• PSİKANALİZE GİRİŞ

  • KENDİLİK VE NESNE
    İLİŞKİLERİ

  • PSİKANALİZ

  • PSİKANALİTİK
    PSİKOTERAPİLER

  • PSİKANALİZLE
    SANAT-I-YORUM

İNKAR - YADSIMA

İNKAR - YADSIMA

İnkâr, kişinin çaresizlik ve güçsüzlük hissettiğinde başvurduğu bir savunma mekanizmasıdır. İnkar edilenler genellikle tehlike ya da hoşnutsuzluk yaratmaktadırlar ve benlik bunlardan uzaklaşmak ister. Suçluluktan, yargılanmadan ve aşağılanmadan kaçınmak isteme de inkâra neden olur. Psikanalistler hemen hemen her savunma mekanizması ile inkâr arasında bir bağlantı kurmuştur. İnkâr; ölüm, ayrılık ve kaybetme durumlarında, çatışma ve travmalarda canlanır. Ölümü ve kaybı hissetmek bir süreliğine öteleniyorsa ve bu bir güç toplama ise inkâr kabul edilebilir. Ama ölümü ve ayrılığı inkâr bir kendini kandırmaya dönüşmüşse ve uzun sürmüşse daha çok kaybetmeye neden olacaktır.

1985’te İsrail’de yapılan “İnkar Üzerine Uluslararası Sempozyum”u kitap haline getiren Edelstein, Nathanson ve Stone önsözlerinde konuşmaların yalnızca bir savunma olarak değil yetenek olarak da inkâr etmeyi ele aldığını belirtirler. Bu kitap inkâr üzerine yazılmış en kapsamlı ve yakın kaynaklardan birisidir. Freud birçok yazısında ve özellikle “Fetişizm” makalesinde, Anna Freud “Ben ve Savunma Mekanizmaları”nda, Klein ilkel savunma olarak farklı yazılarında, Winnicott dolaylı olarak inkara değinmiştir. Jacobson’ın “İnkar ve Bastırma” başlıklı makalesi bu konudaki en iyi makalelerden birisidir.

Freud, düşlerde kişinin çatışmalı ve yoğun duygularını inkâr edebildiğini belirtmiştir. Psikonevrozların, inkâr edilmek istenen bazı dürtülerin doyumunun yerine geçirildiğini ifade etmiştir. Fetişizmde ve kadının erkeksilik karmaşasında kişinin kadındaki penis yokluğunu kabullenemeyerek inkâr ettiğini vurgulamıştır.

Uluslararası Psikanaliz Sözlüğünde Bernard Penot, Freud’un inkâr (disawoval) ile ilgili örneklerinde iki ana konunun öne çıktığını belirtir. Birisi kadında penisin yokluğunu inkâr, diğeri babanın öldüğünü inkâr etmektir. Bu açıdan hastalandıran inkâr yokluğun inkârıdır ve simgeleştirememe ile ilişkilidir. Bastırma ve olumsuzlama ise yokluğu kabullenme ve yer değiştirme ile simge oluşumunu destekler.

Penot’nun üzerinde durduğu iki konu cinsiyet ve kuşak farkı ile ilgilidir. İnkâr farklılaştırmayı bozar. Farklılaşma bozulunca benlik simgesel denklik yapma aşamasına saplanır. Olumsuzlama ve bastırmada ise farklılıklar tanınır. Penot’nun altını çizdiği bir diğer nokta inkârda kişinin gerçekliği değerlendirme ve bütünleştirme görevini yansıtmalı özdeşleşme ile karşısındaki kişiye devretmesidir.

Anna Freud’un Yorumları

Anna Freud, “Benlik ve Savunma Mekanizmaları” adlı kitabında inkârı detaylıca irdeler. Fantezide, sözde ve eylemdeki inkârı inceler. Şu temel saptamayı yapar:

“Benliğin gerçekliği inkâr etme yeteneği çok değer verdiği diğer bir yeteneği olan nesnelerin gerçekliğini tanıma ve eleştirel bir bakışla sınama yeteneğiyle çelişmektedir.”

