification”, J. Amer. Psychoanal. Assn., 1954, 2:200-217.

[52] M.W. Brody, V.P. Mahoney, “Introjection, Identification and Incorporation”, Int. J. Psycho-Anal., 1964, 45:57-63.

[53] N. Abraham, M. Torok, “Mourning or Melancholia: Introjection versus Incorporation”, The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis, University of Chicago Press, Chicago/London, 1994, s. 125.

[54] N. Abraham, M. Torok, “The Lost Object-Me:Notes on Endocryiptic identification”, The Shell and the Kernel Renewals of Psychoanalysis, University of Chicago Press, Chicago/London, 1994, s. 139.

[55] O. Fenichel, The Psychoanalytic Theory of Neurosis, W. W. Norton Co., Inc., New York, 1945, s. 55-65.

[56] H. Segal, The Work of Hanna Segal - A Kleinian Approach to Clinical Practice, Jason Aronson, Inc., London, 1977, s. 7.

[57] S. Freud, “Negation”, Int. J. Psycho-Anal., 1925, 6:367-371.

[58] Mitolojide Zeus’un Kronos’u kusturarak tüm kardeşlerini ya da Kırmızı Başlıklı Kız masalında avcının kurdun karnını yararak içindeki Kırmızı Başlıklı Kızı ve büyükannesini dışarı çıkartması gibi.

[59] K. Abraham, “The Influence of Oral Erotism on Character-Formation”, Int. J. Psycho-Anal., 1925, 6:247-258.

[60] O. Fenichel, “The Pregenital Antecedents of the Oedipus Complex”, Int. J. Psycho-Anal., 1931, 12:141-166.

[61] K. Abraham, “Letter from Karl Abraham to Sigmund Freud, October 7, 1923”, The Complete Correspondence of Sigmund Freud and Karl Abraham 1907-1925, Routledge, London, 2002, 471-473.

[62] M. Klein, “An Obsessional Neurosis in a Six Year Old Girl”, The Psycho-Analysis of Children, Int. Psycho-Anal. Lib., 22:70, London: The Hogarth Press, 1932.

[63] M. Klein, “Notes on Some Schizoid Mechanisms”, Int. J. Psycho-Anal., 1946, 27: s. 101.

[64] M. Klein, “The Psycho-Analysis of Children”, Int. Psycho-Anal. Lib., 22:1-379, London: The Hogarth Press, 1932, s. 274.

[65] P. Heimann [1943], ‘Some Aspects of the Role of Introjection and Projection in Early Development’ The FreudKlein Controversies 1941–45, Ed. King, P. and Steiner, R.  London and New York: Tavistock/Routledge, 1991, s. 509.

[66] S. Freud [1920], “Beyond the Pleasure Principle”, The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XVIII (1920-1922): Beyond the Pleasure Principle, Group Psychology and Other Works, s. 54.

[67] M. Klein, “The Psycho-Analysis of Children”, Int. Psycho-Anal. Lib., 22:1-379, London: The Hogarth Press, 1932, s. 274.

[68] A. Green, “Aggression, Femininity, Paranoia and Reality”, Int. J. Psycho-Anal., 1972, 53:208.

[69] A. de Mijolla (Ed.), International Dictionary of Psychoanalysis, Thomson Gale, London, 2005, s. 1203.

[70] K. Abraham [1923], “Letter from Karl Abraham to Sigmund Freud, October 7, 1923”, The Complete Correspondence of Sigmund Freud and Karl Abraham 1907-1925, Routledge, London, 2002, s. 471-473.

[71] O. Fenichel, The Psychoanalytic Theory of Neurosis, W. W. Norton Co., Inc., New York, 1945, s. 359.

[72] J. Chasseguet-Smirgel (1992). “Feminine Guilt and the Oedipus Complex”, Female Sexuality: New Psychoanalytic Views, Karnac Books, London, s.102.