Eğer inkâr gerçekliği tamamen yok etmezse bir geçiş alanı ve oynama kapasitesine olanak tanır. Anna Freud, çocukların oyunlarında gerçekliği inkâr etme güdüsünün olduğunu belirtir. (s. 64) Erişkinlerin çocuklardaki inkâra bir miktar izin verdikleri ve gerektiğinde hemen gerçekliğe dönmelerini talep ettiklerini yazar. Ona göre, fantezi kurma eylemi bir otomatizm ya da takıntıya dönüşürse inkarı hoş görme son bulur. İnkâr, acı veren izlenimleri tanımamaya neden olurken anal dönemde karşıtına çevirme ile bastırma dürtüyü kontrol etmeye başlar, dürtü ve acı tanınmış olur. Anna Freud, bastırmanın dürtü türevlerine, inkârın da çevreden gelen uyaranlara karşı savunma sağladığını belirtir. Bu tespit üzerinde farklı yazarlar da durmuştur. Bugün gelinen aşamda bu tespit şu şekilde güncellenebilir:

“İnkar edilen ögeler benliğin dışında kalır, tutulur ve işlenemez. Bu yüzden inkâr, benliğin anlama ve bütünleştirme gücünü bozar. Bastırma, kabul edilmiş ve benliğin içine alınmış olan, düşlemin bir parçası haline gelebilen ögelere uygulanır. Travma gibi benliğin içine istenmeden girmiş olan ögeler inkorpore olarak disosiyasyona ve inkâra maruz kalabilirler.”

Dorpat, “İnkara ve savunmaya yeni bir bakış açısı” başlıklı makalesinde Breznitz’in kalp krizi gibi ölümcül bir hastalıktaki inkârı araştırdığı makalesini ele alır. Kalp krizi geçiren hastalar şu tepkileri vermişlerdir:

  1. olumsuz bir durumu kendine yakıştıramama,
  2. kırılganlığı kabul etmeme,
  3. sorumluluk almak istememe,
  4. durumun yarattığı duyguları yok sayma ya da bu duyguları başka bir duruma bağlama,
  5. yaşanan durumla ilgili tehdit edici bilgileri ya da tüm bilgileri yok sayma yollarıyla inkâra yöneldikleri saptanmıştır.

İnkarın Düzeyi ve Bilinçdışı Düşlem

Yukarıda görüldüğü gibi inkâr, bir yönüyle bilinçdışı düşlemin sürmesini sağlamaktadır. Kalp krizi gibi bir hastalıkta ölümsüzlük ve hastalanmama, sorunsuz yaşama, ayrılmama, fetişizmde penisli kadın düşlemi, kuşak farkını inkârda aynı olma düşlemi sürdürülmektedir. Geçmiş acıların ya da düşlemin yinelemesinden duyulan korku da inkârı besleyebilir. Bunlar, inkârın bilinçdışını oluşturan ve bilinçdışının kontrolündeki bir öge olduğunu gösterirler. Freud’un bastırma ile ilgili söylediğine benzer bir biçimde inkar, inkar edilenleri yutan bir bilinçdışı merkez yaratır. Birincil süreç düşünce ve haz ilkesi inkârın egemenliğinde ilerler. Sonuçta inkâr, eğer kabul edilmez ve sınırlandırılabilir ise, benliği gerçeklikten uzak tutarken bir dış ve iç gerçeklik ayrımı oluşmasına da neden olur.

Eğer inkâr, inkar edilirse artar ve sınırsızlaşabilir, kişi düşlem ve gerçek arasındaki ayrımı kaybeder. Bu biçimde inkâr hem düşlemi hem dış dünyayı yok edebilir. Kişi düşlemini gerçekte yaşayan ve somutlaştıran biri haline gelirken psikotikleşir. Bu sırada ortaya çıkan simgesel denklik, Hanna Segal bunu açıklığa kavuşturmuştur, iç ve dışı birbirine eşitlerken simgeleştirme yetisi kaybolur. İlkel inkârda durumun varlığı inkâr edilir ve benliğin çalışması devreden çıkar. Nevrotiklerdeki inkârda durumun varlığı tamamen inkâr edilmez, duygulanım kısmı ya da biçimi inkâr edilerek çarpıtılır. Çocuğun oyunundaki gibi bu çarpıtmada benlik “yer değiştirme”yi bolca kullanır, ikame oluşturma bastırmayı destekler.

Dorpat, bir ilişkide karşıdaki kişi inkâra meyilli ise kişinin de inkâr ettiğini saptamıştır. Kanser hastalarının ya da intiharla ebeveyn kaybı yaşamış çocukların çevrelerindeki kişilerin inkârına katıldıklarını belirtir.

Ebeveynin inkâr ettiği ağır bir travması varsa bu, çocuğunun ruhsallığını etkileyebilir. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde konuşulamayan, sessizliğe gömülen ve bilinçdışı olarak aktarılan ögeler çocuğun neyi inkâr ettiğini anlamasını imkansızlaştırır. Bu açıdan söze dökme, inkârı bozabilecek bir alan yaratır. Ilany Kogan’ın Türkçeye çevrilmiş kitaplarında Yahudi Soykırımı'ndan kurtulanlar ve çocukları arasında yaşanan bu durumlar analiz içinden açıkça gösterilir.

İnkar ve İlkel Savunma Mekanizmaları

İnkâr ve diğer ilkel savunmalar ikili ilişkileri, ayrışma durumlarını ve temelde anne-çocuk ilişkisinin niteliğini belirler. Çocuk, annesinden gelen katlanılmaz ögeleri inkâr ederek onunla ilişkisini sürdürür. Kendilik ve nesne ilişkileri gelişirken önce deneyimler adacıklar halinde kaydedilir. Bu sırada yalnızca o anı ânı vardır. Benliğin bütünleştirme yetisi arttıkça anı adaları iyi hissettirenler ve kötü hissettirenler olarak bütünleştirilmeye başlar. İyi hissettirenler etkinken kötü hissettirenler inkâr edilir. Bölmenin geliştiği bu aşamada inkâr ve aynı anda iki zıt tasarımı birleştirememe durumu vardır. Klein, burada tümgüçlülüğün etkin olduğunu belirtir. İç gerçekliğin inkârının ancak bir tümgüçlülük içinde olabileceğini vurgular. Bütünleştirme gücü iyice artınca benlik çifte değerliliğe katlanabilir hale gelir. Benlik, korku ve kaygıyı egemenliği altına alınca inkâr etme ve yansıtma ihtiyacı azalır.

Benliğin işlevlerinden birisi sevilen ve bağımlı olunan nesneden ayrışmayı düzenlemektir. Bu sırada inkorporasyon, nesneye yönelik saldırganlığın algılanmadığı, ayrılığın inkâr edildiği tümgüçlü bir içselleştirme sürecidir. İntrojeksiyon ve projeksiyon, ayrılığın hem kabul edildiği hem inkâr edildiği ayrışma süreçlerini belirler. Yani sevilen ve bağımlı olunan nesneden ayrışma ve nesneyi içselleştirme süreçlerine bebeğin saldırganlığını inkârı eşlik eder.

Jacobson erken çocukluk travmalarının inkârın kullanımını arttırdığını belirtir. Erken çocukluk travmalarının inkorporasyon, introjeksiyon ve projeksiyon mekanizmalarını kalıcı kıldığını vurgular. Çocukluk travmaları sadomazoşistik düşlemlerin somut biçimde kalmasına neden olmaktadır. Jacobson özellikle dürtülerin nötralize olamaması üzerinde durur. Bu durum, kendilik ve nesne ilişkilerini, tümgüçlü, saldırgan, korkutucu ve travmatik kılmaktadır.

İnkorporasyon, introjeksiyon ve projeksiyon mekanizmaları devam ederse benlik için durum anlaşılmaz, kontrol edilemez, bastırılamaz ve yüceltilemez hale gelir. Burada Penot’nun saptamasındaki gibi inkârdaki kişi, gerçekliği değerlendirme ve bütünleştirme görevini yansıtmalı özdeşleşme ile karşısındaki kişiye devretmektedir.

Klein, “Haset ve Şükran”da bir hastasını anlatır. Hasta rüyasında Klein’ın kitaplarını yırtıp piposuna doldurup içer. Klein, hastanın yıkıcı saldırılarını inkâr ettiğini fark eder ve yorumlar, hasta onun söylediklerini anlar ama duymazdan gelir. Klein hastanın inkâr ettiği saldırganlığını yorumlamaya devam eder ve hastanın Klein’ı çökertmekten korktuğu anlaşılır. Çünkü hasta çocukken babası savaşa gitmiş ve annesini koruyamama kaygıları yaşamıştır. Hasta Klein’a duyduğu haset ve nefreti anlayınca şok geçirir ve depresyona girer, kendini değersiz bir varlık olarak görür. Klein bu durumun “benlik parçaları arasındaki bölünmenin iyileşmesindeki önemli bir gelişmenin sonucu ve dolayısıyla benlik bütünleşmesinde önemli bir aşama olduğuna inanır.” Yani, bölerek ayırdığı ve inkâr ettiği saldırganlığı sahiplenen benlik güç kazanarak kendilik parçalarını bütünleştirebilir hale gelir.

“Bazı Şizoid Mekanizmalar Üzerine Notlar” makalesinde Klein, düşlemde nesnenin engellemelerinin ve zalimliğinin inkâr edilerek doyum sağlandığını belirtir. Bu sırada çocuksu zihin tam bir tümgüçlülük içinde nesneyi, idealleştirilen ve zalim olarak ikiye böler. Bu durumda bir kendilik nesne ilişkisi ve böylelikle benliğin bir parçası devreden çıkartılmış, inkâr edilmiş ve yok edilmiş olur.

“Yas ve Manik-Depresif Durumlarla İlişkisi” makalesinde kayıp gerçekleştiğinde ortaya çıkan manik konumda kaybın inkârının ana öge olduğunu ifade eder. Burada acı hissetmemek için kişi ayrılığa karşı bir zafer kazanmış gibi davranır. Bu zafer, içsel anne ve çocuğu kontrol etme yanılsaması yaratır. Aynı zamanda ruhsal gerçeklik de inkâr edilmektedir.

Sahte ve Mutsuz ile Gerçek ve Çocuk

Anne-babanın çocukla ve özellikle çocuğun ihtiyaçlarıyla ilgili inkârları ise bizi Winnicott’ın sahte ve gerçek kendilik kavramlarına getirir. Winnicott bu kavramları ortaya atarken inkârdan söz etmemiş, annenin bebeğinin ihtiyaçlarına uyum sağlayamamasını vurgulamıştır. Buna anne-babanın, çocuğun çocukluğunu ve bağımlılığını inkârı olarak yorumlayabiliriz. Çünkü sahte kendilik geliştirmiş kişilerde anne-babaların, çocuklarının çocukluğunu, bilinçdışını ve bağımlılığını uzun süreli ve yineleyici olarak inkâr ettiğini görürüz.

Bu dinamiğin etkin olduğu hastalarda babanın ya da babasallığın yokluğu ile obsesif öğretmen anne ya da anneselliğin yokluğu dikkat çekicidir. Bu erişkinler çocukluklarında; yalnızlık hissettikleri, zekalarının ve ruhsallıklarının istismar edildiği, anne-çocuk rollerinin tersine döndüğü çocukluk anıları anlatırlar. Bu hastalarla yapılan terapilerin ortak özelliği bu hastaların olumsuz gördükleri ve inkâr etmeye çalıştıkları durumların aslında onları iyileştirecek olmasıdır. Bu hastalara ilaç tedavisi önermek kendilerini daha çok istismar etmelerine neden olduğu için yararsızdır. Bu hastalar terapinin ilk aşamasında yetersizliklerini, yapamadıklarını ve yorulduklarını hissetmeye başlarlar ve canları sıkılır. Bunları önceden inkâr etmişlerdir ve bunları hissetmek gerçek kendilikleriyle bağlantı kurmalarını sağlar. Bu deneyimlerin insani ve çocuksu yönü ve çocukluklarında nasıl inkâr edildiği derinlemesine çalışılmalıdır. Yetersizliğin, kaygının, yapamamanın, yorulmanın olumlu yönlerini anlamaları bunları, ebeveynleri gibi inkar etmelerini ve yok etmeye çalışmalarını azaltır, kendi yararlarına kullanmalarına olanak verir. Sonraki aşamada yetersizliklerini ve yorgunluklarını kabullenme süreci iyileşme ve sakinleşme getirmektedir. Bu hastalar manik savunmalar kullanır, akıllarını ve enerjilerini maksimum düzeyde sömürmeye çalışırlar. Winnicott manik savunmaların; iç gerçekliği, içsel ölülüğü ve depresyonu inkâr etmekle ilgili olduğunu belirtmiştir. Bu hastaların anneleriyle ilişkilerinde iç gerçekliği, çocuksuluğu ve depresyonu inkâr etmekle ilgili bir durum vardır. Bu annelerde, inkar ettikleri bir depresif ya da obsesif durum var olmuş olabilir.

Ayrılığın inkarı da ciddi bir psikopatoloji kaynağıdır. Çünkü ayrışma ve bireyselleşme insan yavrusunun psikolojik gelişiminin temelini oluşturur. Winnicott, ayrılığı inkârın “Geçiş Nesnesi ve Geçiş Fenomenleri” yazısında nasıl psikopatolojiye neden olduğunu İpli Çocuk ve Negatif Kadın olguları ile göstermiştir.

İnkar, kendilik gelişimine ciddi yönde hasar verir ya yukarıdaki gibi disosiye eder ya da kendiliği güdük bırakır. Kendilik -doğası gereği-; var olmayı, değerli ve tanınır olmayı, ihtiyaçlarının anlaşılmasını, karşılanmasını ve bütün olmayı ister. Benlik, kendiliğin tam bütünleşmediği aşamada ya da durumlarda kendiliğin varlığını sürdürmek için inkâra yönelebilir. Kendiliğin dengesini korumak için benlik, istemediği parçaları disosiye edebilir ya da yansıtabilir. Benlik, bağımlı olduğu durumlarda bunu daha çok yapar. Benlik, ilişkileri kendiliğin dengesini ve oluşunu sürdürebileceği biçimde düzenlemeye çalışır. Kendiliği koruma benliğin ana işlevlerinden birisidir.

İnkar, Görmezden Gelme, Olumsuzlama ve Bastırma

Anımsanamayan, geçmişle ilgili bir durumda “Hayır öyle olmadı.” denebilir. İnkârın ağırlıklı olduğu bir “hayır”da kişinin kendini sorgulaması yoktur. Geçmişin yok sayılması sürdürülür. Bastırmada ise geçmişle ilgili bir bağ daha kolay kurulur, yok sayılmaz, sorgulanabilir.

İnkârda tamamen gerçekliği yok sayma daha fazlayken, görmezden gelmede eylemsel, olumsuzlamada ise sözle bir inkâr ve reddetme vardır. Olumsuzlamada tasarımın bir kısmı inkâr edilip bastırılırken bir kısmı karşıtına çevirme ile bilince çıkar. Obsesif nevrozda olumsuzlama baskındır. Fobiklerde inkâr, yansıtma ve dışsallaştırma ile birliktedir. Histeriklerde inkâr, yansıtma ve konversiyon ile birlikte çalışır. Depresif nevrozda ise yaşam ve coşkuyla ilgili durumlar inkâr edilir.

İnkâr yüzleştirme ile değişebilirken bastırma, gerileme ve yorumlama ile değişir. Yüzleşme ile inkârın şiddetlenmesi, inkârın gücünü ve sertliğini gösterir. İnkârın süresi ve yaygınlığı da inkârın gücünü ve sertliğini belirler. Çocuklarda daha kabul edilebilir haldeyken erişkinlerde değildir. Erişkinlerde inkârın çokluğu sınırda, sapkın veya psikotik ruhsal yapılanmayı gösterir.

İnkâr gerçekliği değerlendirme yetisini bozarken bastırmanın varlığı gerçekliği değerlendirme yetisini güçlendirir.

 


[1] Samuel Sperling M.D. (1958). On Denial and the Essential Nature of Defence, Int. J. Psychoanal., (39):25-38

[2] Edelstein E.L., Nathanson D.L. ve Stone A.M. (1989) Denial: A Clarification of Concepts and Research, Plenum Press, New York.

[3] Freud , S. ( 1900) The interpretation of dreams. S.E. 4–5: s. 433

[4] Freud , S. ( 1910c) The future prospects of psycho-analytic therapy S.E. 11:141-151

[5] Freud , S. ( 1925) Some psychical consequences of the anatomical distinction between the sexes S.E. 19:248-258

[6] Penot, B. (2005) International dictionary of psychoanalysis, Ed. Alain de Mijolla, Disavowal, s. 415, Thomson Gale, USA

[7] Dorpat, T. MD (1987). A New Look at Denial and Defense, Annu. Psychoanal., (15):23-47

[8] Siegfried Zepf, A note on the application of the term “disavowal” in psychoanalysis

[9] Dorpat T. L. (1989) Interactional Perspectives on Denial and Defense, Denial: A Clarification of Concepts and Research, Ed. Edelstein E.L., Nathanson D.L. ve Stone A.M.,  Plenum Press, New York.

[10] Bireyin yaşına göre ve inkârın yaygınlığına göre inkâr, kişilik yapılanmasında belirleyici olabilir.

[11] Kogan, I. (2011) Yas Tutmama Mücadelesi, Odağ Yayınları, İzmir.

Kogan, I. (2021) Sessiz Çocukların Çığlığı, Odağ Yayınları, İzmir.

[12] Edith Jacobson M.D. (1957). Denial and Repression, J. Amer. Psychoanal. Assn., (5):61-92

[13] Klein, M. (1957). Haset ve şükran (O. Koçak ve Y. Erten, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları, 2011.

[14] Klein, M. (1946) Notes on Some Schizoid Mechanisms. International Journal of Psychoanalysis 27:99-110

[15] Klein, M. (1940) Mourning and its Relation to Manic-Depressive States. International Journal of Psychoanalysis 21:125-153

17] Winnicott, D. W. [1971]. “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, Ötekini Dinlemek 2, İstanbul, 1993